Bir yaz günü hayatıma giren adam bir kış günü hayatımdan hiç olmamış gibi çıkıp gitti.
Ne dur diyebildim ne de peşinden gidebildim.
Gitmesi daha iyi hissettirecek sanmıştım.
Kapıyı yüzüme kapatınca yanıp kül olan kalbimin ateşinin azalacağını düşünmüştüm.
Bir yıldır beni karanlık zindanın içine hapseden düşüncelerimin toz bulutu gibi yok olup uçacağını düşünmüştüm.
Beni daraltan evin bana huzur vereceğini düşünmüştüm.
Gitti!
Kalbimdeki yangınım azalmadı.
Aklımdaki düşüncelerim kaybolmadı.
Evim eskisinden daha beter boğdu beni.
Yoktu!
Ali’m beni ve oğlunu bırakıp gitti.
Dizlerimin üzerine çöküp kulağıma ilişen kahkahalarının seslerini dinledim. Aşkımıza, sevgimize şahit olan odanın içinde kendime işkence etmek ister gibi gözlerimi dolaştırdım.
Her sabah benim için açtığı bordo perdeler aynı duruyordu. Komodinin üzerine bıraktığı siyah saati aynı duruyordu. Sinirle çıkardığı gömleğiyle ceketi gözlerimin önünde gidişini yüzüme vuruyordu.
Biten evliliğime, ona olan kızgınlığıma, kırgınlığıma canım çıkıncaya kadar ağladım. Bir kere bile beni ağlatmadığı bu odada onun için ilk ve son kez ağladım. Beni ve oğlunu geri planda bırakarak giden sevdiğim adam bu saatten sonra onu seven kalbimi onarılmayacak bir halde bırakarak gitti.
Gelse de geçmez acısı sevse de. Bıçağı öyle bir soktu ki kalbime yaşarken öldürdü beni.
Ellerimi yanaklarımın üzerinde gezdirip titreyen bacaklarımı zorlukla ayakta tuttum. Kuruladığım yanaklarımın üzerine yerini alan yeni yaşları tekrar sildim. Yatağın üzerinde uyuyan oğlumun yanına oturup elimi kumral saçlarının üzerinde gezdirdim.
“Annem, baba gitti. Bir daha bizimle beraber olmayacak. Onunla kahvaltı yapamayacağız, gezemeyeceğiz, gülümseyip kahkahalar atamayacağız. Babayla anne birbirini çok severken aynı zamanda derinden yaraladılar. Özür dilerim sana bunu yaşattığım için, özür dilerim annen ve babanla büyümeyeceğin için. Kırgınım, bir an önce büyü ve beni kollarının arasına al. Senin desteğine ihtiyacım var Batuhan’ım.”
Sevdiğim adam gitti, şimdi el oldu bana.
Uykusunda bana destek olan oğlum küçük parmaklarını elimin üzerine getirdiğinde son kez aktı gözyaşlarım kanayan gözlerimden.
“Senin için güçlü olacağım oğlum. O bizi bırakıp gittiyse o kaybetti. Bize tercih ettiği insanlarla mutlu olsun. Ben senin için hep mutlu olacağım, asla sesimin sana yükseldiğini duymayacaksın, asla seni huzursuz hissettiren insanlarla görüşmeyeceğim. Benim önceliğim her zaman sen olacaksın. Sana söz veriyorum, sırtıma taş bağlasalar da senin için dik yürüyeceğim, annenin başını yerde görmeyeceksin. Acıdan ölecek gibi olsam da asla dışarı acımı göstermeyeceğim. Senin varlığın bana güç verecek, hep benimle ol olur mu?”
Derin bir iç çekişle gözlerimi araladım. Bütün gece yatağın üzerinde biten evliliğime ağlarken gözlerimin kapandığının farkında değilim. Parmaklarımı alnıma bastırıp yatağın içinde oturmaya çalışan Batuhan’ı kucağıma alıp “Günaydın,” dedim ince çıkarmaya çalıştığım sesimle.
“Anne.”
“Annem.”
Süt kokulu boynunu öpüp karnını gıdıklamaya başladığımda küçük ağzından çıkardığı kahkahaları dinledim. En büyük acıları silen tek ses evladının gülüşüdür. Yalnız olsam atlatmam zor olurdu ama onun kahkahalarının seslerini duydukça biliyorum ki henüz taze olan acım azalacak sonra tamamen kaybolacaktı.
Buruklaşan yüzümü toparlayıp emziğini ağzına koyan Batuhan’ın elinden emziğini alıp kaşlarımı yukarı kaldırdım. Emziğini almamdan hoşnutsuz olduğu için çığlık atıp kollarını sallamaya başladığında, “Olmaz,” dedim onunla birlikte yataktan kalkarak.
“Sabahları ne yapıyorduk? İlk önce duşumuzu alıyoruz, sonra üstümüzü giyinip alt kata iniyoruz, ardından kahvaltımızı yapıp seni babaannene bırakıyoruz değil mi? Ama bugün işe gitmeyeceğim tüm günümü seninle geçireceğim.” Yanağını kocaman öptüm. “Sevindin mi oğlum?”
Minicik dişlerini gösterip emziğe ulaşmaya çalıştığında, “Anlaşılmamış,” dedim gülerek. Henüz on dokuz aylık olmasına rağmen güçlü bir adam gibi elimdeki emziğe uzanması büyüyünce çok güçlü bir çocuk olacağını gösteriyordu. Canının acımayacağını bilsem o güzel yanaklarını öpe öpe kızartım ama beyaz teni hassastı. Bir kere öpsem de hemen kızarıyordu.
Banyoya girdiğimizde gözlerim lavabonun üzerinde duran tıraş makinelerine çarptı. Dün sabah tıraş olmuştu. Geç kalıyorum diyerek kahvaltı bile yapmadan çıkıp gitmişti. Bir daha o masaya birlikte oturamayacağımızı bilse gider miydi? Giderdi. Hep gitmişti, seni seviyorum, sen benim her şeyimsin dediği halde bile gitmişti. Ali’ydi o, zora geldi mi kaçardı.
Batuhan’ın küvetinin içi su dolarken onu kucağımdan indirmeden ayağa kalkıp aynalı dolabın iki kapağını açtım. Yüzüme çarpan kocamın kokusu burun deliklerimden içime ulaşırken, “Baba,” diyen Batuhan’ın sesiyle gözlerim doldu. Ağlamayacağım. Kendi tavşan desenli havlusuna uzanmak yerine babasının kar gibi beyaz olan havlusunu tuttu. Onun yokluğunu ilk andan hissetmişti. Babasının buram buram yayılan kokusunu içine çekerek minik burnunu ve ağzını havluya sürttükçe çenem titredi.
“Anne, baba.”
“Baba gelecek oğlum. Senin havlunu alalım, çok güzel değil mi?”
Yüzünü babasının havlusundan kaldırıp benim havlumun yanında duran kendi havlusuna uzandı. Onu askıdan alamadığı için hırçın bir çocuk gibi çığlık atıp minik elleriyle çekmeye çalıştığında, “Tamam,” dedim gülümseyerek. “Aldık işte, neden sinirleniyorsun?”
Seyrek olan kaşlarını çatıp minik dudaklarını büzdü. Tip olarak babasına benzese de huy olarak bana benziyordu. İkimiz de istediğimiz bir şeyi yapamazsak öfkeleniyorduk. Ben bu huyum yüzünden evliliğime zarar vermiştim. Bu ilişkide Ali’de hata olduğu kadar bende de hata vardı bunu asla inkâr edemezdim. Hırsım, kıskançlığım, öfkem, kırgınlığım o kadar fazlaydı ki çok sevsem de karşımdaki insanı kırmaktan da çekinmezdim. Köşeme çekildiğim zaman pişman olurdum ama gururumdan da ödün vermezdim. Bana göre yaptığım her şeyin bir nedeni vardı. Evliliğim bitse de asla pişman olmayacaktım.
Batuhan’a duş aldırıp acele ederek üzerini giydirdikten sonra alt kata indim. Bakmadım sehpanın üzerinde duran okuduğu gazetelere, kaldırmadım masanın üzerinde duran kahve bardağını, işitmedim Deniz’im diyen sesini. Yaklaşmadım sigara içtiği mutfak penceresinin önüne. Oturmadım iki kişilik koltuğa. Onunla geçirdiğim güzel, özel anıları birer birer kafamdan atmak için dokunmadım evin ona ait olan yerlerine.
O, yok artık Deniz, seni bu evin içinde bırakıp gitti. İçki, eğlence, gece hayatı ona daha cazip geldi. Seninle geçirdiği üç yıl ona yetti ve arttı. Sen artık onun için yoksun, bu evde onun anıları varsa al kızım eşyaları çık git bu evden. Ne geriye bakıp ağla ne de onu düşünüp acı çek. Senin yanındayken seni düşünmeyen adam sen tekken mi seni düşünecek? Sen zaten onun için bitmiştin, biraz sana karşı merhamet besleseydi seni anlardı, çektiğin acıyı görürdü.
Isırdığım dudağımı serbest bırakıp oğlumun mamasını yedirdim. Onu oyun alanına bırakıp eline arabasını verdikten sonra dün akşam pencerenin önünde duran masanın üzerine fırlattığım telefonu alıp Batuhan’ın karşısına oturdum.
Annemi aradım. Sırdaşım, dostum, tek arkadaşım.
“Deniz’im?”
Dışarıdaki buz gibi hava kapının altından evin içine dolmuş, bedenimi kar tipisiyle esir alıyordu. Titreyen çenemi durduramıyordum.
“Kızım?”
“Bu sefer kesin bitti anne. Ali gitti.”
Ve bir daha gelmeyecek.
Sol gözümden bir damla yaş süzüldü. Bu saate kadar iyi dayanmıştım.
“Yine neden kavga ettiniz kızım? Anlamıyorum sizi, birbirinizi bu kadar severken nasıl kırıyorsunuz? Baban en son ki kavganızda ne dedi? Eğer bir daha kavga ederseniz Deniz’i alırım demedi mi Ali’ye? Onu üzmeyeceğim baba diyerek söz veren adam yine ne yaptı da kırdı kalbini?”
Bacaklarımı karnıma çekip, “Anne,” dedim. Sesim dikenli çalıların arasında kalmış gibi boğuk çıktı.
“Bu sefer gerçekten bitti. O da istedi ayrılmayı. En yakın zamanda boşanma davası açılacak.”
“Ağlama Deniz’im. Kardeşini arayacağım yanına gelsin, ben de babanla akşama yanında olurum. İçine atma, ben seni biliyorum güçlü olacağım diye acını içine atar karanlık kuyunun içinde sessizce boğulursun. Boğulmana izin verme, bu saatten sonra ne gözünden akan yaşı görmeye razı gelirim ne de titreyen sesini duymaya. O Ali Bey’e iki çift sözüm olacak sen sakın kalbini yaralama kızım.”
Burnumu çekip, “Anne,” dedim hıçkırarak. “Anne çok acıyor, gel ne olursun. Kendimi geceden beri tutuyorum, Batuhan korkmasın diye bağıra bağıra ağlayamıyorum ne olur gel.”
“Olmaz olsun böyle sevgi,” diyen annemin sesi de titreyince, “Ali’ye kızma,” dedim. “Biz ayrılsak da siz iyi olun anne. Size bir kere bile saygısızlığı olmadı. Seni, babamı Yiğit’i çok seviyor. Lütfen birbirinize kinlenmeyin.”
“Bizim canımızın canını yakıyor bizi sevse ne olur ki? Sen ağlama geleceğiz biz.”
Avuçlarımın arasından yere düştü telefon. Boşanmak çok kolaydı, anıları, yaşanılanları unutmak çok zordu. Keşke her şey aldığımız karar kadar kolay olsaydı. Anılarımız birbirimizden uzaklaştığımız an silgiyle silinseydi. O sana sen ona yabancı olsaydın keşke. Yüreğin seni geride bırakan insan için kanamasaydı keşke.
***
Elimdeki fotoğrafları içim gibi karanlık olan kutunun içine koyup gülümseyen Ali’nin yüzünde parmağımı dolaştırdım. Ben mi yaktım senin canına da silindi o güzel gülüşün yüzünden? Biz nasıl bu hale geldik Ali? Nasıl canımızı yaktık?
Son fotoğrafı da kutunun içine bırakıp kapağını kapadım. İşte böyle, gülümsemeler, mutluluklar bir fotoğrafın üzerinde karanlık kutuya mahkûm oldu. Onları yakmaya benim gücüm yetmezdi, atmaya kıyamazdım. Bu evde yaşadığım bütün anıların hepsini yok edemezdim. Gitmem gerekti, her şeyi burada bırakıp yeni bir dünya için bu evden uzaklaşmam gerekti.
“Abla, Ali eniştenin ailesi geldi.”
Gözlerimi yumdum. “Geliyorum,” dedim kekeleyen sesimle. Annem haber vermiş olmalıydı, hepsi geldiğine göre onlara bu kararı benim vermem gerekiyordu. Ali yoktu, dün akşamdan beri oğlunu sormak için bile aramamıştı. İşinin başında mıydı? Yoksa arkadaşlarıyla içiyor muydu? Belki de beni şikâyet ediyordur, ona göre ben suçlu olduğum için başımıza ne geldiyse hepsi benim yüzümdendi. Bunları her zaman yüzüme söylemekten çekinmezdi o, şimdi benden uzaklaşmış arkadaşlarına benim huysuzluğumu anlatıyordur.
Oturduğum yataktan kalkıp üstüme çeki düzen verdim. Aşağıda beni bekleyen ailesini seviyordum, bu zamana kadar beni asla öz evlatlarından ayırmamış olan Azra anneme, Talha babama haksızlık yapamazdım. Hele Umut ağabeyimin yüzüne asla üzgün halde bakamazdım. Baktığım an Ali’nin yakasına yapışıp beni neden üzdüğünü sorar, sözleriyle onun canını acıtırdı. Bu aile bana bu kadar değer verirken onların karşısında somurtarak duramazdım.
Koridoru geçip merdivenleri inmeye başladım. Batuhan’ı omuzlarına alan Talha baba onu evin içinde gezdirirken beni görünce ayağa kalkan Azra anne dolan gözlerini yüzümden saklamadan bana doğru geldi. Konuşmadım, sadece gülümsedim. Gözlerini kapatıp açtı. Beni kollarının arasına aldığında beklemeden boynuna sarıldım.
“Yine ne yaptı?”
“Bir şey yapmadı anne. Biz olmuyoruz, birbirimize, çocuğumuza daha fazla zarar vermeden yollarımızı ayırmaya karar verdik. Lütfen ona bağırmayın, böyle olması gerekiyor.”
“Metehan?”
“Efendim dede.”
“Batuhan kardeşinle oyun alanında oyna oğlum.”
“Tamam dede.”
Geri çekilip yanağımın içini ısırdım. Yiğit Metehan ve Batuhan’ı oyun alanına götürürken Talha baba gözleriyle koltuğa oturmamı işaret etti. Başımı usulca sallayıp yüzlerindeki buruklukla bana bakan Umut ağabeyimle Ömer’in önünden geçip tekli koltuğa oturdum. Yasemin yengem çocuklar tek kalmasın diye onların yanına geçerken Azra anne Talha babayla Ali’yle her zaman yan yana oturduğumuz koltuğa oturdu. Bir daha oturamayacağım koltuğa.
“Yine neden kavga ettiniz diye sormayacağım kızım, aynı problemler olduğunu gözlerinden rahatlıkla görüyorum ama yine soracağım Ali sana karşı şiddet mi uyguladı?”
Başımı iki yana salladım.
“Bağırdı mı?”
Yine başımı iki yana salladım.
“Sorun arkadaşları ve yanında çalışan kadın değil mi?”
Bu sefer aşağı yukarı salladım. Tek kelime edecek gücü kendimde şu an bulamıyordum. Konuşursam ağlardım ve ben şu an ağlamak istemiyordum.
“Çağırın şu herifi, gelsin derdi neyse anlatsın. Dinden imandan çıkarak beni.”
Talha babanın sesi yükselince oturduğum yerden kıpırdadım. Azra anne elini onun dizinin üzerine koysa da birazcık da olsa sakinleşmedi.
“Dışarıda, akşamdan beri arabanın içinde oturuyor.”
“Geri zekâlı herif. Madem gitmeye cesaretin yok ne demeye bu kızı üzüyorsun?”
Tırnaklarımı avcumun içine batırdım. Gitmemişti. Akşamdan beri arabanın içinde ne yapıyordu? Bitsin demişti, bitmesi için yakınımızda olmaması gerekiyordu.
Dış kapı açılınca oturduğum yerde gerildim. Bir zamanlar eve girdiğinde koşarak boynuna atladığım adam şimdi eve giriyor diye geriliyordum. Gülümsedim. Buz gibi bir gülümsemeydi bu. İçim yanıyor dışım donuyor.
“Baba.”
Tırnaklarımı etime sapladım. “Babacığım.” Kulaklarımın sağır olmasını istedim. “Baba geldi.” Göz pınarlarımı dolduran yaşların bedenimden yok olmasını istedim. “Canım oğlum, nasılsın babacığım?” Dudakları arasından bir şeyler mırıldanan oğlum tam konuşamadığı için derdini babasına anlatırken onu her zaman yaptığı gibi dikkatle dinliyordu. Gözlerim değmiyordu ama hissediyordum.
“Sen Metehan ağabeyinle oyna aslanım, birazdan geleceğim yanına.”
Batuhan’ı oyun yerine bırakıp yere basan sert adımlarıyla karşımda duran oturduğum tekli koltuğun diğer eşine oturdu. Dün akşamki kıyafetleri üzerindeydi. Gözlerimi asla yüzüne çevirmedim. İki yana açtığı bacaklarının üzerinde duran elleri yumruk halindeyken yüzüne de bakamazdım zaten.
“Biri bana karın mı arkadaşların mı dese düşünmeden karım derim.”
Babasının konuşmasıyla oturduğu yerde gerildi. Omuzlarını dikleştirip başımı kaldırınca o an göz göze geldim. Bütün gece uyumamış, uykusuz olduğu zamanlar gözlerini tam açamazdı. Sinirli olduğu için sürekli saçlarını çekiştirmiş. Düzenli duran saçları karman çorman duruyordu. Çenesinin altında ufak bir kızarıklık vardı. Sanırım Ömer ya da Umut ağabeyim çenesine yumruk atmışlardı.
“Her ne olursa olsun ailem benim için her şeyden önce gelir Ali, bunu çok iyi biliyorsun, değil mi?”
Babası ona dönük konuşsa da gözlerini asla ona çevirmedi. Donmuş gibi bana bakıyordu.
“Değdi mi şimdi? Evliliğiniz bitiyor, çocuğunuz anne babasından ayrı büyüyecek. Görüşme dedim sana şu insanlarla inatla görüşmeye devam ettin. Sen nasıl bir adam olup çıktın başımıza Ali? Bu kızın babasına ne diyeceksin şimdi? Sen değil miydin onun için bir sene Trabzon’da kalan, sen değil miydin babası kızını alıp gittiğinde seviyorum bir daha üzmeyeceğim diyen? Ne oldu da bu hale geldiniz Ali?”
Talha babanın sesinin yükselmesiyle yüzü kıpkırmızı oldu. Parmaklarını kıracaktı sıkmaktan. Yeşil mavi damarları kol kaslarını zorluyordu. Biliyorum, babasına sesini yükseltmemek için kendini zor tutuyordu.
“Siz bizim aramızdaki sorunlara karışmayın,” dedi dümdüz sesiyle. “Biz bir karar aldık o kararı da yakında işleme koyacağız, aramızdaki ilişki bizi ilgilendirir.”
“Lan!” diye bağıran Talha babanın kolunu tutan Azra anne, “Sakin,” dediği an Yasemin yenge çocukları alıp üst kata çıktı. Burnumdan nefesimi bıraktım.
“Haysiyetsiz herif,” diyen Umut ağabey kulağındaki işitme cihazını düzeltip parmağını hâlâ kıpırdamadan duran Ali’ye uzattı.
“Ne dedim ben sana? Görüşme bu insanlarla demedim mi? Kız onlardan hoşlanmıyorsa kötü bir şeylerini görmüştür demedim mi? Sana anlatamadığı bir olay olmuştur bu yüzden de onlarla görüşmeni istemiyor demedim mi? Neyin inadı oğlum bu? Karın lan bu kız senin, karının halini görmüyor musun? Onu bu hale getiriyorsun ve vicdanın sızlamıyor mu?”
“Sen değil miydin Deniz olmadan yaşayamam diyen? Ne oldu it?” diyen Ömer’in sesiyle, “Yeter,” diye bağırıp ayağa kalktı.
“Bıktım aramızdaki problemlere karışmanızdan, üstüme gelmenizden, beni anlamamanızdan. Seviyorum, aşığım ama olmuyor. Arkamı döndüğüm an acaba şu an kimlerle görüşüyor diye düşünüyor, banyoya girdiğim an telefonumu karıştırıyor, işten biraz geç gelsem beni saatlerce sorguluyor. Arkadaşlarımın yaşam tarzları normal olmayabilir ama bana bir yanlışları olmuyor dediğim halde insanların yüzüne tiksinç bir şeye bakar gibi bakıyor. Beni özlediği için iş yerime gelmiyor beni bir kadınla basmak için iş yerime geliyor. Ben bittim, ben tükendim gelmeyin üzerime. Doldum lan ben, boğuluyorum. Biriniz de çıkıp Ali neyin var diye sormuyorsunuz? Ali Deniz’i üzme, Ali Deniz’i kırma diye beni sıkıştırıyorsunuz ama gelip de Ali canın acıyor mu diye sormuyorsunuz. Size göre hep Deniz haklı. Olsun, o haklı olsun ben haksız olayım ama yeter. Ailemsiniz kalbinizi kırmak istemiyorum.”
Hayret, ruhum bir köşede onunla geçirdiğim anları düşünerek hıçkıra hıçkıra ağlarken bedenim dik bir şekilde karşısında duruyordu. Benim ona olan soğuk bakışlarım onu daha fazla çileden çıkarmış olacak ki, “İşte bunu yapıyorsun,” diye üzerime yürüdü. Umut ağabeyim kolundan tuttuğu gibi onu arkaya savururken, “Abi ne yapıyorsun?” dedi şokla.
“Hareketlerine dikkat et.”
“Kafayı yiyeceğim, karım o benim karım ona vuracak değilim.”
“Sen sözlerinle ona çoktan vurdun Ali, kızı yaralamışken bir de elinin ona değmesine izin vermem bu saatten sonra.”
Dün akşamdan beri yaptığı gibi ellerini saçlarının arasına geçirip zigon sehpaya tekmesini geçirdi. Sehpa yere devrilirken olanları gözlü yaşlı izleyen Azra anne hâlâ kıpırdamadan oturan kocasının kolunu sıvazlıyordu.
“Lütfen tartışmayın, biz boşanıyoruz. Olmuyor, Ali’yle ben aynı yolda yürüyemiyoruz, Ali dün akşam birlikte yürüdüğümüz bu yolda bizi bırakıp gitti. Bu saatten sonra kavga etmenin, kalp kırmanın anlamı yok. Ortada bir çocuk var annesinin de babasının da sevgisine ihtiyacı var. Ben annesi olarak onu asla babasından uzaklaştırmayacağım istediği zaman görecek bunu kendisine de söyledim. Rica ediyorum biraz sakinleşin.”
Sinirden gülmeye başladığında gözlerini tekrar gözlerimle buluşturdu.
“Bir kere bana güvenseydin şu an bu halde olmazdık, arkamdan şüpheyle dolaşmasaydın oğlumuz anne babasından ayrı büyümezdi.”
Onun gibi gülümsedim. Gözleri dudaklarımın üzerine kaydığı an bakışlarını hızla gözlerime çevirdi. Ateş gibi öfkeyle yanarken hâlâ beni mi arzuluyorsun Ali? Sen benim bedenimin üzerine toprak attın bundan sonra bu beden sana yar olmaz. Aklımdan geçenleri gözlerimden okudu. Adem elması sert bir şekilde aşağı inip yukarı çıktı. Bu öyle bir yutkunmaydı ki o an beni tamamen kaybettiğini anladı. Sakinledi mi asla, aksine hareleri daha bir öfkelendi.
“Neyimi gördün Deniz? Kiminle yakaladın beni? Yirmi yıllık arkadaşlarımla sen istemedin diye tek buluşmadım. Her ay düzenli bir şekilde grupça yaptığımız kahvaltılara seninle birlikte gittim. Onlarla görüşmediğim için üzüldüklerinden beni görmeye iş yerime geliyorlardı. Düşünebiliyor musun arkadaşlarım sırf karım istemiyor diye beni görmeye gizli gizli geliyorlardı. Onlar rahat bir hayat yaşıyor diye beni de o hayatın içine sokmadılar. Ben aklı başında bir adam olarak nerede nasıl davranacağımı bilirken sen beni boğdun Deniz, bana kadın olmadın.”
“Adam olsaydın da sana kadın olsaydı,” diyen Talha baba oturduğu yerden kalkıp yakasına yapışınca gözümden bir damla yaş süzüldü.
Kadın olamamıştım, gece gündüz gözünün içine baktığım adama kadın olamamıştım. Bir kere bile onu reddetmediğim adam ailesinin içinde bana kadın olamadın dedi.
“Öyle demek istemedim.”
Dedin, öyle bir dedin ki bitirdin beni Ali. Tek sözün aldı gitti güzel anılarımızı.
“Deniz, öyle demek istemediğimi biliyorsun. Ne amaçla söylediğimi biliyorsun, bakma şöyle, yapma bunu.”
“Alın bunu gidin, gözüm seni bir süre görmesin Ali, sen benim yetiştirdiğim evlat olamazsın.”
“Ben o amaçla söylemedim,” diye bağırdığında oturduğum yerden kalkıp karşısına dikildim. Az önce akan bir damla yaş vardı ya, o benim son gözyaşımmış şimdi daha iyi anladım. Başımı dik tuttum. Tekrar öyle demek istemedim diyeceği an, “Sus,” dedim buz gibi sesimle.
“Seninle sevgili olduğumuzda o esmer olan arkadaşın arayıp Ali bu gece boşum gel dediğinde ben senin yanında değil miydim Ali? Yanındaydım. Sen bana dedin ki o şakacı bir insan dalgasını geçiyor dedin, değil mi?” Konuşmak için dudaklarını araladığında, “Sus,” dedim geri adım atarak.
“Ben sana inandım Ali, Ali şaka diyorsa şakadır dedim. Asla beni aldatmaz dedim.”
“Benin gözüm seni gördüğü andan beri kimsenin gözünü görmedi.”
“Sus lütfen. Nişanlandık, arkadaşlarımla seni tanıştıracağım dedin tamam dedim. Onların istediği mekânda buluştuk, gece kulübü. Ben sana ne demiştim Ali, ben içkili ortamlarda bulunmaktan hoşlanmıyorum, herkesin yaşantısına saygım var ama beni bu ortamlara sokma dedim sen de bu seferlik olsun bir daha gelmeyiz dedin.”
“Bir daha gitmedik öyle bir mekâna.”
“Birbirleriyle öpüşen, sevişen insanların içinde ben bir saat kaldım Ali. Senin o arkadaşların gözümün önünde uygunsuz hareketlerde bulundu.”
“Senin bundan rahatsız olduğunu bildiğim için onlarla uzun bir süre görüşmedim ben zaten.”
Hâlâ kendinden ödün vermiyordu. Başımı iki yana salladım sabırlı olmak adına. Haklıyken haksız duruma düşmek istemiyordum.
“Sustum,” dediğinde derin bir iç çekip, “İki sene o insanlarla görüşmedin ve biz çok mutluyduk Ali,” dedim boğuklaşan sesimle. “Ne zaman arkadaşlarından biri öldü sen onlara tekrar yaklaştın. Benim gözlerimin önünden o sahneler gitmedi Ali, sen bana işteyim deyip Kerem’in yanına gittiğinde benim sana olan güvenim sarsıldı.”
“Annesi öldüğü için gittim. Bunu sana o zamanda söyledim, rahatsızdın ondan söylersem huzursuz olacağını düşündüğüm için gittim.”
“Sonuçta bana yalan söyledin. Bu olayın üzerinden çok kısa zaman geçti, gecenin üçünde ölen arkadaşının karısı aradı. Ali zor durumdayım dediği an apar topar üstünü giyinip evden çıkıp gittin. Sabah geldiğinde sana hiçbir şey söylemiyorum Ali o kadının yardıma ihtiyacı varsa ver para gönder bir yere dedim. Sen ne yaptın, kadına ev tuttun, restoranında iş verdin.”
“Sokakta kalmıştı, Deniz bu konuda vicdansız olamazsın. Çocuğuyla bir başına kalmış, gidecek kimsesi yok ne yapsaydım sokağa mı bıraksaydım?”
“Ondan fazla şuben var gönder onu başka şubeye dedim göndermedim. İlla yanında çalıştırdım. Ali sen kadın oğlundan ayrı olmasın diye restoranının bir bölümünü onun için ayarladın. Oğluyla rahat etsin diye kadının çocuğuna bakıcı da tuttun. Kendi çocuğun için yaptın mı bunu?”
“Deniz! Bana sorumsuz bir babaymışım gibi davranma. Asla oğlumu ihmal etmedim ben. Oğlumu bakıcılara bırakmak istemem diyen sendin, annemin yanında kalırken ben günde üç kez oğlumun yanına gittim. Bana kendi oğlumu ihmal ediyormuşum gibi konuşma. O kadın çaresiz bir kadın, yardıma ihtiyacı var. Yıllarca itilip kakılmış, kadın doğru düzgün konuşamıyor, saf biri. Başka bir yere gönderseydim kadına zarar verirlerdi.”
Geriye çekildim. “Tamam Ali, sen o kadını koru ben ve oğlum başımın çaresine bakarım. Zaten senin için son bir senedir ikinci plandaydım sebebini de öğrendim. Bir kere bile seni ihmal etmediğim halde babanın yanında bana kadın olamadın dedin ya sen bende o dakika öldün. Bu saatten sonra konuşmanın bir anlamı yok. Kırılan bardağı tekrar yapıştıramazsın, biz daha önce çok yapıştırmaya çalıştık olmadı. Bak bardak elimizde paramparça oldu. Saygımızı kaybetmeden yollarımızı ayıralım.”
“Yazıklar olsun Ali enişte sana. Zamanında ablama bu adamdan sana koca olmaz dediğimde keşke kalbini değil de beni dinleseydi. Kalıbına bakan adam sanır seni ama sen ciğeri beş para etmez adamın tekisin.”
“Yiğit!”
Bu olsun istemiyordum işte, biz ne kadar kötü olursak olalım ailelerimizle aramız bozulmasın istiyordum.
“Düzgün konuş.”
“Bunlar gerçekler abla, adam bildiğin kadını kendine metres tutmuş. Çocuğuna bile bakıcı tutmuş sen bunları bildiğin halde nasıl onunla aynı evde kaldın aklım almıyor. Hep sana kızıyordum ama seni şimdi çok iyi anlıyorum. Gözü dışarıda olan adamı evde tutamazsın.”
“Ne diyorsun lan sen?”
Yiğit’in üzerine atılacak olan Ali’nin göğsüne ellerimi bastırdım. “O senden küçük, kızgın kendine gel.”
“Ömer al şunu git elimden kaza çıkacak,” diyen Talha babanın sesiyle Ömer Ali’nin kolunu tuttu. Tıpkı patlamak üzere olan bir volkana benzeyen gözlerini kardeşimin üzerinden çekmeden kolunu Ömer’in kollarından çekti.
“Onurumla yaşayan bir adamım ben, benim hakkımda ne düşünürseniz düşünün zerre umurumda değil. Karım inanmamış bana siz inanmasanız da olur.”
“Eşyalarını indiriyorum aşağı abla, bu evde daha fazla durmanın anlamı yok.”
İlk kez öfkeli olan gözlerinde endişe oluştu Ali’nin. Ondan uzaklaşmak adına geriye çekilip, “Batuhan’ı da al,” dedim düz sesimle. Biraz daha dayan Deniz, buradan uzaklaşınca acını yaşarsın.
“Nereye gidiyorsunuz? Burası senin evin Deniz, Batuhan’la burada yaşa. Ben oğlumu görmeden duramam, Trabzon’a gideyim deme sakın.”
Omzumun üzerinden çaresiz gözüken haline baktım. Elim sol göğsüne değse ağlayacak gibi bakıyordu.
“Seni bana hatırlatan her şeyden uzaklaşmak istiyorum. İstanbul’da olacağım, Batuhan’ı görmek istediğinde Yiğit seninle görüştürür. Ama beni görmeyeceksin Ali, seninle bundan sonra yanlışlıkla olsa bile karşılaşmayalım.”
Göz bebekleri titredi. Sanırım yüreği acıyordu, olsun acısı bir iki gün sonra geçerdi.
“Oğlumuz için yan yana geleceğiz, Deniz.”
Başımı iki yana salladım. Bizden çok perişan hale gelen ailesine, “Sizden asla kopmam,” dedim. “Annem babamsınız, ağabeylerimsiniz, her zaman sizi ziyarete geleceğim. Helallik istemiyorum, çünkü görüşmeye devam edeceğiz.”
Sesli ağlamaya başlayan Azra annemin yanına gidip yanaklarını öptüm.
“Annem, işe giderken Batuhan’ı yine sana bırakacağım. Bizim hayatımızda değişen bir şey olmayacak, üzülme olur mu?”
“Nasıl üzülmem, hayatın kıymetini bilmeyen insanlar yüzünden yuvanız dağıldı. Nasıl geçer bu acı?”
“Abla hadi çıkalım.”
Kısa saçlarını öpüp, “Yiğit’te olacağım,” dedim. “Gelmek istediğinde gel lütfen. Biz aileyiz.”
“Ah güzel kızım, oğlumun adına senden özür dilerim. Sana yaşattığı onca kötülükten sonra ne diyeceğimi bilmiyorum. Pişman olduğu zaman sakın onu affetme, ailesinin kıymetini bilmeyen bir erkeğe tekrar şans versen de o yine yuvasının kıymetini bilmez.”
“Anne!”
“Kes sesini,” diye bağırdığında tamamen geri çekildim.
Yiğit’in kucağından oğlumu alıp üzerime montumu giymeden, ayağımı ayakkabılarımı geçirmeden ev terlikleriyle dışarı çıktım.
“Burası senin sevin Deniz gitmene gerek yok,” diyen Ali’ye dönüp de bakmadım. Yiğit öğlen topladığım eşyalarımı bagaja koyup arka kapıyı açtı.
“Deniz, Batuhan’la birlikte seni de göreceğim.”
Sesi boğuklaşan kocamın yüzüne bakmadım. Arabaya yerleştim, Yiğit kapıyı kapatacakken, “Dur,” dedi ona olan katı sesiyle. Arabanın içine eğilip Batuhan’ın başını öptü.
“Yarın sizi görmeye geleceğim oğlum. Beni özle.”
Yüzü yüzüme yakın olduğundan başımı yana çevirmeme rağmen geri çekilmedi. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. “Sen olsan da olmasan da ben senden başka bir kadınla olmayacağım, bana çok güzel kadın oldun, sözlerimi yanlış anladın. Benim sen de hakkım varsa helal olsun, sen bana hakkını helal etme. Ağlattım seni.”
“Hadi çekil,” diyen Yiğit’in sesine sabır dileyip gözlerini yumdu. Ağlamak üzere olan Batuhan kötü olmasın diye, “Çekil lütfen,” dedim onun boğuk sesine karşı düz sesimle. “Hakkım varsa helal olsun, ne bu dünyada ne de öbür dünyada bir araya gelmeyelim. Yolun açık olsun.”
“Deme böyle.”
Batuhan ağlamaya başlayınca, “Git,” dedim dişlerimin arasından. Git ki yalnız kaldığımda ağlayayım.
“Gel buraya,” diyen Ömer onu geri çektiğinde, “Deniz,” dedi tekrar boğuklaşan sesiyle. Yiğit kapıyı kapatıp yerine oturdu, kardeşim her zaman nasıl hissettiğimi anlıyordu. Şu an buradan uzaklaşmazsa bağıra bağıra ağlayacağımı biliyordu.
Araba hareket ettiği an, “Sen bana çok güzel kadın oldun,” diyen adamın dudaklarından acı yakarış kaçtığında alt dudağımı ısırdım.
“Bilemedik birbirimizin kıymeti Deniz, ben hatalıyım ama sen de hatalısın. Yaktık birbirimizi, nasıl sönecek yüreğimdeki ateşin?”
Bağıra bağıra söylediği sözlere dayanamazken Yiğit arabayı biraz daha hızlandırdı. Ağlayan oğlumun başını öpüp sakinleştirmeye çalışıyordum ama benimle birlikte o da kötüydü. Arkama döndüm. Dizlerinin üzerine oturmuş omuzları sarsılarak ağlayan sevdiğim adama, “Hoşça kal,” dedim.
Bizim masalımız güzel başlamıştı ama kötü bitti.