Theon'a cep banktan havale yaptıktan sonra telefonumu komodinin üzerine koyup sırt üstü uzandım ve bakışlarımı tavana çevirip bir süre hayatı sorguladım.
Huysuz bir adama tahammül etmem gerekiyordu ve bunun tek nedeni babamı aklamaktı. Bay Min'in çok zeki bir adam olduğunu biliyordum ve eğer olur da başarırsam ve onunla aramı iyi tutarsam bana kesinlikle yardımcı olurdum. Bu zamana kadar konu ile alakalı topladığım bilgileri ona verirsem farklı bir bakış açısı ile babamı çok kolay temize çıkarabilirdi. Ayrıca onun yanında kendimi ispatladığımda polis teşkilatı da benimle çalışmayı kabul ederdi. Böylece babam gibi suçsuz insanların üzerine suç atılmasına engel olabilirdim.
Bakışlarımı makyaj aynasının önünde duran aile fotoğrafımıza çevirip buruk bir ifadeyle gülümsedim. Fotoğraf on sene önce çekilen bir fotoğraftı ve ben henüz 14 yaşındaydım. Theon ise 12 yaşındaydı ve yaşına bakmadan babamın omuzlarına çıkmıştı. Annem saçlarımı okşuyordu ve genişçe gülümsüyordu. Çok güzel bir aileydik ve bizi parçalamışlardı.
Bunu yapandan intikamımı alacaktım.
Telefonum titrediğinde düşüncelerden çıkıp komodinin üzerindeki telefonu aldım ve açtım.
"Ablacığım canım benim. Sanki biraz az para göndermişsin gibi?"
Bıkkın bir nefes verip yataktan doğruldum. "Bana bak Theon! Para kazanmak ne kadar zor senin haberin var mı? Şu an kaç para maaş alacağımı bilmediğim bir işte amele gibi çalışıyorum ben!" Sinirle söylendiğimde bir süre sessizlik oldu. Sanırım pişman olmuş ve benden özür dileyecekti.
"İyi de kendi parandan niye yolluyorsun? Ortak paramızdan yollasana." Ailemizden kalan parayı kast ettiğinde göz devirdim. "O para ortak falan değil sadece sen yiyorsun. Ayrıca biraz idareli olabilirsin. Hem bir hafta o para sana yeter. Bir hafta sonra haber ver biletini alırım." Bir şey demesine izin vermeden telefonu kapattım çünkü biliyorum ki bir şeyler söylerse kesinlikle ona kanıp para gönderirdim.
Fazla gürültülü, savurgan ve gamsız bir kişilik olsa da ailemden bana kalan tek şeydi ve onu her şeyden çok seviyordum. Bu durumda ona kıymam pek mümkün olmuyordu.
"Ne bağırıyorsun yine sabah sabah be." Kang Joon, aniden kapıyı açıp odaya daldığında bağırdığımın farkında olmadığım için kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Bakma aval aval. Hadi kalk program başlayacak." Eliyle yataktan çıkmak için işaret yaptığında kafamı iki yana salladım. O saçma programı izlemek istemiyordum. "Kız kalk bakalım kadın belki zeytinleri niye aldığını söyler." Kang Joon, üzerimdeki örtüyü çektiğinde ağlamaklı bir ses çıkarıp oturur pozisyona geçtim.
"Sabahın köründe işten geliyorsun ve neden bu saatte uyanıyorsun?" Kendisi bir gece kulübünde barmen olarak çalışıyordu ve iki saatlik uyku ile gündüz kuşağı programı izliyordu. Gerçekten hayret edilesi bir azimdi. Kadının zeytinleri neden aldığı uykusundan daha önemli miydi?
"Uyku sadece zaman kaybı. Vücudum dinlendi mi dinledi. Hadi kalk." Kolumdan çekiştirdiğinde istemeye istemeye ayağa kalktım.
"Bunu bay uyuz Min'e de söylesene. Tek yaptığı uyumak." Ayaklarımı sürte sürte banyoya giderken arkamdan bağırdı. "Görsem neler söylerim ben ona. Ayrıca adamın beyni çok çalıştığı için onu dinlendiriyordur. Benim öyle bir sorunum yok." Kang Joon, ne ara bay Yoon’un avukatlığına soyunmuştu bilmiyorum ama yanlış yapıyordu. Adamı bir kere görse o da benim gibi uyuz olurdu, emindim.
Elimi yüzümü yıkayıp salona geçerken Soo Bin elinde tuttuğu kahvaltı tabağını bana uzattı. "Ne zaman işe gideceksin?" Tabağı elinden alıp mırıldanarak teşekkür ettim ve televizyonun karşındaki koltuğa oturdum. "Bilmiyorum ki saat söylemedi." Erken gidersem niye geldin derdi, geç gidersem niye geç kaldın derdi. Sahi ben ne yapacaktım?
"Arayıp sor?" Soo Bin, meyve suyunu uzattığında elinden aldım ve çaprazımdaki koltuğa oturdu.
"Arayayım da ağzıma sıçsın. Uykusundan uyandırdığımı düşünemiyorum bile." Kafamı iki yana sallayarak konuştuğumda Soo Bin göz devirdi. "Sen biraz abartıyor olabilir misin?"
Meyve suyundan bir yudum aldım ve tekrar kafamı iki yana salladım. "Anlatamam görmeniz yaşamanız lazım. Belki bana inanmıyorsunuz ama adam konuşmaya üşeniyor konuşmaya. Ayrıca arabasının jantını tırnak ucu kadar çizdim diye dört jantın da parasını maaşımdan kesecek."
"Ne kadar maaş alacaksın?" Kang Joon merakla konuştuğunda dudaklarımı büzdüm. "Bilmiyorum ona bile cevap vermiyor."
"Ay aman neyse." Kang Joon birden televizyonun sesini açtı ve ekrana döndü. "Program başladı. " Programın jeneriği ekranda dönerken Kang Joon aniden bize döndü. "Dün gece kulübe çok yakışıklı bir adam geldi ve sanırım erkeklerden hoşlanıyor. Sevgili bulmuş olabilirim." Bizim bir şey sormamıza izin vermeden televizyona dönüp sesini daha çok açtığımda umutsuzca kafamı iki yana salladım.
"Tercihlerinden emin olmadan adama yürüme sonra üzülüyorsun." Soo Bin, yumuşak bir tını ile konuştuğunda Kang Joon ona bakmadan omuz silkti. En son kulüpte tanıştığı bir adamla uzun uzun muhabbet etmişti ve Kang Joon adamın erkeklerden hoşlandığını düşünerek umutlanmıştı. Adam bir gün kulübe bir kadın ile gelince tüm dünyası yıkılmış ve üç gün boyunca ağlamıştı. Meğerse adam sadece arkadaş canlısı biriydi ve Kang Joon bu durumu çok yanlış anlamıştı. Zavallı arkadaşım tercihleri yüzünden çok kalbi kırılıyordu.
"Bak yine söylemiyor zeytinleri niye aldığını." Kang Joon, sinirle söylenip telefonu eline aldığında şaşkınlıkla ona bakıyorduk. Telefonda bir numara çevirip kulağına götürdü. "Beni programa bağlar mısınız?" Soo Bin ile şaşkınlıkla ona bakarken o devam etti. "Hayır hayır sadece bir şey soracağım. Lütfen bağlayın. "
Bu duruma daha fazla dayanamayacağımı düşünerek koltuktan kalktığım an aklıma gelen şey ile Kang Joon'a döndüm. "Bana bak." Bakışları bana döndüğünde mırıldanarak aklıma gelen şeyi söyledim. "Zeytin bidonunun içinde bir şey saklıyor olabilir o yüzden onu da alıp kaçmıştır." Kang Joon'un gözleri şaşkınlıkla açılırken televizyondan ve telefondan aynı anda kadın sunucunun sesi yankılandı. "Buyurun efendim."
"Merhaba. Bakın benim çok zeki bir arkadaşım var ve oradaki kadının zeytin bidonunda bir şey sakladığını düşündüğü için zeytinleri de alarak kaçtığını söylüyor." Bir an durup gözlerini kıstı ve sanki kadın onu görüyormuş gibi çemkirdi. "Öyle mi kız? Doğru söyle."
Televizyondaki kadın bir an ne diyeceğini bilemedi ve panikle kafasını iki yana salladı.
"Kesin doğru bak. Ne saklıyordun bidonda ne olur söyle? Gözüme uyku girmiyor."
Gülümseyerek Kang Joon'u izlerken kadın sunucu zeytinci kadını sıkıştırdı ve kadın sonunda itiraf etmek zorunda kaldı. "Altınlarım vardı." Gözlerim kısılırken telefonu Kang Joon'un elinden çekip aldım. "Sen zaten altınlarını almamış mıydın? Kimin altını vardı o bidonda?" Merakla sorduğum soru ile sunucu, zeytinciyi sıkıştırmaya başladı ve zeytincinin bırakıp gittiği kocası lafa girdi.
"Ağabeyimin karısının altınları çalınmıştı. Onlar olmasın?"
Stüdyoda 'aaa' nidaları yükselirken gururla gülümsedim ve telefonu Kang Joon'a verip odama geçtim. Bir vakanın daha sonuna gelmenin gururu ile pijamalarımı çıkarıp siyah bir kot ve gri kısa bir tişört giyip odadan çıktım. Bay Yoon’dan azar yemek istemiyordum ve nasıl olsa anahtarım olduğu için onu uyandırmadan eve gidebilirdim.
"Kadın seni stüdyoya çağırdı." Kang Joon, heyecanla önüme dikildiğinde kısa bir an söylediği şeyi düşündüm. "Bakma aval aval kadın seni stüdyoya çağırdı işte. Konuk olarak gelsin çok isteriz dedi."
"Bay Yoon beni öldürür." Panikle konuşup kafamı iki yana salladığımda Kang Joon suratını buruşturdu. "Salak mısın? Bay Yoon kadın programlarını mı izliyor?" Çok kısa bir an söylediği oldukça mantıklı geldi fakat sağı solu belli olmayacağından kafamı iki yana salladım. Hiçbir şekilde riski göze alamazdım. "Aman boş ver zeytin peşinde koşamam ben."
Kang Joon, arkamdan söylenirken onu umursamadan evden çıktım ve Bay Yoon’un arabasına binerek bu sefer full dikkatle evine sürdüm. Arabayı park ettiğimde gururla arabaya bakıp gülümsedim. Bu sefer herhangi bir sorun yoktu.
Binanın içine girip ağır kapıyı ittirdiğimde apartman yönetimine bir miktar söylendim. "Şu kapıyı yağlayın be. Kale kapısı açıyoruz sanki." Söylene söylene merdivenleri çıkarken çantamdan anahtarı çıkardım. İkinci kata bay Yoon’un kapısının önüne geldiğimde kapının önünde gördüğüm yabancı adam ile adımlarım durdu. Elinde büyük bir tabak vardı ve üzeri örtülü olduğu için ne olduğunu göremiyordum ve diğer elinde de anahtar vardı. Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Uzun boylu yakışıklı, eli yüzü düzgün bir adamdı ve üzerinde kuzulu bir pijama takımı vardı.
O da aynı şaşkınlıkla bana bakarken yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim. "Pardon ama kimsiniz?" Bakışlarım kapıyı açmak üzere elinde olan anahtara kaydığında kaşları çatıldı. "Asıl sen kimsiniz?"
"Bay Yoon’un yardımcısı?" Sorgular gözlerle ona baktığımda kaşları daha da çatıldı. "Yoon kendine yardımcı mı aldı? Ölecek mi? Çok az ömrü mü kalmış?" Adam nefes almadan konuştuğunda tekrar zoraki bir şekilde gülümsedim çünkü ne cevap vereceğimi bilemiyordum.
Adam benim cevap vermeyeceğimi anladığında anahtarla kapıyı açıp geriye doğru ittirdi. "Ben üst kat komşusuyum. Arada bir açlıktan ölmesin diye yemek getiriyorum." O önden ilerlerken ben de peşinden gidiyordum. Üst kat komşusunda bile anahtarı olduğuna göre bay Yoon tahminimden daha üşengeçti ya da araları fazla iyiydi.
Salona geçip elindeki tabağı ortadaki sehpaya bıraktı. Önce perdeleri ardından camları açtı ve suratını buruşturdu. "Ben olmasam ya açlıktan ya havasızlıktan ölecek." Söylenerek diğer camı açmaya gittiğinde elimdeki çanta ile ayakta onu izliyordum.
"Ne ayakta dikildin sen?" Suratını buruşturarak konuştuğunda bir anda kendime gelerek zoraki bir şekilde gülümsedim. "Şey isminiz neydi acaba?"
"Komşu işte." Orta sehpaya bıraktığı tabağı alıp mutfağa ilerlerken şaşkınlıkla ardından baktım. Bay Yoon’un komşusu da kendisi gibi tuhaftı anlaşılan. Artık şaşırmayı bir kenara bırakmam gerekiyordu.
Bay Yoon’un odasının kapısı açıldığında suratımı buruşturdum. Umarım fırça atmazdı çünkü ben gerçekten ses yapmamıştım.
Uyumaktan küçücük kalan gözlerini ovalayarak salona girdi ve elini saçlarına atıp karışmış saçlarını düzeltirken etrafa baktı. "Ne oluyor burada?" Açılan camları kast ettiğini anladığımda tam cevap verecektim ki komşu bey mutfaktan çıktı. "Ne ne oluyor? Ev hava alıyor." Söylenerek bay Yoon’un yanından geçip salona girdiğinde bay Yoon suratını buruşturdu ve bu nedense bana tuhaf geldi. Çünkü genelde mimiklerini kullanmaz ve ifadesiz dururdu.
"Yiyecek bir şeyler getirdim, kahvaltı yap." Komşu bey söylenerek etraftaki dağınıklığı toplamaya başladı. "Ben gideceğim bu camlar iki saat açık duracak. Yoksa yukarıdan aşağıya hortum tutar camlarını ıslatırım."
"Tamam Josef tamam." Bay Yoon homurdanarak çalışma masasına ilerlediğinde hala ayakta olduğumu fark ettim ve geri geri adımlayarak koltuğa oturdum.
"Hiç boşuna oturma." Bay Yoon bana bakmadan konuştuğunda aniden ayağa kalktım. "Arşivi düzenleyeceksin bugün?"
"Arşiv?" Sorgular gözlerle ona baktığımda bakışları yine beni bulmadı ve önündeki bilgisayarı açtı. "Geçmiş dönemde çözdüğüm dosyalar işte. Neyini anlamadın?"
Derin bir nefes alıp kafamla onu onayladım ve bakışlarım karışık olan kitaplığa kaydı. "Tarihine göre mi yoksa suç şekline göre mi?"
"Düzenle de nasıl olursa olsun." Bilgisayarda bir şeyler yaparken yine bakışları beni bulmadı ama ben yine de kafamla onu onayladım.
"Ben çıkıyorum." Adının Josef olduğunu öğrendiğim komşu bey birden bana döndü. "Bir şeyler yesin." Anlam veremesem de kafamla onu onayladım. Koca adamı zorla yemek yedirecek halim yoktu ya?
Tozlanmış dosyaları çekerken birden hapşırmaya başladım. Toza alerjim vardı ve bu dosyalar haddinden fazla tozluydu. Camlar açık olduğu için çok etkilenmeyeceğimi düşünerek dosyaları tek tek ortadaki sehpanın üzerine koymaya başladım. Kaşınan burnumu göz ardı ederek banyoya gittim ve dosyaları silmek için bir bez alıp salona geri döndüm. Bay Yoon hala bilgisayarda bir şeyler yapıyordu ve ne yapıyorsa tüm dikkati oradaydı.
"Vakaları mail yoluyla mı alıyorsunuz yoksa telefon mu?" Resmen konuşmak için konuşuyordum çünkü sessizlik can sıkıcıydı ve bu şartlar altında bir şey öğrenemeyeceğim de netti.
"İkisi de." Homurdanarak cevap verdiğinde bana cevap vermiş olmasının şoku ile dosyaları silmeye devam ettim. "Peki her vakayı kabul ediyor musunuz?"
Yüksek sesle hapşırdığımda bakışları çok kısa bana döndü fakat umursamadan tekrar bilgisayara döndü. "Sadece zor olanları."
Dosyaları tarihine göre sıralamak yerine vakalara göre sıralamayı tercih ettim çünkü sıralarken bir yandan da çözdüğü vakalar hakkında bilgi sahibi oluyordum. Madem ayak işi yapıyordum bir işe yarayabilirdi.
Bay Yoon’a hazır cevap veriyorken başka sorular da sormak istedim fakat hapşırıklarım bana müsade etmedi. Burnum daha da kaşınıp akmaya başladığında onu rahatsız etmemek için oldukça sessiz hareket etmeye çalıştım ama bu pek mümkün değildi. Bakışları sürekli olarak üzerimde gidip geliyor fakat bir şey söylemiyordu. Alerji ilacım yanımda değildi ve tüm gün kaşınan ve akan bir burun ile gezeceğime emindim.
Elimi yüzümü yıkamanın iyi geleceğini düşünerek banyoya girip yüzümü uzun uzun yıkadım ve tekrar salona geçtim. Tam kitaplığa yöneleceğim an bay Yoon elini kaldırıp durmam için işaret yaptı ve olduğum yerde kaldım.
"Bir şeyler öğren diye arşivi düzenle diyorum ama onu bile yapamıyorsun." Tam itiraz edip alerjim olduğunu söyleyeceğim an elini tekrar kaldırıp beni susturdu. "Alerjin varsa alerjim var de. Yüzüne bakıp alerjin olduğunu anlayamam. O kadar da değilim."
Bana itiraz etme dediği için alerjim olduğunu söyleyememiştim. Kendisinden çekindiğimin farkında olması gerekiyordu. "Bahane olarak anlarsınız diye." Çekingen bir ifadeyle konuştuğumda bıkkın bir nefes verip ayağa kalktı.
"Yalan söylediğini anlarım merak etme." Bakışlarını masasından çekip bana döndüğünde duruşumu dikleştirdim. "İlacın yanında mı?"
Kafamı anında iki yana salladım. Herhangi bir tepki vermeden yanımdan geçerken konuştu. "Eczaneden alırız. Toparlan çıkıyoruz. "
"Bir şeyler yiyecektiniz?" Elimle arkamda kalan mutfağı işaret ettiğimde önemsemeden çıkışa ilerledi. "Yolda bir şeyler yeriz."
Bugün sanırım sağ tarafından kalkmıştı çünkü oldukça iyiydi. Yani onun iyisi ancak bu kadar olurdu.
"Yeni vaka mı var?" Kapıyı kilitledikten sonra hızla merdivenlerden peşinden indim. Sesli bir şekilde cevap vermek yerine kafasıyla beni onayladı. Olsun ben bu kadarına da razıydım.
......
Bay Yoon ondan hiç beklemediğim bir şekilde bu sefer arabayı kendi kullanmış, yol üzerinde durarak alerji ilacımı ve ikimize de yiyecek bir şeylerde almıştı. Bana acımış mıydı yoksa arşivini temizletip alerjimin nüksetmesine sebep olduğu için vicdan mı yapmıştı bilemiyordum. Çokta önemli değildi. Artık hapşurmuyordum, burnumda akmıyordu. Üstüne üstlük karnımda doymuştu. Şimdi yeni vakaya kendimi tamamen hazır hissediyordum.
Bay Yoon arabayı geldiğimiz sitenin otoparkına park ettikten sonra arabadan inince ben de hızla peşine takıldım.
Beni şaşırtarak ben sormadan yolda aldığı yeni iş hakkında ufakta olsa bir açıklama yapmıştı. İki gün önce ölen korenin saygın ve ünlü kimyagerlerinden olan Dong Ju'nun ölüm sebebini araştırmaya başlıyorduk. Bugün bay Yoon’u arayan kardeşi abisinin bir cinayete kurban gittiğini düşündüğünden bay Yoon’dan yardım istemişti.
Bay Yoon’un peşinden hızlı adımlarla ilerledim ve girdiğimiz binanın asansörüne bindik. Gözlerini kapatıp kafasını asansör kabininin aynasına yasladı. Asansör sekizinci katta durduğunda hızlıca kendini toparlayarak indi. Tabi ben de peşinden.
Bir daireye yaklaşıp zili çaldı ve bir süre sonra kapıyı ellili yaşlarında saçları hafif kırlaşmış bir adam açtı.
"Bay Yoon, buyurun lütfen." Adam yorgun ifadesine rağmen içten bir şekilde bizi karşıladı ve içeriye davet etti.
Oldukça lüks dairesinden içeri girip büyük salona geçtiğimizde oturmamız için yer gösterdi. Ben dikkatle evi incelerken bay Yoon adamın yüzünden bakışlarını bir an olsun ayırmıyordu.
"İki gün önce kardeşim laboratuvarında ölü bulundu. Polis hala olayı inceliyor fakat ellerinde bir şüpheli bile yok. Olay taze iken daha rahat çözeceğinizi düşünerek sizden yardım istedim."
Bay Yoon, anlayışla kafasını salladı. "Polisin elinde hiçbir şüpheli olmaması enteresan?"
"Kardeşim öldüğü gün, eşiyle, oğluyla ve benimle görüşüyor Ailesinden birinin onu öldürme ihtimalini mi bana soruyorsunuz?" Adam sitem eder gibi konuştuğunda bay Yoon, rahat bir ifadeyle arkasına yaslandı. "Kimseye bir şey sormadım. Önce sakin olun. Anladığım kadarıyla hem kardeşinizin katilini bulmak hem de kendinizi aklamak istiyorsunuz?"
Adam, bıkkın bir nefes verip bay Yoon’u onayladığında bay Yoon birden ayağa kalktı. "Gerekli izinleri alıp olay yerine gitmem gerekiyor. Daha sonrasında sizinle ve maktulün ailesi ile de görüşeceğim."
Bay Yoon’un bakışları bana döndüğünde hızla ayağa kalktım. Kafasını umutsuzca iki yana sallayıp ilerlemeye başladığında hızlı adımlarla onu takip ettim ve bir yandan da yine ne yaptığımı düşünmeye başladım.
Bay Yoon, otoparka indiğimizde beni şaşırtmayarak arabanın anahtarını bana verdi ve yolcu koltuğuna yerleşti. Arabayı çalıştırıp otoparktan çıkarken alışmış olduğum gibi konum geldi ve bay Yoon’un gönderdiği konuma doğru sürmeye başladım.
"Ne düşünüyorsunuz vaka ile ilgili?" Bay Yoon’a bakmadan konuştuğumda bir süre ses gelmedi ama bir süre sonra soruma soru ile karşılık aldım. "Sen ?" Sanırım benim ne düşündüğümü soruyordu.
"Açıkçası şu an için bir şey düşünmüyorum. Önce olay yerini görmem gerekiyor. Ölüm şeklini belirlemek, adamın düşmanlarının listesini çıkarmak. Ayrıca adam kimyager olduğu için yeni bir ilaç bulmuş olabilir. Bu ilacın piyasaya sürülmesini istemeyen olabilir. Adamın üzerinde çalıştığı işleri de incelemek gerekiyor. Neyin kime zararı olur bir liste çıkarmalı."
Söylediklerim hakkındaki düşüncelerini merak ettiğim için omuzumun üzerinden ona baktım ve kapalı gözlerini görüp göz devirdim. Uyumuş olamazdı değil mi? Ben bu kadar şeyi boşuna konuşmamıştım yani.
"Öldürüldüğü mekan da önemli. Yabancı birinin girmesi mümkün mü ya da girmesi mümkünse bile fark edilmemesi mümkün mü." Uzun bir süre sonra sessizliği bozduğunda irkilerek ona döndüm.
"Şu an onaylı olarak sadece ailesinden üç kişi ile görüşmüş. Yani karısı, oğlu ya da kardeşi bunu yapmış olabilir mi sizce de?"
Bay Yoon, dudaklarını büzerek bir süre yolu izledi ve ardından bana döndü. "Çocuğunu öldüren öz ebeveynler tanıyorum. Bu beni şaşırtmaz." Sesindeki duygusuzluk ürpermeme neden olmuş ve anında yola dönmüştüm.
Haklıydı. Her şeyi herkesten beklemek ve ona göre çıkarım yapmak gerekiyordu. Duygusal değil mantıksal hareket etmek gerekiyordu.
Mantığımı kullanarak bu davanın çözülmesinde büyük bir rol oynayacaktım ve bay Yoon’un takdirini kazanacaktım. Her ne kadar bu dediğime kendim bile inanmasam da hayat mucizelerle doluydu değil mi?
Yada değildi. Konu bay Yoon olunca pek emin olamıyordum malesef.
Konumdaki adrese geldiğimizde arabayı park ettim ve yolcu koltuğunda gözleri kapalı bir şekilde uyuduğundan emin olmadığım bay Yoon’a döndüm.
Birkaç saniye sessizce ona baktım. Şimdi böyle bakınca gayet sevimli gözüktüğünü söyleyebilirdim. Bu adamı bu halde gören biri asla huysuz ve nemrut bir adam olduğuna inanmazdı. Hele Kang Joon görse kesin eriyip buhar olarak havaya karışırdı.
"Geldik." diye mırıldandım. Uyuyor da olabilirdi ve ben onu uykusundan uyandıran kişi olarak gazabına maruz kalmak istemiyordum.
Küçük gözlerini aralayıp bakışlarını anlık yüzüme çevirdi ardından geldiğimiz yere bakarak kafasıyla beni onayladıktan sonra arabadan indi.
Arabayı kilitleyip hızlı adımlarla önden yürüyen bay Yoon’a yetiştim.
Kimyager laboratuvarında öldüğüne göre hala polis incelemesinde olan bir yerdi ve buraya girmemiz suçtu. Bunu bay Yoon’da biliyordu fakat telefonla konuştuğunu yada gerekli izni aldığını hatırlamıyordum çünkü yol boyunca uyumakla meşguldü.
Laboratuvarın önünde bizi bekleyen bedeni gördüğümde anlık gülümsedim. Sonrasında anında kendime gelip bay Yoon’un dikkatini çekmemek adına anında gülüşümü sildim.
Kapıda bizi bekleyen Jack'in önünde adımlarımıza son verdik.
"Kapıyı aç." Bay Yoon ifadesiz bakışlarıyla laboratuvarın kapısını işaret ettiğinde Jack yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Sana da merhaba Yoon."
"Uzatmada aç şu kapıyı."
Jack umutsuzca kafasını iki yana sallayıp elindeki anahtarla laboratuvarın kapısını açtı. Cidden bay Yoon umutsuz vakaydı. Teşekkür etse incileri dökülürdü sanki.
Bay Yoon önde ilerlerken Jack ile yan yana onu takip ediyorduk.
"Bu adama nasıl katlanıyorsun Haru?" Kulağıma fısıldayan Jack'in buruşturduğu yüzüne gözlerimi belerterek baktım. Sanki sebebini bilmiyordu?
Uyarı dolu bakışlarımla işaret parmağımı dudaklarıma götürüp susmasını söyleyerek hızlıca önüme döndüm. Aramızda epey bir mesafe vardı, duyduğunu sanmıyordum, yine de kendimi riske atamazdım. Bay Yoon, Jack'i tanıdığımı fark ederse anında beni kapının önüne koyardı.
Böyle bir şeyin olmasına asla izin veremezdim. Adımlarımı hızlandırıp bay Yoon’a yetiştim. İki yana açılan camlı kapılardan geçtiğimizde, girdiğimiz odanın ünlü kimyagerin çalışmalarını yaptığı yer olduğunu fark ettim.
Bay Yoon, hiçbir şey söylemeden dikkatli gözlerle etrafı inceliyordu. Etraf gayet temiz ve düzenliydi. Hiçbir arbede izi yada kırılan eşya göremiyordum. Her taraf cam tüplerle, deney malzemeleriyle doluydu. Eğer kardeşinin şüphelendiği gibi bu bir cinayetse adamın kendini savunması, karşı koyması gerekiyordu.
Yine de peşin hükümlü olmamalı, her detayı zihnime kaydetmeliydim.
"Jhoon müdürümde ilk başta bir cinayet olduğundan şüphelendi ama olay yeri incelemeyi bizzat ben yaptım. Boşuna uğraşıyorsunuz bence." Bakışlarımız aynı anda umursamaz bir tavırla konuşan Jack'e döndü. Polis teşkilatında olay incelemede çalışıyordu ve işinde gayet başarılı olduğunu biliyordum. Gereksiz bir egosu olsa da zekası küçümsenemezdi. Belki de haklıydı. Bu bir cinayet değildi, çünkü her katil arkasında bir delil bırakırdı.
"Teşkilat beceriksiz çaylaklarla dolu." Bay Yoon umutsuzca kafasını iki yana sallayıp ellerini ceplerine sokarak odanın içinde dolaşmaya başladı.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Resmen bay Yoon, Jack'e beceriksizsin demişti ama kendi kaşınmıştı.
Jack çattığı kaşlarıyla yüzüme bakarken omuzlarımı kaldırıp indirdim. Ona sadece beceriksiz demişti. Bana yaptıklarının yanında bir hiçti bence.
"Senin de ondan aşağı kalır yanın yok İşini konsantre ol çaylak." Şaşkın bakışlarım bana bakmadan konuşan bay Yoon’a anlık olarak dönse de Jack'in kıs kıs gülen sesiyle ona ters bir bakış attım.
Dudaklarındaki sırıtışıyla omuzlarını kaldırıp indirdiğinde derin bir nefes alıp önüme döndüm.
Her fırsatta bana laf sokan huysuz bay Yoon’a bir gün bu laflarını yedirecektim.
Çantamın içinden not defterimle kalemimi aldım ve laboratuvarda dolaşmaya başladım. Her bir ayrıntıya daha dikkatli bakıyordum. Adımlarım en son akıllı tahtanın yanında son buldu. Tahtada birçok element ismi yazıyordu. Bunların ne işime yarayacağını şu an bilmiyordum ama yine de hepsini defterime not almıştım.
"Amirim aradı. İncelemeniz bittiyse gitmem gerekiyor." Jack'in sesiyle kendime gelip not defterimi ve kalemimi çantama attım. Gerekli olan tüm bilgiler elimdeydi ama sadece bu bilgilerle hiçbir yere ulaşamayacağımı da biliyordum. Masanın yanından geçerken ayağımım bir cisime takılmasıyla tökezlemiştim. Son anda masanın kenarına tutunarak düşmekten kurtulmuştum ama üzerindeki iki deney tüpünün yere düşüp tuzla buz olmasına engel olamamıştım.
Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi sıkıca yumdum ve bay Yoon’un yüksek volumlu sesini duymaya kendimi hazırladım.
"Adım attığın yerlere dikkat et." Bay Yoon’un gayet sakin çıkan ses tonuyla hızla yumduğum gözlerimi açtım ve şaşkınlıkla gözlerine baktım. "Ben arabadayım."
Arkasını dönüp laboratuvardan çıktığında hala şaşkınca arkasından bakıyordum. Adamın bir anı bir anına tutmuyordu. Resmen olay yerini mahvetmiştim ama o sadece 'adım attığın yere dikkat et.' demişti.
"İyi misin? Bir yerin kesildi mi?" Jack'in endişeli sesiyle bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Bu adam benim beyin devrelerimi çok fena yakıyor."
Jack ufak bir kahkaha attı. "Vardır öyle özellikleri."
Bıkkın bir nefes verip yerdeki kırılan cam parçalarına baktıktan sonra mahcup bakışlarımı tekrar Jack'in yüzüne çevirdim. "Kusura bakma ya."
"Tamam sorun değil rahat ol. Bilerek yapmadın ya. Ben Jhoon müdürüme durumu anlatırım merak etme sen."Jack'in dudaklarındaki güven verici gülümsemeyle biraz olsun içim rahatlamıştı. Kafamla onu onayladıktan sonra ayağımın takıldığı akıllı tahtanın kumandasını almak için yere eğildiğimde kaşlarım istemsiz bir şekilde çatıldı.
Bu kumandanın yerde ne işi vardı?
Bu sefer bakışlarım kimyagerin kumandadan bir iki metre ötede bedeninin ölü bulunduğu yer olarak işaretlenen bölgeye kaydı.
Eğildiğim yerden doğruldum ve son kez bakışlarımı arkamdaki tahtaya çevirip sağ üst köşedeki tarihe baktım.
Tarih ve saat iki gün önceye aitti. Normalde akıllı tahtalarda tarih ve saat otomatik olurdu fakat akıllı tahtanın tarihi adamın öldüğü günü gösteriyordu. Beynimde yanan ampulle kocaman gülümsedim. Sakarlığım ilk defa işime yaramıştı.
"Hadi seninki işkillenmeden buradan çıkalım."
Dudaklarımdaki gülümsemeyi anında silip çattığım kaşlarımla Jack'
e ters ters baktım. "Nerden benimki oluyor be?"
Jack dudaklarındaki sinir bozucu gülümsemesini silmeden yürümeye devam ederken ona yetiştim.
"Ona ve yaptıklarına tahammül etmemin sebebini sen de biliyorsun. Boş boş konuşup benim sinirlerimi bozma Jack." Sinirle homurdanıp yürümeye devam ettim. Destek olmak yerine köstek olmak dedikleri bu olsa gerekti.
"Jhoon müdürüm senden çok umutlu ama benim hiç umudum yok. Moralini bozmak istemem. Bu adamı ikna etmen imkansız Haru."
Moralim fena bozulmuştu ama bunu benimle dalga geçen Jack'e belli edip onu daha fazla keyiflendirmeyecektim.
"Zoru başarırım, imkansız sadece biraz zamanımı alır." Dudaklarımdaki kendimden emin gülüşle Jack'e göz kırpıp laboratuvarın dış kapısından sokağa çıktım ve beni arabada bekleyen bay Yoon’a doğru yürümeye başladım.
Kim ne derse desin, ben kendime güvenirsem yapamayacağım şeyin olmadığını biliyordum. Çıktığım bu yolun zor, çok zor olduğunu biliyordum ama pes edemezdim.
Hayallerim ve babam için bunu yapmak zorundaydım.
Arabaya binip kontaktaki anahtarı çevirdim. İkinci adrese doğru sürmeye başladım. Kafamda bu davayla ilgili bir sürü birleşmeyen parça vardı. Tüm yol boyunca arabadaki sessizlik sayesinde bol bol düşünmeye fırsatım olmuştu.
Bay Yoon yine çok sessizdi. Belki de o da benim gibi kendi içinde beyin fırtınası yapıyordu. Aslında sesli bir şekilde düşündüklerimizi paylaşabilseydik eminim ki daha çok yol kat ederdik. Belki de olayı çözmüş olabilirdi diye düşünmüyor da değildim. Önceki olaydaki gibi yine beni deniyor olabilir miydi?
Belki de kendimi ve zekamı ispatlamam için bana fırsatta veriyor, yapabileceklerimi görmek istiyor da olabilirdi. O yüzden bu davaya ekstra konsantre olmalıydım.
....
Tırnaklarımı kemirerek bay Yoon’un odasının önünde yürüyüp duruyordum. Artık uyanması gerekiyordu. Bir an önce kimyagerin evine gitmeliydik. Kardeşi çoktan ona telefonda söylediğim gibi abisinin evine ulaşmış bizi bekliyordu.
Sonuçta bizim işimiz buydu ve ben keyfimden değil iş yüzünden onu uyandırıyordum. Beni öldürecek hali yoktu ya canım.
Kapının kolunu tutup derin bir nefes alarak tüm cesaretimi toplayarak daha fazla düşünmeden hızla kapıyı açtığımda kafam sert bir bedene çarptı ve istemsiz geriye doğru yalpaladım.
Düşeceğimi sanırken belime sarılan kollar sayesinde dengemi sağlayabilmiştim. Burnumdan ciğerlerime süzülen baharıtımsı kokuyla içinde bulunduğum saçma durumu idrak ettiğimde ise tüm dengem yine altüst olmuştu.
