Sınıfın artan uğultusu yerli yerinde duruyorken beyaz kapı hızla tekrar açıldığında, gürültü biraz azalmış olsada hala sessiz bir ortam sağlanamadı.
Hiç üç beş saniye içinde baştan sona yenilenmek istediniz mi? Hani şu Transformers filminde ki arabaların evrim geçirip muhteşem bir şeye dönüşmesi gibi.
Tam da şu an hemen şu saniye evrim geçirmek istiyorum. Bütün iç organlarım büzüşüp daha az bir yer kaplasın, fazla yağlar balon misali sönsün. Kalçam daralsın, hafifçe yukarıya doğru kalksın. Yine aynı şekilde göğüsler de nizami bir sıraya dizilip biraz küçülüversinler. Olmaz mı?
Tabii ki olmaz!
Oturduğum yerde fazla kilolarımla küçülebildiğim kadar küçüldüm. İşe yaradı mı? Hayır, beni kambur bir tombalak olarak kayıtlara geçebilirsiniz.
Hızla açılan kapıdan içeri girenlerdi, saniyeler içinde değişmek ve manken gibi olmak istememin sebebi. Ozan hocayla gelenler A şubesiydi. Ama ilginç olan şuydu ki Edis ve grubuda onların içindeydi!
Şok ile gözlerim büyüdü. Nefes alamadım, gözlerimi sımsıkı kapattım ve tekrar açtım. Hayır bir hayal değildi.
Kusursuz ve kalbimin imkansızı işte tam karşımda ayakta dikiliyordu. Yan profilden gördüğüm erkek güzeli yüzünde kaşlarını çattı ve elleri yumruk vaziyetini aldı. Sınıfının değişmesine çok sinirlenmiş gibiydi. Bir çileğin rengini almış kırmızı dudaklarını birbirine bastırdı.
Elinin birinin yumruğu çözülerek ensesine ulaştı ve uzun kıvrık kirpiklerinin sakladığı gözlerini yere dikti. Onu hayranca izleyen bir ben değildim. Yutkundum. Onların sınıfa girişiyle yine bir uğultu oluştu. Ozan Hoca bizlere dönüp "Sessiz olun!"
Yüzünü buruşturdu, herkes hala mırıl mırıl sınıfa girenleri konuşuyordu... Ardından Edislere bakıp "Sınıfınız bu ve değişmeyecek. B şubesinden mezun olacaksınız. Son senemiz bu yüzden kavgalardan uzak durun, derslerinize her zamankinden daha fazla çalışın." Ozan Hoca sözlerini söyledikten sonra artan uğultu ile başını iki yana salladı ve kaşlarını çatarak sınıftan çıktı.
Kızlarla birbirimize baktık. Sanırım bu olaya en çok sevinen ben ve Mine idik. Mine Edis'in arkadaşı Umut'a hayrandı çünkü. Gözlerimden gözlerini ilk çeken Mine oldu çünkü ağzının suları aka aka Umut'unu izlemeye devam etti. Hocanın ardından ilk harekete geçen Ali'ydi. Mine'nin arkasındaki sıraya oturdu, yanına da Özgür. Onların arkasına Edis ve Tuna, Umut ise ayakta kaldı.
Değişik bir enerji yayıyor, hepside güç ile yıkanmış gibi dik duruyorlardı. Sırtımı pencere kenarına dayayıp yan oturduğum için herkesi görebiliyordum. Garip olanıysa diğer beş kişi, Edis'lerin grubunun yerleşmesini bekliyordu. Ayakta dikilenlerin çoğunluğunun kız olduğunu söylememe gerek yok diye düşünüyorum. Pis yalakalar!
"Hey sen! Kalk başka yere otur!" Diyen gür sese döndüğümde Özgür'ün, Mine'nin başında dikilerek ters ters baktığını gördüm. Umut için yer açmaya çalışıyordu ve benim sinirlerimi bozmuştu. Öfkeyle ayağa kalkıp bağırmaktan kendimi alamadım.
"Nedenmiş, dağdan gelip bağdakini mi kovuyorsun? Gitsin arkadaşın boş yere otursun."
Özgür önce şaşırdı, sonra da hemen kendisini toparladı. "Sana sormadık avukatı mısın sen bunun?"
Mine'yi işaret parmağıyla gösterdiğinde dahada sinirlenmiştim. İşaret parmağımla Umut'u işaret edip Özgür'ün konuşma şeklini taklit ettim. Kabadayı gibi kabarmıştı ayı kılıklı. "O zaman sende bunun avukatı olmalısın!"
Dediğimde dudaklarını yaladı ve alayla güldü. Umut ona bu dememi hiç takmamış bir ifadeyle omuz silkerek "Arkadaşınız sıkıntı olmaz derse yanına otururum." Dedi.
Önce bana, sonra Mine'ye baktı. Özgür burnundan soluyup şaşkınlıkla "Cidden mi?" Dediğinde Umut, başını aşağı yukarı sallayıp tekrar bize döndü. "Ne dersiniz?"
Mine'nin gözlerinin içine baktım, oda bana doğru eğilip "Sorun değil onunla otururum, sakinleş artık!" Kafamı sallayıp önüme döndüm. Başımı ellerimin arasına alıp içimden saymaya başlamıştım ki ben öfkeyle kalkıp zararla oturan insanlardandım. Bunu bilen arkadaşlarım hiçbir zaman beni bu huyum yüzünden, yargılayıp yadırgamadılar.
O kendini beğenmişin sesini tekrar duydum. "Sen Umut'a dua et yoksa..."
Kelimelerini kesen, benim öfkeyle ona dönüp bakmam değil Edis'in yağmurlu bir gökyüzü gibi gürlemesiydi. "Özgür otur artık kardeşim, tartışıp durmayın! Sorun çözüldü işte otursunlar öyle..."
İnceden bana da laf gelmişti konuyu uzatmamam için! Özgür'e kaşlarımı çatarak bakıp önüme döndüm. O uyuz beni tehdit mi etmişti? 'Pislik bir, pislik iki, pislik üç, pislik dört...'
İçimden sayarken Ela'nın sesini duydum. "Ne yapıyorsun?"
"Sayıyorum..."
"İçinden saysana kızım ya sarma şunları başımıza!"
Mine kulağıma fısıldadığı anda, tekrar o gıcığın sesini duydum. Tepemize dikiliverdi yeniden insan kılıklı canavar. "Kime 'pislik' diyorsun kızım sen? Kime güveniyorsun?"
Bir an üzerime atlayıp yumruğu burnuma patlatacak sandım, korktum. İçimden değil dışımdan saymış, bu öküzü yine sinirlendirmiştim. Ama geri adım atmadım. Huyum kurusun. "Birincisi kendime güveniyorum, ikincisi sözlerimin sahibi yok ve üzerine alınırsan sevinirim."
Sözlerimi cam kırığı misali savurdum, inceldiği yerden kopsundu bence. Hep el üstünde tutulduğundan kendini bir şey zannediyordu. Kötü çocuk havasında ortalıkta gezdiği için kızların dikkatini çekiyordu, ben hariç!
Ela tekrar kolumu hafifçe sıkıp bıraktı. Bu dur artık, sakinleş demekti ki hala çok sinirliydim. Asla haksızlığa, zorbalığa tahammülüm yoktu, olmayacaktı. Özgür konuşmaya başladığından beri sınıfta uğursuz bir sessizlik vardı. Sinirden dolayı dizlerimin titremesi, beni ayakta tutamayacağını bildiğimden, pencere kenarında, yan oturmaya devam ediyordum. Ela'nın hemen yanında dikilen Özgür, Ela'nın üstünden uçup üzerime atlayacak gibiydi.
Nefesler tutulmuş, Özgür ne cevap verecek diye bekliyorduk. O ise sadece çatık kaşlarla gözlerimin içine baktı. Başını hafifçe yavaşça aşağı yukarı sallayıp görüşeceğiz der gibi gözlerini kısıp dilini üst dişlerinin üzerinde dolandırdı... Küfretmiş gibi hissettirdi. İrkilmekten kendimi alamadım.
Bu sırada Ela yavaşça ayağa kalktı, güneşin renginden çaldığı saçlarını omzundan geriye doğru savurdu. Özgür Ela'nın dibindeydi zaten. Geri çekilmedi üstten üsten ters ters bakmaya devam etti. Aralarında ki mesafe azdı ama ortada dolaşan elektrik gerilimi fazlaydı. Ela gerilen ortamı yatıştırmak için sakin bir şekilde konuşmaya başladı. Onun en belirgin özelliği buydu, bulunduğu ortamı mantıklı ve sakin konuşması ile kontrol altına alabilirdi.
"Bak bizde sorun istemiyoruz. Önce sen başlattın, arkadaşımıza kötü davrandın ve hala gücüne güvenip bir kızı tehdit ediyorsun. Bu yaptığın doğru değil, otur artık yerine ve konuyu burada kapatalım. Birbirimizi görmezden gelmek hepimiz için hayırlı olacak bence."
Diğerlerini gayet güzel görmezden gelebilirdim. Ama Edis artık onu görmemek, görmezden gelmek benim için mümkün değildi. Allah aşkına o bana sadece bir metre kadar uzaktı. Heyecanla pıt pıt atıp duran kalbimin üzerine elimi koyup baskı uyguladım. Sanki bunu yapınca geçebilecekmiş gibi.
Edis'e kayan aklımı başıma getirdim ama gözlerim ısrarla ona bakmak istiyordu usulca kendime çimdik attım. Tuna, Özgür'ün omzunu sıkıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Ne söylemişti ki? Sanırım bizim grubun sakinleştiricisi Ela iken o grubun ki ise Tuna'ydı. Çünkü Özgür koyulaşan gözlerini, gözlerime dikip soğuk mavilerini tehlikeli tehlikeli parlattı. Huzursuz oldum.
Küfrediyordu büyük ihtimalle pislik! Zaten ne zaman bu duruma düşseler erkeklik taslamak için illa küfre baş vururlardı. Sindirmek ve güçsüz olduğumuzu vurgulamak ve cinsiyet yönünden aşağılamak için. Ama bana ve arkadaşlarıma sökmezdi.
Ali'nin de araya girmesiyle Özgür yerine oturdu. Ama iğne misali batan bakışları hala üzerimdeydi. Sonra o ayakta kalan diğer beş kişide sessizce boş yerlere geçip yerleştiler. İki kızda bizim önümüze oturdu birisi küt saçlı gözlüklü diğeri ise sarışındı. Yavaş yavaş sessizlik yerine uğultulu bir gürültü başlamıştı. Hala hoca gelmemiş bu karmaşanın içinden çıkamamış olsa gerekti.
Omzuma dokunan elle hafifçe irkildim ve arkama döndüm, saçlarının rengini alevlerden ödünç almış arkadaşım Mine "İyi misin Nil?" Diye sorduğunda gözlerimin içine bakıyordu, sadece başımı sallayıp önüme döndüm. Gerginlikten konuşacak halim kalmamıştı ki.
İlk dersin sonlarına doğru tarih hocası içeri girdi, hızlı bir yoklama aldı ders işlemeyecekti sanırım bu yüzden "Bahçeye çıkabilirsiniz," dedi. Dışarıya çıkmak için ayaklandık. Yalnızca ilk iki saat ders işlemedik. Ama üçüncü ders coğrafya ile ağır bir giriş yaptık. O dersten bu derse, bu yılki eğitim için buğday başakları misali hızla sağa sola savrulup durduk.
Kendimde Edis'e bakacak onu izleyecek cesaret kırıntısı bile bulamadım. Zaten sabahki olay yüzünden görmemezlikten gelmeyi seçmiştik. Özgür çatmak için bahane arasa bile ters ters bakmak dışında bir şey yapmadı çok şükür. Bunun dışında, gün boyunca bir olay yaşamadık. Ta ki son ders bittiğinde çantamı toplayıp kapıya yürüyene kadar...
Çok yakınımdan duyduğum enseme vuran sıcak nefes ile sırtımdan bir ürperti süzüldü.
"Asla yalnız kalma!" Fısıltısı ile olduğum yerde çakılı kaldım. Kapıdan çıkmadan önce Özgür pis bir sırıtmayla baştan aşağı şişman bedenimi süzdü ve göz kırpıp gitti, gözü çıkasıca. Beni yine tehdit etmişti pislik!
"Ne dedi Nil?" Adımı duymamla sağ tarafıma baktım. Bunu diyen Ali'ydi, Özgür'ün yaptığını sindirememişken birde Ali ile uğraşamayacaktım.
Cevap vermeden adım attığımda, Ali bu sefer hızla önüme geçti. Kaşlarımı çatarak yüzüne bakıp bir adım geri çekildim. "Nil söyle bana, Özgür sana ne dedi?"