/4.Bölüm/

1001 Words
Kulaklığımı kulağımdan çeken ve bana elindeki sarı sütyenle kızgınca bakan annemi gördüğümde tedirgince etrafa baktım. Şarkı dinleyip dans ederken fazla dağıtmış olmalıydım etrafı. "Bir şey mi oldu annelerin en güzeli, en bebeği, en bir tanesi?" dediğimde 'kes yalakalığı' der gibi elini sallayıp sütyeni kucağıma fırlattı. "Ne buranın hâli Gri, sen beni çıldırtmak mı istiyorsun? Misafirlerim gelecek diyorum sana." "Gelsinler anne, misafirlerin benim odama mı gelecek sanki?" dediğimde saçımın ucunu çekmiş ve benim inlememe aldırmadan konuşmuştu. "Senin yaşlarında kızları var. Kaynaşın bahanesiyle odana göndereceğim, az sosyalleşmiş olursun. Topla burayı!" "Mavi'nin odasına gönder anne! Sokmam odama kimseyi." "Öyle bir sokarsın ki, ay fenalık geldi dayanamayacağım. Çıkıyorum. On dakika sonra kontrole geleceğim. Toplu hâlde görmezsem bozuşuruz." deyip yanağımdan makas aldı. Yanağımı elimin tersiyle silmeme gülüp odadan çıktığında söylene söylene odayı toplamaya başladım. "Sosyalleşince ne bok olacaksa sanki. Git, kızını sosyalleştir. Varsa yoksa Gri. Beni babam doğurdu zaten, evlatlık mıyım ya ben?" Kapının tıklatılmasıyla gerildim. "Daha on dakika olmadı, manyak karı. Çık odamdan." Gelen manyak annem değildi. Sarı kafasını kapıdan uzatıp, tatlı olduğunu düşündüğü gülümsemesini suratına takan Mavi salağıydı. "Ne var?" "Geleyim mi?" "Meşgulüm, görmüyor musun? Oda topluyorum." "Yardım edebilirim." deyip dudağını büzdüğünde suratımı buruşturdum. "İnsanları böyle nasıl kandırabiliyorsun, anlamıyorum ki. Hiç de tatlı değilsin. Salak bu deyip üzülme diye mi yapıyorlar acaba sana acıyıp?" Göz devirip elindeki elmasından koca bir ısırık aldı ve yatağıma kendini attı. Bildiğiniz attı. "Yavaş ayı." "Düzgün konuş ablanla." "Bak seni döverim. Daha kaç kez açıklayacağım sana asıl ablanın ben olduğumu?" "Önce ben fırladım mı fırladım. Gerisi beni ilgilendirmez. Son çıkan çürük yumurta." Suratımı buruşturdum ve kafasına terliğimi fırlattım. "Anne." diye cırlamasına aldırmadan son sütyen parçasını da kirli sepetine doğru fırlattığımda odada gözle görünür bir pislik kalmamıştı Mavi dışında. "Ne var, ne oldu yine?" deyip odama dalan annem odayı derli toplu görünce beğenircesine süzmüş ve yanıma gelip yanağıma bir öpücük kondurmuştu. "Ha şöyle ya, şöyle ol canımı ye." Mavi'ye nispet yapar gibi anneme daha çok sokulduğumda Mavi göz devirmiş ve elmasından bir ısırık daha almıştı. Hayvan. İşi gücü yemekti. "Siz niye çağırdınız beni, ne oldu?" Konuşmaya hazırlanan Mavi'nin sözünü kesip sorun olmadığını söylediğimde Mavi sırıtarak bakmış ve sorun olmadığını söylemişti anneciğine. Göz devirdim. Yapmacıklıktan ölecek ilk insan olarak rekorlar kitabına girecekti yakında. Çok yakında. Yakın geleceği iple çekerken hayallerime kafama yediğim sütyenle girmişti pis çiyan. "Bak seni yolarım, buruşuk. Uğraşma benimle!" Elini 'yav he he' dercesine sallayıp odamdan çıktığında sakinleşmek için derin derin nefesler almaya başladım. Bugün de onun ağzına sıçamamıştım. 18 yaşındaysanız ve varlığı bile hayatınızı zindan etmeye programlanmış bir ikiziniz varsa hayat zordu, çok zordu. "Ekmek almaya gidin biriniz." Evin en küçüğü konumunda görülüyorsanız hayat daha zordu. Ya söyleyin bana, ben ilk rahme düştüğüm için son çıktım cümlesini anlamak ne kadar zor olabilir ki? Ben düştüm ilk rahme sonuçta değil mi? Bu ne demek, ben daha büyüğüm demek. Ben daha büyüğüm ne demek, Mavi ekmekleri alsın demek ama yok o ekmeği tek Gri alacak çünkü Gri köle. Gri kim ki ya, evin hizmetçisi zaten. Gelip deseler ki seni çöpte bulduk, camide bulduk, acıdık sana. Yazık dedik. Diyeceğim tamam ya. Bana böyle davranma sebebiniz bu'ymuş demek. Ama yok, yıllardır itiraf da etmiyorlar beni çöpte bulduklarını. Eflatun küçükken bana seni çöpte bulduk derken ciddiydi bence. Bunları boş verip gelen ayak seslerini duyduğumda koşarak masamın başına geçtim ve ders çalışıyormuş gibi yaptım. Kapı açıldığında ve annem beni örnek evlat pozisyonunda gördüğünde muhtemelen gururla bakmış ve kapıyı örtmeden önce o sihirli sözcükleri söylemişti. "Kardeşin ders çalışıyor, kalk ekmek al Mavi. Hadi!" İşte bu zaferdi, bu kötü günlerin bitimiydi. Bu çöpten çıkan çocuğun ben değil de Mavi olduğunu anladığımız cümleydi. Kısık sesli sevinç kahkahası attığımda Mavi'nin sesini duydum. "Anne, yalan söylüyor ya. Ne çalışacak o, çalışmıyordur. Git bir bak, bir sayfa ilerlememiştir daha." Pis çiyan, nasıl da iyi tanıyor beni. İkiz psişik güçlerim sayesinde bunu diyeceğini tahmin etmiş ve anladığım bir dersin kitabını açmıştım bile önceden. Böylece sayfaları dolu bir kitap vardı önümde. Annem "Saçmalama, alt tarafı markete gideceksin. Rahatsız etme kızı, hadi." dediğinde ağlar gibi ses çıkarmaya başlamış ve odasının kapısını hızlıca kapatmıştı. Hemen ayağa kalkıp odamın kapısını kilitledim. Saniyesinde Mavi, kapıya vurup açmaya çalışınca gülmüştüm. Gülüşüm sinirini bozmuş olacak ki olduğu yerde tepinmeye başlamıştı. "Bu evin en küçüğü sensin, sen niye gitmiyorsun da tüm ayak işlerini ben yapıyorum ya. Ders de çalışmıyorsun. Yalan söylüyorsun!" "Mavi! Sana kızı rahatsız etme dedim. Bırak, ben gider alırım. Konuşma benimle bir daha da." diyen annemin sesini duyduğunda sesi kesilmiş ve muhtemelen annemin tribini hayatı boyunca çekmek istemediği için ondan önce kapıya varmıştı. "Gittim ben, hadi bye." dediğinde buradan bile hissediyordum annemin 'zafer benim' gülüşünü. Sırıttım. Bu zafer hepimizindir anne, diye bağırdığımda "Dersine dön." diye seslenmişti. Zıplayarak kendimi yatağa attım. Hiç ders çekecek havamda değildim. Hazır Mavi'yi de evden göndermişken ve beni çalışıyor muyum diye dakika başı gözetleyecek biri yokken rahatça dizi izleyebilirdim. The Boys'a başlamıştım dün ve altıncı bölüme kadar gelmiştim. Şimdiden iki tane shipim vardı ve gerçekleşmeyeceklerini hissediyordum. Çünkü bilirsiniz işte, shipi asla tutmayan muhteşem insanlardandım. Dizi, bir grup insanın süper kahramanları çökertmek istemesini ve bunun doğrultusunda yaptığı şeyleri konu alan bir dizi ve beni sardı bayağı. Bu belki izleyecek pek bir şey bulamamamdan kaynaklı da olabilir ama şu anlık sevdim. Bence izlenir. Derin bir nefes aldım ve sesi orta düzeye getirip yedinci bölümü açtım. Ekranda gördüğüm bölüm süreleri canımı sıksa da alışmaya çalışıyordum. Sitcoma aşırı bağımlı bir insan olarak yirmi dakikalık sitcomların yerini hiçbir türün tutmadığını söylemek isterim. Yani benim için. O kadar kısa süreli yirmi dakikacık bölümleri izlemeye alışmıştım ki bir saatlik diziler bana işkence gibi gelir olmuştu. En sonunda pes edip bölümün yarısında sitcom arayışına girmiştim. Ben de istemezdim sitcom delisi bir insan olmak ama... Şaka şaka, bayılıyorum maalesef sitcoma ve bu durumdan da gayet memnunum. Düşünsenize, korku türüne aşık bir insan da olabilirdim. Allah'ım korumuş resmen beni. Kapım tıklatıldığında hemen durdurdum. "Ne var, ders çalışıyorum?" "Ekmeği aldım. Gel aşağıya, yemek yiyoruz. Ayrıca..." Durdu. Bir şey söylemesini bekledim ama sadece sustu. "Ne ayrıca? Ne şov yapıyorsun, söylesene direkt." dediğimde derin bir nefes alıp yavaşça vermiş ve gülmüştü. "Ayrıca The Boys mu izliyorsun sen hâlâ, bari izliyorsun sesini kıs. Zevksiz şey ya."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD