Eskisi Gibi Olmayacak

1371 Words
Güneş yeniden doğdu, yeni bir gün, yeni bir şans daha verildi insanlığa. Hayat devam ediyor. Her gün her saniye değişen hayatlar var. Yenice doğan bebekler, yaşlı ya da genç demeden ölenler, yaşam döngüsü devam ediyor bir şekilde işte. Doğada öyle bir ölüyor, bir diriliyor. Yemyeşil yapraklar sararmış, her esen rüzgarda, toprağa bir tane daha düşüyordu. İşte tatlı sarı renkli bir yaprak daha düşüverdi yine toprağa. Aynı bu yaprak gibi babamda ahirete savrulup gitmemiş miydi? Sanırım tek fark ölümün son evresi, sarı yaprak ise ve ölmeye yüz tutmuşken, babam henüz yemyeşildi. Oturduğum çardakta gözlerim toprağa düşmüş sarı yaprak yığınlarına dalmış bunları düşünüyordum. Ben mi? Henüz 17 yaşında bir adet, Nil'dim ben. "Nil ne düşünüyorsun böyle?" Hemen yanımda oturan çocukluk arkadaşım Ela'ya döndüm usulca. Sarı ve açık kahve arasında geçiş yapan saçları, buğday renkli teni ve kahve renkli gözleri vardı. Okul formasının içinde çok güzel görünüyordu. Sahi ne sormuştu biraz önce? Çok dalgındım yine. "Kış geliyor," demekle yetindim. Sanki bütün yaşam enerjim beni terk etmişti. Konuşmaya güç bulamıyor, konuşursam içimdeki can kırıklarının etrafıma, sere serpe saçılı vermesinden ve bir daha toparlayamamaktan korkuyordum. Ela sararan yapraklara bakıp başını salladı, sonra dikkatle gözlerime baktı. Baktı ve beni yine gözlerimden anladı ne zaman yüzüm düşse, ilk babamı düşündüğümü bilirdi canım arkadaşım. Çocukluktan beri süre gelen, sağlam arkadaşlığımız, dikkatli bir bakışla anlaşabilme yeteneği geliştirtmişti. Neye ne tepki veririz iyi bilirdik. Ela teselli etme niyetiyle, kolunu omzuma attı. İkimizde bu da geçer diyerek bakışlarımızı okulun bahçesine çevirdik. Yavaş yavaş doluyordu okul bahçesi. Oturduğumuz yerden giriş kapısını görüyorduk. Çevremi, insanları izleyip analiz etmeyi severim ve alışkanlık olan bu huyum yine iş başındaydı. İnsanları kıyafet, para ve eşya metaryalleri ile asla yargılamam. Bunlara göre değer biçmem, biçmedim. Böyle değer biçenleri de hiç sevmedim. Davranış, mimik ve insan vicdanını incelemeyi, irdelemeyi çok severim. Herkes yerini bende böyle belirler. Dış görünüşe göre değil, iç saydamlığına göre kalp tahtıma kurulurlar. Ali yavaş yavaş yürüyüp her zaman oturdukları yere doğru bizden üç metre kadar uzağa yöneldi. Hiç acelesi yokmuş gibiydi her zaman, uyuşuk olmaktan çok, ağır ağabey halleri vardı. Yaşıtlarımızın aksine sakin, oturaklı ve uzun boylu, zayıf biriydi. Kahve saçlar, buğday ten güzel bir yüzü vardı. Ama ondan bana geçense buram buram negatif enerji idi. Onu inceleyen, gözlerimin önünde dumanı tüten bir kahve bardağı belirdi. "Günaydın." Konuşan kahve değildi tabii ki. ikinci arkadaşım, sırdaşım Mine'ydi. Lisenin ilk yılında ilk arkadaşlık kurduğum; sıcak kanlı, kızıl saçlı kızdı. Üç yıldır, üç kız dostluğumuzu sağlam ve güvenilir bir zemine oturtmuş hiç ayrılmamıştık. Kızıl saçları ve rengi buğulu gözleri artı yanaklarında ki gamzeleri ile güzelliğin çıtasını, Everest Dağı'na çıkarmış arkadaşım, gülümseyerek elime kahvenin birini tutuşturuverdi. Mis gibi kahve kokusu beni sarmalarken hafifçe gülümsedim. Biz onun günaydınına cevap verirken, Mine diğer elindeki kahve bardağını masaya koyup okul ceketinin cebinden çıkardığı, kayısı suyunu gülümseyerek Ela'ya uzattı. Mine "Bugün bendensiniz, yarın tostunuzu yerim." Güneşin ışıklarının feri sönmüş cansız cansız süzülüyordu üzerimizde, hafifçe gülümseyerek konuştum. "Yarın tostlar benden o zaman. Erkenden gelip kantinde kahvaltı yapalım." Çevremiz birden bıçakla kesilmiş gibi sessizliğe bürününce bunun sebebini öğrenmek için başımızı okulun giriş kapısına çevirdik. Okula yenice giriş yapanın, Edis olduğunu gördük. Hayran bakışların hiçbirine aldırmadan, Ali'nin de olduğu arkadaş grubuna doğru yürüdü ve selamlaştılar. Bakışlarımı yarısını içtiğim kahveme çevirdim. Mine ve Ela, Edis'in grubunu konuşmaya başlamışlardı. Edis o grubun en imkansızıydı, görüntüsü kusursuzdu. Bana göre ona kalbine güvenenler bakmalıydı. Başlı başına günaha davet gibiydi, onun güzelliğine kapılmamak için bakamazdım. Edis'in baksada görmeyen gözleri vardı. Aynı okulda olsakta hiç göz göze gelmedik. Tam üç koca yıldır gözleri gözlerime değmedi, hep teğet geçti. Umutsuz vaka ben oluyordum işte. Onu ilk gördüğüm andan itibaren, kuvvetli hislerle sarmalandım. Kalbim ondan beri sadece kan pompalamaktan çıktı. Bir parçacık hain iç organım, karşılıksız sevgi hissini, iliklerime kadar ince ince işledi. Siyaha yakın saçları, uzunca boyu ve saçlarına tezat beyaz teni, zayıf görünüşüne rağmen güçlü bir duruşu vardı. Her zaman omuzları dik, dağ gibi yıkılmaz ve sarsılmaz biraz da ulaşılmaz işte. Çatık kaşları, az gülen yüzü, soğuk duruşu ile saf bir nefret duygusu yaymasına rağmen çok masum görünüyordu. Bir oğlan çocuğunun burukluğu sinmişti sanki üzerine. Bir erkeğe masumluk bu kadar yakışır mıydı? Yakışırmış. Çok yakışırmış. Buna rağmen o hiçbir şeyi umursamıyor izlenimi veriyordu. Gözlerinde ki hüzünlü bakışlar olmasa; ters, soğuk ve havalı biri derdim. Ama değildi işte. Havalı görünüşüne tezat gözlerini hüzün tomurcukları süslemişti. Yaptığı iyiliklerle tomurcuklar çiçek açıyor, gözlerine yıldızlar düşüyordu. Onu ilk gördüğüm an bu güzelliğine şahit olmuştum ben. 3 Yıl Öncesi Üç yıl önce bugün, lisenin ilk günü heyecanla girdiğim, bu bahçede yürürken, görmeden çarptığım kızla tartışmaya başlamıştık. Fark etmeden çarptığımı söylesemde, özür dilesemde, kız üzerime yürüyüp örgü saçıma yapıştı. Benim çömez olmam o kızın beni hırpalaması için yeterli bir sebepti. Her zaman bıkmadan usanmadan ördüğüm uzun saçımın örgüsünü tutup acımadan kuvvetle çekmiş, canımı yakmıştı. Kolay kolay kimseye vurmayan ben, canımın acısıyla kıza saldırmak üzereyken, görüş açıma giren kemikli büyük bir el, o kızın bileğini sıkarak saçımı kurtardı. O hengamede düşen babamdan emanet kalan çok sevdiğim tokamı bulamadım bir daha. Kız pes etmeyip tekrar saldıracakken, hocalardan biri fark etti ve kızı benden uzaklaştırdı. Hala sızlayan saç diplerime parmaklarımla dokunurken arkama döndüm. O uzun parmaklı büyük elin sahibini gözlerim gördüğünde yutkunamadım. Okul gömleğinin üzerine giydiği KOYU MAVİ kazaklı kişi ile yutkunamadım. Benim en sevdiğim rengi yani, maviyi giyen kişi, kurtarıcım Edis BULUT'tu... Hayat al sana mavi, al sana aşk demiş gibi görünse de aslında bana kocaman bir nah çekmişti! Günümüz "Neden hala sevgilileri yok acaba?" Ela'nın sözlerinden sonra, zihnimin en güzel yerine sinmiş, bu güzel anın sinemasından sıyrıldım. Mine "Teklif eden kızlar var, onlara aşık olanlar ama hepsini tersliyorlar." dedi. Gerçekten olabildiğince kızları kendilerinden uzak tutuyorlar ve terslemekten de hiç çekinmiyorlardı. "Tuna ve Edis kardeşmiş, Ali'ninde; Edis'in çocukluk arkadaşı olduğu konuşuluyor." Mine grubumuzun en sıcak kanlısı olarak hafiye gibiydi. "Umut ve Özgür ise gruplarına sonradan katılmış yani bu okulda ilk hafta tanışmışlar ve hala bir aradalar." Okulumuzun dikkat çeken tek grubu onlar değildi. Birde az biraz zengin tabaka vardı. Onlarda özel okullardan okulumuza postalanmış kişilerdi. Birde kötü çocuk tabirinin hakkını veren bir grup vardı ki benim için hiç değerleri yoktu. Uyuşturucuya bulaştıkları halde ispatlanamamıştı. Kızların konuşmaları devam ettiği sırada zil çaldı. Son yılımızın ilk dersine girecektik. Çardaktan kalkıp okula doğru yürüdük. İçeri girdik, ikinci katın koridorunda ki son sınıf bizimdi. Geçen yıl hep duvar kenarında oturmuştuk, ben pencere kenarında ki ikinci sıraya oturdum. Benim ardımdan "Değişiklik iyidir." Ela konuşarak hemen yanıma oturdu. Arkamıza da Mine tek başına oturunca "Kızılım istersen ben tek başıma otururum." "Sorun yok Nil, belki yeni arkadaş ediniriz. Sonuçta grubun sıcak kanlısı benim. Ha bu arada son sınıflar karıştırılacakmış inşallah grubumuz dağılmaz ya." Mine'nin sözlerinden sonra Ela "Neden ki? Alışmıştık herkese, bir daha mı tanışma faslı olacak? Hem sen bu haberi hangi ara duydun kızıl kafa?" Mine kıkırdadı "Beni hafife mi alıyorsun sarışınım?" Ela usul usul kabullenişle başını iki yana salladı. Boşuna hafiye demiyorduk kıza. Kulakları çanak anten mübarek, anında duyuyordu olanı biteni. "O zaman belki bu sınıfta olmayabiliriz, sınıflarda değişebilir." Sözlerimden sonra Mine ve Ela aynı anda hoşnutsuzca ofladı. Geçen yıl gruplar arasında, çok olaylar kavgalar olmuştu. Hatta bir öğretmen öğrenci aşkı ortaya atılmıştı ki o sınıf bütün öğretmenleri çileden çıkaran kişilerle doluydu. Bu sebeple ailelerin çoğunluğu dilekçe yazıp sınıfların tekrar düzenlenmesini, okul yönetmeliğine ısrarla iletmişlerdi. Böylece öğrenciler tanışıp kaynaşana kadar, zaman geçecek ve kavgalar bir nebze olsun ortadan kalkacaktı. Bu sırada Şule hoca içeri girip on kişinin ismini okudu, çok şükür ki biz yoktuk o kişilerin içinde ve sınıfımız değişmeyecekti. "İsmini okuduklarım A şubesine geçsinler, sınıfımıza yeni gelen arkadaşlarınıza iyi davranın. Son senemiz ve ben sorun istemiyorum, beni üzmeyin." Şule Hoca ismini okuduğu, on arkadaşımızı da alıp çıktı. Hocadan sonra sınıfta can sıkıcı bir uğultu oluştu, kimse bu durumdan memnun değildi. İlk gün olduğu için sanırım, sınıf karıştırma ve kaynaşma ile gün bitecek ve ders işlenmeyecekti. Kapı tekrar açıldığında hepimiz çok şaşırmış ve bakakalmıştık! Bu yıl olaylı geçecekti yine ve yine. Öyle bir imkansızlık oturdu ki yüreğime, bir an nefes alamadım. Göz görmeyince gönül katlanırdı. Peki göz gördüğünde, gönlün hali nice olurdu? İçimde ki ses; hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, diyordu. Ve ben ilk defa yanılmak istedim. Hiç yüzü gülmeyen, hüzün denizinde çırpınıp duran ben, bu yıl o koyu maviliğin içinde boğulup gidecektim. Fazla kilolarım beni aşağı çeken ilk engellerimdi. Şişman ve çirkin kız, okulun gözde çocuklarından birine, üç yıldır tıka basa aşıktı. Sorun şu ki o imkansız çocuk, bu tombik kızın farkında bile değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD