Melih resmen bir atmaca gibi odaya daldı. Elinde koca bir çanta vardı. Hedefi belliydi helikopter. Helikopterin makineli tüfeğinden çıkan kurşunlar, hastane odasının dev camlarını çoktan paramparça etmişti. İncecik toz zerreleri hâlâ havada dans ediyor, koridorlarda çığlıklar yankılanıyordu. Melih, çantasını yere fırlattı. Soğukkanlı bir şekilde füzesini çıkardı. Sırtına dayadı. Nişan aldı. Baran bir adım yaklaştı, gözleri büyümüştü. “Melih, ne yapıyorsun?” Melih’in sesi buz gibiydi: “Göz göre göre canımıza kastedenin, gökyüzünde yeri yoktur.” Helikopter hızla camın önüne yaklaşmıştı. İçinde Nadim’in tetikçileri vardı. Bina ile mesafe sadece on, bilemedin on beş metreydi. Füze, tiz bir ıslık sesiyle ateşlendi. Helikopter gökyüzünde, öğle güneşinin altında patlayan bir alev topuna

