BÖLÜM-3 TATİL GÜNLÜKLERİ

676 Words
  Tüm ısrarlarıma rağmen söylemedi, bende suratımı asıp hiç konuşmadım. Birden rüzgâr esmeye başladı ve yerdeki çalı çırpıyı silindirik bir şekilde havaya kaldırdı, Akdeniz de kilitlenmiş ağzını açtı. "Hadi gidelim artık yağmur gelecek." Dedi, nasıl bu kadar kendinden emin olabiliyordu ki?  "Ne yağmuru günlük güneşlik hava var." Diye çıkıştım. Tamam, rüzgâr bir parça ürpertti ama onun ukala tavırları beni daha çok germişti ve kızdığımı anlasın diye kaşlarımı çatıp kafamı eğdim  "Bir kaç gündür bulutlar tüy gibiydi görmedin mi? Bak şunlarda alçalıyor renkleri de koyulaştı, rüzgâr yağmur topluyor. Ekinler kaldırıldıktan sonra ne zaman bulutlar tüy tüy olsa, mutlaka bir iki gün içerisinde yağmur yağar. Fazla oyalanmadan gidelim bence."  Şimdi de başımıza meteoroloji profesörü kesildi.   İçten içe kalıp iddialaşmak istesem de haklı olma ihtimali yüksekti. Kaybettiğimde yüzüme küstahça bakmasına müsaade edemezdim, sonuçta bu toprağın çocuğu elbette benden daha iyi bilmesi doğaldı.  Tamam, gidelim de ben temelli gideceğim. İkisi de sus pus olmuş hiç üzülmüyorlardı sanki. Buz gibi bir "Gidelim" ve sonrasında hiçbirimizden çıt çıkmadı.  Ayağa kalkıp arkamı çırptım ve hiç ses etmeden yürümeye başladım. Biraz sonra onlarda arkamdan adımladılar, sessizlik yemini etmiş gibi yürüdük. Hızlı adımlarla tepeden aşağı indik, rüzgârda bizimle birlikte hızlanmıştı, hoyratça yüzümü yaladı. Kollarımın üşüdüğünü hissettim, hava birden kararmıştı. Karşıda bir yerde aniden çakan şimşeğin ışığı gözümü kamaştırdı ve arkasından gümbürtüsü geldi.  Evet, yine haklı çıktı. Küçük küçük damlalar üzerime düştü bile. Islak toprak ve çimen kokusu, rüzgârın taşıdığı yeni sürülmüş bir tarladan gelen gübre kokusuyla birleşti. Bana büyülenmişim gibi hissettiren bu mis koku; üreten ve çalışan insanların varlığının ispatıydı. Ruhum sihirle başka bir âleme geçecekmiş zannettiğimde yağmur gökyüzünden sicimler halinde inmeye başladı.  Neyse ki eve yaklaşmıştık. İnci teyzem yağmurun saç uzattığını söylemişti bir keresinde, aklıma gelince hemen dağılmış atkuyruğu saçımdan tokamı çıkardım kafamı sağa sola sallayarak saçlarımı savurdum ve kendimi yağmura bıraktım.  Sonunda evin önündeydik, üçümüzde sırılsıklam olmuştuk.  "Hadi çocuklar görüşürüz kendinize iyi bakın. Biz bir iki saate yola çıkarız herhalde."  Sadece el sallayıp koşar adımlarla evlerine gittiler. Merdivenin ilk basamağına adım attığımda durdum, arkamı dönüp onlara baktım. Karnıma demir bir yumruk yemiş gibi hissettim ve yavaşça bir sonraki basamak... Bir sonraki...  Güzel günler neden bu kadar çabuk bitmek zorunda diye düşünürken ağlamaya başladım. Daha dün gelmiş gibiydim, hatta sanki hiç zaman geçmemiş annemlerin beni bırakıp gittiği gündeymişim gibi oldum. Ama öyle değildi karnımdaki ağrı hatırlattı bana, ayrıca elinde kuru temiz giysilerle bekleyen annem ve yanında havlu tutan anneannem. İyi ki ıslak yüzümden ve şıpır şıpır su akan saçımdan ağladığımı anlamadılar. Zor ve zayıf düştüğüm hallerimi başkalarının anlamasından nefret ediyordum. Hele de bana mutluluğu en iyi öğreten, annemin üzüntümü görüp üzülmesine dayanamıyordum. Yine kaşları gözlerinin üzerine yıkılmış, dudaklarını ısırıyordu.  "Hasta olacak bu çocuk kesin!"  "Anne ben iyiyim gerçekten. İnan ki hiç üşümedim."  "Tamam, canım hadi ıslak giysilerini değiştirelim, şu saçlarını da güzelce kurulayalım."  Endişe kervanına babam da katıldı; o da iyi olduğuma emin olunca hep beraber yemeğe geçtik.  Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı, babam bagajı güzelce yerleştirdi. Artık yola çıkmaya hazırdık, vedalaşmaktan hoşlanmadığım için buruk bir şekilde sarıldık. Arabaya otururken arkamı döndüm ve Gülizar teyzeleri gördüm. Gözlerim, gelmesini umduklarımı arıyordu. Evet... İşte Sema ve Akdeniz...    Onları görünce kendimi arabanın dışına attım. Üçümüz uzun uzun sarıldık. Sema ağlıyordu. Akdeniz ise gözlerini saklamak için sürekli kafasını başka yönlere çeviriyordu. Bende aynı şekilde... Sanırım artık yola çıkabilirdik fakat arabamıza geçmeden önce Akdeniz'e yaklaştım ve kulağına "Söylemeyecek misin?" Diye sordum.  O da 'hayır' demek yerine başını salladı. Neden hala söylemediğine anlam veremedim doğrusu. Hemen arabaya bindim ve öfkeyle kapıyı çarptım. Babam anahtarı çevirdi, benzini içine çeken motorun sesi geldiğinde arka camdan kalabalığa baktım. Hareket ediyorduk ve o sırada Akdeniz'in dudakları kıpırdanıyordu. Tüm dikkatimi ona verdim ve dudaklarını okudum.  "Belki bir daha ki sefere..."    Ana yola çıktık. Evler, insanlar, ağaçlar, Kartal Tepesi, dağlarımız hepsi bir bir geride kalıyordu. Yaz tatilim gözlerimin önünde film şeridi gibi akıp geçti, geride kalanlarla birlikte.  Hoşçakalın bereketli başakların kavrulduğu tarlalar! Söğütlerin kenar süsü olduğu şırıl şırıl akan dereler! Her daim mis kokulu meyveler sunan bahçeler! Gökkuşağının damladığı yerlerden fışkıran menevişle çizilmiş çiçekler! Hayvan seslerinin armonik senfonisi, bunaltıcı sıcak, genzimi yakan nem ve imdada yetişen ab-u hayat; yaz yağmuru. Çocuk kalbime sadık iki kalp: SEMA ve AKDENİZ...  HOŞÇAKALIN...                    
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD