Tane tane dökülüyordu sararmış yapraklar kurumuş ağaç dallarının ucundan. Biri rüzgâra karışıp uçmuyordu göklere. Yazın kavurucu sıcağını, kışın sert rüzgârını, yağmurunu sırtında taşımaktan yorulmuşlar, yorgun halde yere çakılıyorlardı. Bir kişi de onlara hayat veren ince uzun sapını tutup kaldırmıyordu. Çamurlu ayakkabılarıyla üstlerine basarak acılarına acı katıyorlardı. Onların güçlü olduklarına inandıkları için düşünmüyorlardı canlarının acısının katlandığını.
Su verseler yaşarlardı belki.
Gülümseseler eskisi gibi göğe yükselirlerdi belki.
Sevselerdi sarı yaprakları yeşerirdi belki.
Ah! Keşke onları yemyeşilken sevdikleri gibi sararınca da sevselerdi. En ufak tökezlemede bir çelmede onlar takmasaydı.
“Deniz, ne yapıyorsun burada kızım?”
Göğsümün üstünde topladığım kollarımı çözüp parmağımı kavak ağacına uzattım. Yanıma gelen annem, “Kimi gösteriyorsun?” dediğinde bakışlarını dışarıya çevirdi. “Kimse yok dışarıda kızım.” Buruk bir gülümseme oluştu yüzümde. Dolan gözlerimi kapatıp öne doğru eğilen omuzlarımı oğluma söz verdiğim gibi geriye itip dik bir şekilde yere dökülen sarı yaprakları izledim.
“Tıpkı yaralı bir yaprak gibiyim anne, mevsimlere direndim ama kışa yenildim. Yaşamak için dala tutunan son yaprak gibiyim, düşmemek için çok uğraştım ama sol taraftan gelen sert rüzgâra dayanamadım. Yere çakıldım, bir daha kalkamadım. Gelen bastı üstüme giden bastı. Buz gibi Deniz üzülmez dediler belki, o ağlamaz, gamsız olduğu için acı çekmez dediler. Acımın üstüne acı eklediler. Ben geçecek diyerek yelkovanla akrebi kovalarken onlar geçmeyecek diyerek yarama basmaktan geri durmadılar, durmayacaklarda.”
Stresten buz kesmiş ellerimi kendi sıcak ellerinin arasına alıp tek kişilik yatağın üstüne oturttu beni. Gözümden süzülen bir damla yaşı başparmağının ucuyla silip iç çekti. Gözlerinin etrafında oluşan hafif çizgiler kendini sıktığından belirginleşirken bakışlarımı gözlerinden kaçırmak istedim, parmaklarını çeneme bastırarak engel oldu.
“Sen benim kızımsın Deniz, nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu benden başka kimse bilemez. Sen beş yaşındayken baban bana sarılıyor diye saatlerce ağlardın. Kardeşin doğduğu zaman seni değil de onu seveceğiz diye iki gün yemek yemeyeceğim diyerek bizi peşinden çok koşturdun. Ergenliğine girdiğinde hırçınlaşıp erkek gibi köydeki çocukları dövmeye başladın. Asabi, öfkeli, soğuk Deniz’din ama merhametliydin kızım. Kavga ettiğin arkadaşların sana gönül koymaz yanına gelirlerdi, çünkü senin o güzel kalbini bilirlerdi. Ekmeğini, oyuncaklarını onlarla paylaşmaktan asla geri durmazdın. Sen sadece sevgini paylaşamazdın. En çok sen sevilmek isterdin. Herkesin gönlünde birinci sırada olmak isterdin.”
“Ali’nin olamadım.”
“Oldun! Ali’ye kızgınım ama ona haksızlık edemem Deniz. Senin kocan bizim oğlumuz oldu. Ben sevmeyen adam da gördüm seven adamda. Sevmeyen adam gözlerini karısına değdirmez, onun olduğu yerlerde bulunmak istemez, toplum içinde oturduklarında karısı bir hiçmiş gibi onunla ilgilenmez, nerede gevşek insan var onunla samimi olur. Ali böyle değildi kızım. Ali senin üzerine titrerdi, sofraya oturduğunda ilk önce senin tabağına yemek koyardı, o mavi gözleri bir kere bile senin üzerinden ayrılmazdı, iyi misin Deniz? Sıkıldıysan biraz hava alalım, ver çocukla ben ilgileneyim sen biraz dinlen diyen bir adamdı o.”
“Anne olanları biliyorsun.”
Titreyen alt dudağımı ısırdım.
“Sizin ilişkinizde Ali’nin de hataları var senin de kızım. Ne o suçlu derim ne de sen. Ama onun da hakkını yemem. Arkadaşının annesi öldü, Deniz gel birlikte başsağlığına gidelim hemen geliriz dedi sen katı sesinle asla gitmeyeceğiz, sen de onlarla görüşmeyeceksin dedin. Ben bunları bizzat kendim duydum kızım, benim yanımda sana bir iki saat yalvardı. O sana yumuşak bir şekilde yaklaştığında sen onu katı bir şekilde geri ittin. Ne oldu o gece? Sana yalan söyleyerek gitti arkadaşının yanına. Eve geldiğindeki o yüz ifadesi hâlâ gözlerimin önünde benim, sen hatırlıyor musun kocanın o bakışlarını?”
Boğulmuş halde başımı aşağı yukarı salladım.
“Nasıl da perişan hissediyordu. İkimiz aynı anda ne oldu Ali dedik. Dolu dolu olan gözleri aktı akacaktı ama kendine de engel oluyordu. Laz Mustafa’nın damadı olduğunu da belli ediyordu gâvurlukla. Ağlamak istiyor inatla ağlamıyordu.”
Burnumu çekip, “Ağlamazdı,” dedim ellerimi kucağımın üzerinde birleştirerek. Alyansımı gevşetip, “Öğlene kadardı,” diye de mırıldandım. “Dizlerinin üzerine çöktü, hıçkıra hıçkıra ağladı. Ömrümün sonuna kadar unutmam sanırım o halini.”
“O gece de ağladı o Deniz, sen görmedin. Gitti evin arkasına sırtını duvara yaslayarak sigarasını içine çekti. Ne dedi sana, beni sana yalan söylemek mecburiyetinde bıraktığın için sana olan bu kırgınlığım hiçbir zaman geçmeyecek dedi.”
“Gitmesin istedim.”
“Gitti ve geldiğinde burnundan fitil fitil getirdin.”
“O insanların hepsi zararlı, bir kere onlara elini uzattı mı geriye alamazdım onlardan onu. Bak o kadın yapıştı yakasına.”
Çenemin üstünde duran parmaklarını geri çekip başını iki yana salladı. Sinirlendiğinin farkındayım ama kendi hislerimi geri plana atamıyordum. Annem gibi güzel anları düşünemiyorum. Sakin olamıyorum, onca yaşanmış güzel anlar varken ben hep kötü anları düşünüyorum.
“Ali sana kadının yanına birlikte gidelim sokakta kalmış dediğinde de sen gitmedin Deniz. Tamam, Ali’nin arkadaşlarının yaşam şeklinden rahatsız olabilirsin ama kocanı neden yalnız bırakıyorsun kızım? Ben sana ne dedim en son geldiğinde? Babanla birlikte kadını araştırdık gerçekten yardıma ihtiyacı var eğer onu sokağa bırakırsa zarar verirler demedin mi? Dedim. Git bir konuş kadınla, yaşadıklarını ondan dinle dedim gitmedin yanına. Hep Ali’yle tartıştın o da ne yaptı inatla senin dediklerinin tam tersini yaptı.”
“Ve bu yüzden de evliliğimiz bitiyor.”
“Ben boşuna konuşuyorum güzel kızım. Şu an ne dersem diyeyim sen beni anlayamayacaksın. Her zaman senin yanındayım, her zaman mutlu olman için elimden geleni yapmaya devam edeceğim. Ali geldiği zaman onunla da konuşacağım sanma ki sana kızıyorum. Bu ilişki de bir kişi değil iki kişi hatalı.”
“Ben hep söylüyorum, hatalıyım. Kendimi haklı bulmuyorum anne, ben acı çekiyorsam eminim o da acı çekiyor. Belki onu bu denli ben çıldırttım ama o sözleri hak etmedim. Bana kadın olmadın dedi, babası, annesi, kardeşleri duydu. Tamam, ona kızdılar ama bir saniye bile akıllarından geçmez mi annem? Bu kız bu oğlana kadınlık yapmamış o da bu yüzden dışarı gidiyor dememişler midir? Onun için çıldıran kalbimi bu sözleriyle parçaladı. Hani ileride ne olur bilmiyorum ama ben çok yara aldım. Bir daha eskisi gibi Ali’ye bakamam, sevemem, dokunamam. Ama deli gibi de kıskanırım. Uzaktan izlerim, hele o arkadaşlarıyla buluşup gününü gün ederse hırsımdan tırnak bırakmam parmaklarımda. Kendi kendimi yer ölürüm ama karşısına geçip yazıklar olsun da demem.”
“Duşunu al kendini biraz da olsa toparla. Birazdan gelecek babanla görüşecek.”
“Karşısına çıkmam. Babama söyle lütfen beni bu odadan çıkarmasın.”
Göz bebekleri titrerken, “Düşmanın gelmiyor kızım,” dedi titreyen sesiyle. “Ali’m diyerek Trabzon’un yaylalarında sırtına atlayıp koştuğun kocan geliyor.”
Gözlerimi yumdum sımsıkı. Ruhuma daracık gelen yatağın üzerinde cenin pozisyonunda uzanıp bacaklarımı iyice karnıma çektim.
Üç sene önce.
“Deniz abla, yaylanın tepesinde bir abi var seni çağırıyor.”
Sıcaktan ellerimi yüzümün önünde sallayıp, “Kimmiş o abi?” dedim tahta basamakları inerek.
“Bilmiyorum abla, çok önemli gelsin dedi.”
Kaşlarım çatıldı. “Yiğit mi çağırıyor?” dedim koşan çocuğa.
“Sen gel da, ne çok riv riv ettin.”
Ayağımdaki terliği çıkarıp, “Bunu atarım sana,” diye bağırmama kalmadan kaşla göz arasında yok olunca öfkeyle terliği ayağıma geçirdim. Tenim sıcaktan kavrulurken, tepeye doğru yürüyerek Yiğit’e söylenmekten de geri durmuyordum. Her zaman aynısını yapıyordu, karnım ağrıdı aşağı inmeme yardım et abla, susadım su getir abla, bir ayranın olsa içerdik be abla diyerek yazı bana zehir eden kardeşimin aklından kim bilir hangi hainlikler geçiyordu. Kocaman adam oldu çocuk gibi davranıyordu.
Nefes nefese tepeye vardığımda kimseyi göremeyince, “Kırdım kafanı Yiğit,” diye bağırdım. Geriye adım atıp arkama döneceğim an karnıma dolanan kollar yüzünden bedenim put gibi durdu.
“Hırçın Karadenizli karım neden bağırıyormuş günahsız kayınçoma?”
“Ali?”
“Söyle Ali’nin uğruna öldüğü kadın.”
Öne doğru atılıp bedenimi döndürdüm. Gözlerim mutluluktan kocaman olurken kollarını iki yana açan kocamın üzerinde gözlerimi heyecanla dolaştırdım.
Siyah kotu, beyaz kısa kollu tişörtü, her zaman düzenli duran kumral saçları, laciverte dönen mavi gözleriyle karşımda duran adam gelmişti.
“Ali’m?”
“Gelsene sevgilim, birbirimize uzaktan bakarak hasret gideremeyiz, değil mi?”
“Gelemem.”
Kaşları çatıldı. “Neden?”
“Gelirsem seni öpmek isterim.”
“Gelmezsen öpmekten daha farklı şeyler yaparım sana.”
“Yapma Ali, çok özledim seni. Dayanamam bak, akşam gel o zaman sarılırım ben sana.”
Ciddi misin der gibi yüzüme baktı. Gözlerimden kararlılığımı anlamış olacak ki omuzlarını kaldırıp indirdi.
“Ben şimdi gideyim akşam gelirim o zaman. Hasretimizi o zaman gideririz.”
Arkasını dönüp ellerini kot pantolonunun ceplerine yerleştirdi. Yeşil çimenlerin arasına karışan kır çiçeklerine basmamaya dikkat ederek tepeyi inmeye başladığında ardından koşup sırtına atladım.
“Ali’m gelmiş be.”
Elleri cebinde olduğundan dengesini sağlayamadığı için güçlü bedeni yeri boylayınca sırtına doğru düştüm. Hızla altımda dönüp beni kollarının arasına aldı.
“Bir daha kocandan ayrı buraya gelmeyeceksin tamam mı? Hasretinden kendimi dağ bayıra vuracaktım. İşlerim bitmeden tek seni göndermeyeceğim buraya, kocanla geleceksin. Bir kadının yeri kocasının yeridir Deniz, bunu unutma tamam mı?”
“Öpsem mi ki?”
“Sormasan mı ki?”
Sıcacık dudakları dudaklarıma kavuştuğunda gözlerimi sımsıkı yumdum. Diliyle buluşan dilim özleminden sarhoş olurken bedenimiz tepeden aşağı yuvarlanmaya başladığında dudaklarımızı birbirinden ayırıp kahkaha atmaya başladık.
“Bir daha sensiz bir yere gitmeyeceğim.”
“Söz mü?”
“Söz Ali’m. Beni bundan sonra senden ölüm ayırır.”
Günümüz.
Bizi ölüm ayırmadı ama hırsımız, kıskançlığımız, güvensizliğimiz ayırdı Ali. Sevgimize haksızlık ettik. Yaşanan o güzel anıları sözlerimizle mahvettik.
“Hoş geldin, Ali.”
Gözlerimi açıp yataktan kalktım. Gelmişti. “Baba.” Batuhan’ın sesiyle kalbim hızlanırken bu odaya girer düşüncesi yüreğimi sıkıştırdı. Şu an onu görmek istemiyordum. Sesini de duymak istemiyordum ama ayaklarım kapının önüne götürüyordu beni. Babama ya da anneme karşı saygısızlığının olmayacağını bildiğim halde yine de acaba sinirlenip sesinin tonunu yükseltir mi düşüncesi aklımı kurcalayıp duruyordu. Kendi ailesi başta olmak üzere herkes ona kızıyordu, bu yüzden evde olduğu gibi patlayıp babamın karşısında bağırırsa babam onu yanına bir daha yaklaştırmazdı.
Yaptığım hoş bir şey olmasa da kapıyı çok hafif aralayıp içeriyi duymaya çalıştım.
“Özledin mi beni oğlum?”
“He he.”
Elimi dudaklarımın üzerine bastırdım.
“Ben de seni özledim babam.”
Gülücük sesleri çıkaran Batuhan’ın yanaklarını her zaman yaptığı gibi büyük büyük öperken yapma Ali diye bağırmak isteyen dilimin ucunu ısırdım. Her akşam Batuhan’ı sulu sulu öpüp yanaklarını kızartıyordu. Çocuk kaşınmaya başladığında da hayatım çocuğa bir şey oldu diyerek beni ayağa kaldırıp hastaneye götürmeye çalışıyordu. Şu an yine aynısı olacaktı ama Deniz çocuğu hastaneye götürelim demeyecekti. Onu tek başına hastaneye götürecekti. Şimdi fark ettim de biz artık birlikte yaptığımız her şeyi ayrı ayrı yapacaktık.
“Seni annenin yanına bırakayım ben dedeyle konuşayım, tamam mı oğlum?”
Kapıyı ses çıkarmadan kapatıp koşar adım pencerenin önüne gittim. Soluğumu sakinleştirip omuzlarım dik bir şekilde karanlık sokağı izlerken odanın kapısının açılmasıyla gözlerimi kıstım.
“Abla Batuhan’ı getirdim.” O gelmemişti. “Babamla Ali enişte konuşacak eğer babam Ali enişteye Osmanlı tokadı atarsa çocuk bu duruma şahit olmasın.”
Bağladığım kollarımı serbest bıraktım. Bunun olmasını istemiyordum. Bu yüzden Yiğit’in kollarının arasından oğlumu alıp, “Git yanlarına,” dedim içeriyi duymaya çalışarak. “Kavga etmesinler, yanlarında dur.”
“Tamam, burada durup kendi kendini strese sokma. Sen bir karar aldın bu kararının arkasında dur, korkarak bir yerlere saklanma. Sen hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin, ürkeklik sana yakışmıyor.”
Sözlerini bitirdikten sonra odanın kapısını kapatarak dışarı çıktı. Benimkisi korkaklık ya da ürkeklik değildi. Yaşanılanlara kırgınlıktı. Birilerinin yanında otururken bana normal baksalar da acıyarak bakıyorlarmış gibi hissediyordum. Ali’yle sevgili olduğumu duyan baban ‘ben senin bu çocukla olmanı istemiyorum,’ dediği sözlerini tekrar etmesinden çekiniyordum. ‘Bak ben sana zamanında demiştim, şimdi sözüme geldin mi’ demesinden korkuyordum. Bu yüzden yalnız kalıp acılarımı kendi içimde yaşamak istiyordum. Şu an her şey taze olduğundan duygusal düşünüyordum, gözlerim bu yüzden dolu, bakışlarım hüzünlüydü. Onlardan beni anlamalarını asla beklemiyordum. Her türlü zorluğa rağmen sevgilerinden, birbirlerinden vazgeçmeyen iki insanın da beni anlayacağını düşünmüyordum zaten. Babam geldiğinde yüzüme bakıp, ‘bu evlilik bitiyorsa siz birbirinizi hiç sevmemişsiniz’ demişti. Son sözlerini de: ‘Seven insanlar her ne olursa olsun birbirlerinden ayrı düşmezler’ diyerek bitirmişti. Eminim dün bana söylediklerini şimdi Ali’ye söylüyordur.
“Anne, ee.”
Uykusu gelen Batuhan’ı yatağın üzerine yatırıp elimi kısa saçlarının üzerinde dolaştırdım.
“Anne yarın işe başlayacak bebeğim, iki gün anneanneyle kaldıktan sonra tekrar babaannenin yanında kalacaksın. Özledin mi babaanneni? O seni çok özlemiş.”
Minik gözlerini kapattı. Dudaklarımı yumuşak alnına bastırıp yanına uzandım. Elim göğsünün üzerinde ağır ağır hareket ederken gözlerimi kapadım. Ruhum gibi karmakarışık olan bilincim uykudayken bile başımı ağrıtıyordu. Saçlarımın üzerinde gezen elle karanlık düşüncelerden bedenimi çıkardığımda kendimi özlediğim rahat uykunun kollarına bıraktım. Bir dokunuşla daracık duvarların arasından huzura kavuştum. Ne gariptir ki gözlerim açıkken huzur vermeyen gözlerim kapalıyken beni karanlık dar sokaklardan çekip kurtarıyordu, sıkışan ruhumu huzura erdiriyordu.
Keşke gözlerim açıkken de bana bunları hissettirseydi.
***
Çantamı yerine bırakıp kırık beyaz koltuğuma oturup masanın üzerine yığılan kâğıtlara üstten bir bakış attım. Telefonu elime alıp asistanımı arayıp Adnan Bey’in müsait olup olmadığını sordum. Müsait olduğu cevabını aldıktan sonra dağınık bir şekilde masamın üzerinde duran kâğıtları düzeltip siyah dosyayı elime alıp ayağa kalktım. Siyah kalem eteğim ve beyaz dar kesim gömleğim düzgün halde olmasına rağmen tekrar üsten göz atıp odanın çıkışına ilerledim. Ayağa kalkan asistanıma çalışmasını söyledikten sonra kollarımın arasında duran dosyayı sinirimi törpülemek adına sıkıp sarı ışıklarla aydınlatılmış uzun koridoru yürüdüm. Adnan Bey’in odasının önüne gelince asistanına başımla selam verip kapıyı vurdum. “Gel,” diyen tok sesiyle kapıyı açıp içeri girdim.
Yaşına göre genç gösteren bedenini her zaman yaptığı gibi karşımda dikleştirdi. İyiydi hoştu ama bakışları tuhaftı. Bazen onun bakışlarını abarttığımı düşünüyordum ama öyle bir anda yakalıyordum ki bedenim buz kesiyordu.
“Buyurun, Deniz Hanım.”
“Müsaitseniz işçiler hakkında konuşacaktım sizinle. Geçen gün ki konuşmamız yarım kalmıştı.”
“Oturun lütfen.”
Lacivert tek kişilik koltuğa oturup kucağımdaki dosyayı açtım.
“Geçen gün incelemiştiniz, isterseniz tekrar bakın.”
“Gerek yok. Siz fikirlerinizi anlatın ben dinliyorum.”
Sırtını sandalyeye yaslayıp kollarını gerdi. Esmer tenini saran beyaz gömleği göğüs kaslarından yırtılacak gibi duruyordu. Boğazımı temizlemek adına öksürüp gözlerine çevirdim bakışlarımı.
“İşçiler sabah yedide iş başı yapıp akşam yedide paydos ediyorlar. Günün yoruculuğu fazlayken sabah akşam on dakika çay paydosları olduğu gibi yemek molaları yarım saat. Bu kadar uzun bir çalışma maratonuna paydoslar çok kısa Adnan Bey.”
“Bu şirket yıllardır var Deniz Hanım, bu zamana kadar çalışma şartlarından bir işçi bile rahatsız olmadı. Onlar için sorun yoksa bu düzeni bozmamı istemeyin benden. Biliyorsunuz ki ben çalışanlarıma asgari ücretin üstünde para veriyorum. Emeklerinin karşılığını fazlasıyla alıyorlar.”
Dosyanın kapağını açtım. “Hatice Şeker; çalışırken bir anda yere yığılıyor, hastane raporuna göre yorgunluktan bayılıyor. Ahmet Gök; yorgunluktan gözleri dalıyor ve CNC Delik delme makinesine parmaklarını kaptırıyor. Evet, iş yeri olarak bütün haklarını ona verdiniz ama ömrünün sonuna kadar eski parmaklarına sahip olamayacağı için her zaman kendini eksik hissedecek bir adam oldu. Onu aradınız mı bilmiyorum, ben en son ziyaretine gittiğimde psikolojisi iyi değildi. Parmaklarını kaybettiği için nişanlısı da ayrılmış ondan.”
Oturduğu yerde gerildi. Gözlerimi gözlerinden asla çekmedim. Söylediklerim eminim onu üzüyordu, bunu bildiğim için damarına basmaktan da geri durmayacaktım, bunu kullanarak üzerine gitmeye devam edecektim.
“Bence akşam altıda fabrikaya gidin, işçilerinizin yüzlerine bakın ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. İnsanların ihtiyacı olduğundan bedenlerini zorlayarak çalışıyorlar. Akşam eve gittiklerinde eminim yemeklerini zorla yiyip yatıyorlardır. Evli olanlar eşleriyle, çocuklarıyla vakit geçirmeden hemen uyuyorlardır. Bekâr olanların yaşıtları gibi dışarı çıkıp eğlendiklerini düşünmüyorum. Ben genel müdür yardımcınız olarak çalışma saatlerinin azalmasını istiyorum Adnan Bey. Çay molaları on beş dakika olabilir yemek molası bir saat ya da kırk beş dakika olabilir. Siz merhametli bir insansınız. Evet, işçilerinizin emeklerini fazlasıyla veriyorsunuz ama onları robot olarak görüyorsunuz. Neden bizler gibi evlerine gittiklerinde aileleriyle vakit geçirmelerini izin vermiyoruz? Kapitalizm sistem de işçiler eziliyor. Sizin şu an şu koltukta oturmanızı sağlayan, cebinize para girmesini sağlayan işçileriniz yoruluyor. Lütfen bu dosyayı tekrar inceleyin ve saatleri tekrar düzenleyin. Ben evimde başımı yastığa koyduğumda huzurla uyumak istiyorum, birileri yorulurken dinlenmek istemiyorum.”
Gergin duran dudakları iki yana kıvrıldı. Koyu kahverengi gözlerinin bebeği parladığında oturuşumu dikleştirip dosyanın kapağını kapattım.
“Dediğiniz gibi olsun. Her zaman aldığınız kararlara saygı duyarım biliyorsunuz. Çalışma şeklinize, duruşunuza hayranım. Açıkçası daha önce sizin konumunuzda olan çalışma arkadaşlarımız işçilerin sıkıntılarıyla pek ilgilenmezdi. Ben de ilgilenmezdim doğrusu, fazla para verdim mi her şeyin normal olduğunu düşünürdüm. Sizin anlattığınız taraftan bakınca hiçbir şey normal değilmiş bunu gördüm.”
Tebessüm ettim. “Emin olun işçileriniz daha verimli çalışacaklar. Siz iyi bir patronsunuz, size değer vermeleri güzel olur değil mi?”
“Kesinlikle.”
Öne doğru kayıp, “Söyleyeceklerim bu kadardı,” dedim. “İzniniz olursa odama geçip çalışmak istiyorum.”
“Durun lütfen, eşinizden boşanıyormuşsunuz, eğer avukata ihtiyacınız olursa Sadık Bey’le görüşebilirsiniz. Kendisi iyi bir avukattır eminim tek celsede boşanmanıza yardımcı olur.”
Oturduğum yerden kalktım. “Teşekkür ederim, özel hayatıma kimseyi karıştırmıyorum bir avukata ihtiyacım olursa kardeşim var. Kendisi gençte olsa iyi bir avukat.”
“Her zaman buradayım Deniz Hanım, beni bir arkadaşınız olarak görüp yanıma gelebilirsiniz ya da arayabilirsiniz. Siz bizim için kıymetlisiniz, izin kullanmak isterseniz de istediğiniz zaman kullanabilirsiniz.”
“Teşekkür ederim. İzninizle.”
Topuklarımın üzerinde dönüp kapıya doğru yürüdüm. İnce düşünceye sahip olabilirdi ama benim onunla ya da bir başkasıyla arkadaş olacak gücüm yoktu. Kalabalık arkadaş ortamım vardı zaten. Yeni bir arkadaşa ihtiyacım yoktu hele ki kır yaşlarında olup da kendini yirmi yaşında gibi gösteren çılgın patronumla arkadaş hiç olamazdım.
Odama geçip sandalyeye oturdum. Masanın üzerinde duran telefonu elime aldığımda ekranı açıp peş peşe gelen mesajları okumaya çalıştım.
Ömer Aslan sizi Ali’nin olmadığı gruba ekledi yazısını okuyunca, “Çocuk musunuz?” dedim kendi kendime.
Ömer Aslan: Ali bu grupta olmadığına göre arkasından dedikodusunu yapabiliriz. Deniz, istediğin kadar küfür et ben sana destek çıkarım.
Alina Aslan: Ömer ayıp ediyorsun, Ali kötü durumda görmüyor musun adam üç günde perişan hale geldi. Hiç mi acımıyorsun onun bu haline?
Ömer Aslan: Hayır karıcığım, acımıyorum.
Umut Ağabey: Ben de acımıyorum, sürünsün.
Yasemin Yenge: Umut, sen yapma bari. Deniz’i de almışsınız gruba kızı iyice adamdan soğutacaksınız.
Umut Ağabey: Soğumuş zaten hayatım, benim ekstra bir şey yapmama gerek yok.
Mina Er: Size söylüyorum ikisinin arasına karışmayın. Onların bir çocukları var isteseler de istemeseler de Batuhan için yan yana gelecekler. Deniz şu an kırgınken bu grubu açarak kocasını daha çok soğutacaksınız ondan. Bırakın ikisini, onlar ne yapmaları gerektiğini biliyorlar. Siz ailesiniz, aile demek onların acılarında yanlarında olmak demek. Deniz’e gaz verip diğer canınızı dışarı iteklemek hoş olmuyor.
Ömer Aslan: Bu kız zaten Ali’yi daha çok severdi, kesin ona laf taşır. Durun çıkarıyorum gruptan.
Mina Er: Sen nasıl Özel Harekât Polisi oldun abi?
Ömer Aslan Mina Er’i gruptan çıkardı.
Ömer Aslan: Çıkardım şimdi rahat rahat konuşabiliriz. Bunun kocası buralarda yok değil mi? Mesajlarımızı onun telefonundan okumasın.
Konuşma böyle devam ederken aklım Ali’nin kötü olduğundaydı. İşte miydi, evde miydi? Neredeyse bir haftadır yüzünü görmüyordum. Akşamları Batuhan’ı görmeye geldiğinde Yiğit karşısına çıkarıyordu. İstese onu annesinin evinde görürdü ama bilerek Yiğit’in evine gelip orada görmeye çalışıyordu. Yiğit gözlerini evin içinde gezdiriyor, kapalı kapıların birinden çıkacaksın diye gözlerini neredeyse birine yapıştıracak diyordu. Umursamıyordum. Onu görmek istemiyordum, bu yüzden olabildiğince ondan da uzak durmaya çalışıyordum. Annemle babam iki gün burada kaldığı süre boyunca babam iyice düşünün diyerek aklımı çelmeye çalıştığı zaman gizli gizli ağlayıp artık konuşmayın diye sayıklarken onlar gittikten sonra yine o soğukluğu geri kazanmıştım. Kimse bana tekrar deneyin demiyordu, beni bir başıma bıraktıkları için böyle huzurlu hissediyordum.
Huzurlu hissediyorum hissetmesine ama boşanma davası da açmaya bir türlü gitmiyordum. Bekliyordum ki o açsın, o gitmek istediği gibi o alsın soyadını benden. Ama bunu yapmıyordu, inatla her akşam eve gelmeye devam ediyordu. Bir hafta daha bekleyecektim. Eğer bu konuda ondan bilgi almazsam ben açacaktım davayı. Bir karar verdiğimize göre o kararı yoluna koymamız gerekiyordu. Ruhen, bedenen ayrıydık bu yüzden nikâhımızın olmasına gerek yoktu.
Telefonu bırakıp evrakları önüme çektim. Ne mesajlara cevap verdim ne de oturduğum yerden kalkıp lavaboya gittim. Bütün gün oturduğum yerde işlerimi bitirip oğluma kavuşmak için şirketten ayrıldım. Azra annenin evinin önüne geldiğimde Ali’yi kapının önünde görünce yutkundum. Bahçeye girmek üzereydi, beni fark edince adımları geriye gitti. Derin nefes alıp çantamdan telefonumu çıkarıp Azra anneyi aradım.
“Efendim kızım.”
“Dışarıdayım ben anne, zahmet olmazsa Batuhan’ı getirir misin?”
“Eve gelsene kızım, birlikte yemek yerdik.”
“Gelmeyim anne, Ali kapının önünde onunla konuşmak istemiyorum.”
İç çekip, “Peki,” dedi. Telefonu kapatınca arabaya doğru gelen Ali’nin üzerinden gözlerimi çektim. Gelme işte gelme, uzak dur benden. Parmağını cama vurdu. Oturduğum yerde kıpırdayıp başımı çevirmeden camı yarıya kadar açtım içeri eğilmesin diye.
“Yarından sonra Batuhan’ı alıp Ramazan ağabeyin çiftliğine götüreceğim, Batuhan midillileri seviyor orada vakit geçirmeyi düşünüyorum onunla.”
Konuşmadım. Başımı onaylamak adına salladım.
“Davayı açmamışsın.”
“Giden sendin açanda sen olursun diye düşündüm.” Söylenmeye başlayacağı an derin nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. “Pazartesi açarım, sen işlerinin yoğunluğundan eminim açamamışsındır, Ali.”
“Aynen, o kadar yoğunum ki boş işlerle uğraşacak vaktim yok.”
“Söyleyeceklerini söyledin şimdi defolup gider misin?”
Düğmeye bastım. Cam yukarı doğru çıkarken dişlerimi sıktım. Değmezdi, onun için acı çekmeye değmezdi. Elini camın üzerine koyup bir şeyler diyordu ama sözlerine duyacak kadar sakin değildim. Boş işlermiş, ne bana ne de evliliğine saygısı olmayan bir adamdı o. Yaptıklarına hiçbir zamanda pişman olmayacaktı. Avuçlarımın arasında parçalanacak duruma gelen direksiyonu serbest bırakıp yüzümdeki gerginliği Batuhan’ı görünce sildim. Derin nefes alıp arabanın kapısını açtım. Oğluma doğru giden adamdan önce yanına gidip Azra annenin kollarının arasından alıp, “Seveceğim,” demesine rağmen cevap vermeden acele ederek Batuhan’ı arabaya yerleştirdim. Kapıyı kapatıp kendi yerime geçeceğim an karşıma geçip, “Ne yapıyorsun?” dedi katı sesiyle.
“Çekil önümden.”
“Oğlumu benden mi uzaklaştırıyorsun? Unut bunu. Ne dedim ben sana her akşam onu göreceğim.”
“Önümden çekil diyorum sana!”
“Ben sana sakin olmaya çalıştıkça sen benim damarıma basmaya devam ediyorsun Deniz. Diyorum ki biraz durulsun sakinleşince konuşuruz ama yok sen hâlâ aynı inat beni çıldırtıyorsun.”
“Çekil diyorum sana. Pazartesi gider davayı açarım, senin boş işlerle uğraşmana gerek kalmaz. Ben her şeyi hallederim sen sadece imza at yeter. Eğer beş dakika olsa da gelmeye vaktin olmazsa ben iş yerine evrakları yollatırım.”
Kenara geçmek için adım attım. İri bedeniyle karşıma geçip, “Bir kere kalbinle anla beni,” dedi az önceki sert sesine tezat sakin sesiyle. “Ben açamam o davayı, ben bitiremem bu evliliği, ben yıkamam hayallerimizi, ben silemem soyadımı senden.”
“Sen istedin boşanmayı, sen gitmek istedin. Gitmişken şimdi vazgeçtim diyemezsin. Bitti Ali. Dönüşü olmaz bu saatten sonra.”
“Sen hallet o zaman. Ben yapmam.”
“Ali gel buraya, kızı rahat bırak.”
Ellerimi göğsüne bastırıp onu geriye itmeye çalıştığımda bileklerimden tutup bedenimi kollarının arasına aldı. “Bırak,” diye bağırdım.
“Babanı çağırıyorum, Ali.”
“Gidemiyorum Deniz, yapamıyorum.”
“Eğer beni bırakmazsan hoş olmayan şeyler yaparım Ali. Oğlumuz zarar görsün istemiyorum, çek ellerini üzerimden.”
“Beni kendinle mi, oğlumuzla mı tehdit ediyorsun?”
İç çekip geri çekildi. Hâlâ bileklerimin üzerinde duran ellerini istemeyerek bırakıp, “Lanet olsun,” diye mırıldandı dişlerinin arasından. “Uzak duramıyorum amına koyayım, ayrı duramıyorum. Günlerdir geliyorum eve bir kere karşıma çıkmıyorsun, sapık gibi seni uzaktan izlemek durumunda kalıyorum bir haftadır. Giydiklerin, hareketlerin beni çıldırtıyor Deniz, ben kendimi tanıyamıyorum artık. Sayende dengesizleştim. Akbabalar daha boşanmadan etrafına uçuşmaya başladılar, aklımı oynatacağım.”
“Saçmalıyorsun.”
“Dilimi sikeyim ben o gün bitsin dediğim için. Ölsem affetmezsin sen ben bilirim, bunu biliyorum ve öfkeme yenilip daha fazla hata yapacağımın farkındayım, sakinleşmek gerekirken daha çok üzerine gelesim geliyor.”
“Batuhan yalnız kaldı arabada, lütfen bırak gideyim.”
Gözlerini yumdu. Burnundan nefes alıp verirken istemeyerek kenara çekildi. “Kızım,” diyen Azra annenin yüzüne bakmadan arabaya binip ellerim titreyerek kemeri taktım.
“Gelmeyeceğim peşinden dikkatli kullan arabayı.”
İki dakika içinde beni getirdiği durumun farkında değil miydi? Bu haldeyken nasıl sakin kullanırdım arabayı? Tam kurumaya başlayan yarayı daha derin yakarak kanatmayı nasıl başarıyordu? Onun bana karşı olan merhameti nereye gitmişti? Acilen davayı açmam gerekiyordu. Onunla nikâhlı kaldığımız sürece biliyorum ki beni asla yalnız bırakmazdı.
Yolculuk boyunca titreyen ellerimle eve geldiğimde Yiğit’in evde olmayışıyla “Lanet olsun,” diye bağırdım. Bir kere de üzerime gelme, bana söylediğin sözleri düşünde öyle konuş. Yapma bunu bana, sen böyle oldukça benim hislerim nefrete dönüşüyor.
Yüzüme bakan oğlumun başını göğsüme bastırıp koltuğa oturdum. Aramızdaki problemlerden seni nasıl koruyacağım oğlum? Ben her şey sakin bir şekilde bitsin isterken babanla her defasında daha fazla geriliyoruz. Dost kalamayacağımız gibi senin için de yan yana gelemeyecek duruma da geleceğiz. Baban beni korkutuyor artık. Takip ediyorum da ne demek?
Batuhan’ı koltuğun üzerine bırakıp montunu çıkardım. Benim gergin halim dikkatini çekmediği için elimi saçlarının üzerinde dolaştırıp cebimden telefonu çıkardım. Bu yaptığım hoş olmasa da Ömer’i aradım.
“Efendim Deniz.”
“Ali beni takip ediyormuş Ömer, akşam annenlerin evinin önünde karşılaştık. Hareketleri, davranışları korkuttu beni. Kötü bir şey yapar mı?”
“Annem bahsetti. Bu akşam yanına gideceğim, rahat ol eğer seni takip etmeye devam ederse uzaklaştırma kararı çıkaracağımı söyleyeceğim. Ne seni ne de Batuhan’ı huzursuz etmeye hakkı yok.”
Sağ kolumu koltuğun başlığına dayadım. “Ben böyle olsun istemezdim Ömer, tanıyamadım bu akşam onu, kendine de zarar vermesin istiyorum. Devam etsin hayatına eskisi gibi. Böyle yapmaya devam ederse her akşam Batuhan’la da görüşmesine izin veremem. Her an onu alıp gidecek gibi bakıyordu.”
“Bunu yapmaz Deniz, şu an acemi balık gibi ne yapacağını bilmiyor. Kaybettiğinin farkında olduğu için öfkeleniyor. Tanıyorsun onu, öfkelenince ağzından çıkanları duymaz. Sonradan pişman olur ama karşısındakini yaralamış olur. Gönlün rahat olsun ben onunla konuşacağım.”
“Sana güveniyorum Ömer. Şimdi kapatmam lazım.”
“Görüşürüz.”
Telefonu koltuğun üstüne bırakıp, “Neler yaptın bugün?” dedim hâlâ emziğiyle savaşan oğluma. Mavi gözlerini kısa bir an yüzüme çevirdi. Emziği daha cazip gelmiş olacak ki onunla oynamaya devam etti. İş yerinden on beş günlüğüne izin alsam iyi olacaktı. Batuhan’ın bu durumdan yıpranmaması için daha fazla onunla ilgilenmem gerekiyordu. Geceleri uyandığı zaman babasını göremediğinde huzursuz oluyordu. Sabahları da onu yanı başında göremeyince alıştığı anlar tamamen kayboluyordu. Normalde yanıma oturduğu zaman kucağımda olup saçlarımla oynardı şimdi ise sadece emziğine odaklanıyordu.
“Özlemedin mi sen beni?”
Kucağıma alıp koltuğa uzandım. Başı göğsümün üstünde emziğini hızlı hızlı emerken elimi sırtında gezdirdim.
“Yarın seninle dışarı çıkalım. Ertesi gün babanla midillileri görmeye gideceksin. Özledin mi midillileri oğlum?”
Emziğini çıkarıp başını göğsümden kaldırdı. Gülümsediğinde minicik dişlerini öpesim geldi.
“Özledin değil mi oğlum?”
Çığlık atınca kahkaha attım. “Anladım bağırma, özlemişsin. Gidince sev onları.”
Sohbetimiz ona yetmiş olacak ki başını tekrar göğsüme dayayıp emziğiyle aşk yaşamaya devam etti.
Ben de özledim oğlum. Orada geçirdiğimiz güzel günler gözümün önünden hiçbir zaman gitmiyor.
***
Endişeyi, tedirginliği, huzursuzluğu bu yaşıma kadar hissetmediğim halde şimdi deli gibi hissediyordum. Beynimin içinde olan kirli düşünceler yüzünden ne oturduğum yeri biliyordum ne de yattığım yeri. Sürekli panik halinde gezdiğim için bakışlarımın da değiştiğini söylüyordu Yiğit. Bu hallerimin farkında olduğumu bilmekte beni ağır yaralıyordu. Günlerce araştırma yapmış olmama rağmen, tek celsede sorunsuz boşanan çiftler hakkında bilgi almış olmama rağmen yine de gergin ve huzursuzdum.
Korkuyordum. Batuhan’ı bir daha göremeyeceğim diye aklım çıkıyordu.
Oğlumu kollarının arasına alan Ali sanki bir daha onu bana geri getirmeyecekmiş gibi hissediyordum. Gözüme yabancı görünen bu adam sevdiğim adamdı benim. Gözüm kapalı her şeyimi ona emanet ederken şimdi oğlumuzu kollarının arasına bırakmaya korkuyordum. Hissediyordu bakışlarımdan tedirginliğimi ve buna sinirleniyordu. Haklıydı! Batuhan ikimizin oğluydu, bir kere bile oğluna ters bakmamış bir adamdı o. Eminim benim düşüncelerim onun gözünde beni bir hiçmişim gibi hissettiriyordu. Bir zamanlar aşkla bakan gözler şimdi öfkeyle bakıyordu.
“İstersen sen de gel bizimle. Güvenmiyorsun bana, oğlumuzu alıp kaçıracağımı düşünüyorsun büyük bir ihtimalle. Gel, gel ki onu sana güvenle getireceğimi gör.”
Batuhan’ın sırtında duran elimi indirdim. Düşüncelerinde haklı olduğunu bildiğim için mahcubiyetle bakışlarımı gözlerinden kaçırdım.
“İyi eğlenceler size.”
Geriye adım atacağım zaman kolumu tuttu. Bedenim onun tutuşuyla anında dokunuşuna karşılık verdi. Kolum sıcacık avcunun içinde titrerken kalın parmakları çok hafif kolumun üzerinde aşağı yukarı hareket ediyordu. Öfkeliydi, bir o kadarda dokunuşlarıyla sakindi de.
“Üzerine kalın bir şeyler giyip de gel. Biz seni arabada bekliyoruz. Batuhan yokluğunu hissedince ağlar bütün gün.”
İtiraz etmek için dudaklarımı araladığım an geri çekilip, “Acele et,” dedi tok sesiyle. “Günümüz uzun, burada oyalanmayalım.”
Asansöre doğru gitmeye başladıklarında parmaklarımı boğazımın üzerinde gezdirdim. Ali’yle aynı ortamda olmak istemiyordum. Sesini duymak bile zor gelirken onunla aynı ortamda olup saatlerce sesini duyup, kokusunu içime çekmek bana işkence gibi olacağını biliyordum. Buna rağmen yine de Batuhan’ı tek başına göndermek istemiyordum. Hastalıklı düşüncelerimin farkında olmama rağmen çocuğumu öz babasıyla tek başını bir yere göndermeyecek kadar da çıldırmış olduğumu düşünüyorum.
Başımı iki yana salladım. Vestiyerde asılı duran çantam ve montumu alıp botlarımı ayağıma geçirdim. Yiğit’e hiçbir şey demeden kapıyı kapatarak evden çıktığımda en yakın zamanda psikologdan destek almam gerektiğini de kendime hatırlattım.
Batuhan ve Ali sürekli yana yana geleceklerdi. Bazen Batuhan onun yanında kalacaktı, her zaman onların yanında olmayacaktım. Şu an bile peşlerinden gitmem gururuma, kişiliğime hakaretken binadan çıkıp Batuhan’ı arka koltuğa oturtan adama yaklaştım. Geldiğimi hissetmiş olacak ki gergin duran omuzları gevşedi. Kapıyı kapatıp geri çekildi. Siyah kaşe kabanını çıkarıp gri boğazlı kazağının yakasına parmaklarını takarak genişletti. Gözleri gözlerime değdiğinde orada güldüğüne yemin edebilirim. Üst dudağı çok hafif kıvrıldığında kaşlarımı çatıp arabanın etrafında döndüm. Oğlumun yanına oturup gözlerimi kapadım. Sadece bir günlük Deniz, bir daha olmayacak.
Yerine oturup arabayı çalıştırdı. Bizim yan yana olmamızdan mutlu olan Batuhan emziğini sallayıp çığlık atıyordu. “Mutlu musun oğlum?” diyerek arkasını dönüp onun elinden emziğini almaya çalışan babasına çığlıklarıyla karşılık veren Batuhan babasının emziğini almasıyla daha gür sesiyle bağırmaya başladı. Gözlerini yoldan çekmeyen Ali onun çığlıklarına kahkahasıyla karşılık verip emziği elinde sallıyordu.
Çok çirkin bir adam bu. Nasıl âşık olmuşum?
“Versene çocuğun emziğini,” diye bağırdım sonunda. Omzunu silkti. “Emziği bırakman lazım oğlum, dişlerin dişlek olacak büyüyünce.” Onu umursamayan Batuhan pusetinde öne doğru kaymaya başlayınca elinden emziği almak için öne doğru kaydım. Emziği tutacağım an parmaklarımı avcunun arasına aldı. Kaşlarımı çattım. Parmaklarımı geri çekmek istediğimde elini sıkılaştırdı.
“Her zaman olduğu gibi parmakların buz gibi olmuş.”
Parmaklarımı hızla geri çekip sırtımı koltuğa yasladım. Emziğine kavuşan Batuhan susarken kollarımı göğsümün üstünde toplayıp bakışlarımı dışarı çevirdim.
Artık parmaklarımı ısıtacak kimsem yok.