Yüzüm bay Yoon’un çıplak göğsüne gömülüydü. Ellerimle sıkıca kollarına tutuyordum ve onun kolları da hala belimdeydi. İkimizde tek kelime etmiyorduk fakat bay Yoon’un sinirli nefes alış verişlerini saçlarımın arasında hissedebiliyordum.
Kafamı panikle aniden yukarı doğru kaldırdığım gibi bay Yoon acıyla ufak bir küfür mırıldandı.
Bay Yoon belimdeki ellerini çekip benden uzaklaşarak elini burnuna götürdü. Resmen adamın burnuna kafa atmıştım.
"Özür dilerim bilerek olmadı. İyi misiniz? Kanıyor mu? Yardım edeyim ben." Telaşla ona doğru bir adım attığım sırada tişörtünü tuttuğu elini kaldırdı. Anında adımlarım taş kesildi. Bakışları o kadar keskin ve sertti ki bir an arkama bakmadan kaçmayı düşündüm ama yapamadım.
"Çık dışarı!" Bay Yoon sinirle arkamdaki kapıyı işaret ettiğinde eğdiğim kafamı aşağı yukarı sallayarak arkamı döndüm ve odasından ayrıldım.
Ben adamı takdirini kazanmak için kendimi parçalıyordum ama evren bana hiç yardımcı olmuyordu. Hatta evren bana şu an kıçıyla bile gülüyor olabilirdi.
Kesin bu sefer beni kovacaktı. Neden kovmasındı ki? Adamın çıplak göğsüne abandığım yetmezmiş gibi bir de beni düşmekten kurtarmıştı. Bende burnuna kafa atarak teşekkür etmiştim. Aptal Haru.
Omuzlarım yenilgiyle çökmüş bir vaziyette koltuğa oturarak bay Yoon’un odasından çıkmasını ve beni kapının önüne koymasını bekledim.
Bir süre sonra açılan kapı sesiyle anında oturduğum yerden kalkıp bakışlarımı bay Yoon’a çevirdim. Burnu hafif kızarmıştı ama kan yoktu. Neyse ki kırılmamıştı ama yine de kendimi çok gergin hissediyordum.
Bu sefer üst tarafı çıplak değildi. Siyah kotunun üzerine yine aynı renkte olan bir tişört giymişti. Elindeki havlu yardımıyla nemli saçlarını kurulayarak beni umursamadan yanımdan geçti ve çalışma masasına ulaştı.
Elindeki havluyu sandalyesinin kenarına astıktan sonra kemik gözlüklerini taktı. Ben ise kurbanlık koyunlar gibi başımı öne eğip bana keseceği cezayı bekledim. Hayallerimi gerçekleştiremeden çöpe atmak zorunda kalacaktım. Jhoon müdürün yüzüne nasıl bakacaktım? En önemlisi babama verdiğim sözü yerine getiremeyecektim.
"Kahve."
Hızla eğdiğim kafamı kaldırdım. Bay Yoon bana bakmıyordu.
Önündeki laptopundaydı dikkatli bakışları ama ben kocaman gülümsüyordum şu an.
"Bir kez daha söylemeyeceğim." Yine yüzüme bakmadan ifadesiz bir şekilde konuşmuştu ama hiç sorun değildi benim için. Hala inanamıyordum, beni kovmamıştı.
Bana bakmasa da anında kafamla onu onaylayıp mutfağa girdim. Kahve makinesini çalıştırıp buzdolabının kapağını açtım. Yeni kalkmıştı ve kahvaltı etmemişti. Kahvenin yanında özür mahiyetinde bay Yoon’a ufak bir sandviç hazırlayacaktım fakat buzdolabında hiçbir şey yoktu.
Anında moralim bozulurken aklıma gelen şeyle buzdolabının kapağını kapattım. Mutfak dolabından çıkardığım kupaya olan kahveyi doldurup, masanın üzerindeki tuzlu kurabiye tabağını da elime alarak salona ilerledim. Çatlak komşusu Josef'in yaptığı kurabiyeler cidden çok lezzetli görünüyordu.
Dikkatli bir şekilde kahveyi ve elimdeki tabağı çalışma masasına bırakıp geri çekildim.
Bay Yoon tabaktaki kurabiyelerden birisini ağzı atıp ağır ağır çiğnerken kahvesini yudumlayarak arkasına yaslandı.
"Sabahın köründe odama izinsiz girdiğine göre davayı çözdün?" Elindeki kahve bardağını masaya bırakıp arkasına yaslanarak sorgular bakışlarını yüzüme çevirdiğimde belli belirsiz kafamı salladım.
"Henüz tam olarak emin değilim. Emin olmam için kimyagerin evine gitmeliyiz. Hatta şu anda bizi bekliyorlar."
Evet, kafamda bir sürü parça yerine oturmuştu hatta olayı çözmüştüm fakat bunu bay Yoon’a şimdi söylemeyecektim. Kendi gözleriyle görmesini istiyordum.
Bay Yoon kahvesinden bir yudum daha alıp hiçbir şey söylemeden oturduğu sandalyesinden kalktı.
Çantamı ve anahtarları alıp bay Yoon’a yetiştim. Bu benim son şansımdı ve hata yapmak gibi bir lüksüm yoktu.