BÖLÜM 1- TATİL GÜNLÜKLERİ

1371 Words
                                Gün batımından az önce kesilmişti ısrarcı yağmur. Islak topraktan yayılan kokuya çiçeklerde karışınca, sıcaktan eriyen ruhum yeniden canlandı sanki. Ah! Bir de nem… Ağaçlar da benim gibi kavrulduklarından yağmur suyu ile kendilerine geldiler. Yani kesinlikle! İçime koca bir nefes çekip "Oh, dedim dünya varmış."  Akşam ezanı sonrasında evdeki hareketlenme ilgimi çekti; anneannem ile İnci teyzem, salon mutfak ve balkon arasında mekik dokuyorlardı. Birisi akşam yemeği için sofrayı kurmaya çalışıyor, diğeri de yemek sonrası hazırlıkları yapıyordu. Büyük ihtimalle çaya misafir bekleniyordu.  Annem yola çıkmadan önce kasaba havasının iyi geleceğini söylemişti. Onun doğup büyüdüğü bu şirin ve güzel yerin benim çocukluğuma da unutulmaz hatıralar bırakacağına emindi. Ağaçlara tırmanıp meyveleri dalından yemek, dağlarda gezmek ve sabah erkenden kalkıp güne başlamanın ne kadar zevkli olduğunu anlata anlata bitiremezdi. Biz şehirde kolay, sıkıcı ve kasvetli bir hayat yaşıyormuşuz. Annem haklıydı aslında buranın doğası ve temiz havası muhteşemdi. Anneannemlerin evi kocaman bir bahçe içerisinde bulunuyordu tıpkı cennet bahçesi gibi. Her türlü meyve ağacı vardı. İncir erik, dut, kayısı, portakal, mandalina... Ve rengârenk çiçekler, mis gibi kokuyordu soluduğumuz hava.  İki kattan ibaret olan evin alt katında büyük bir garaj ve ocak odası denilen bölümler vardı. Bahçe içinde evden beş metre kadar uzakta, arka tarafta ahır ve yanında kümes bulunuyordu. Ahırda anneannemin canı gibi sevdiği ineği ve onun minik buzağısını beslemek çok eğlenceliydi. Anneannem her sabah erkenden kalkıp onları yuvalarında ziyaret ediyor sonra süt sağıp ocak odasına getiriyor, orada pişirip yoğurt, ayran, tereyağı gibi süt ürünlerine dönüştürüyordu. Ocak odasını çok sevmemin başka bir sebebi de kahvaltıda yediğim mis kokulu sıcak ekmek ve gözlemelerin burada imal edilmesiydi.   Evin yaşanılan bölümü olan üst kata dışarıda kalan merdivenler aracılığıyla çıkılıyordu. Basamakların bitiminde etrafı sağlı sollu teyzemin çiçekleriyle süslenmiş, bahçeye giriş kapısına kadar uzanan minik bir patika vardı. Teyzem tüm çiçeklerin isimlerini ve nasıl bakılması gerektiğini öğreteceğine söz vermişti. Merdivenleri tırmanınca, etrafında tırabzanları olmayan koca bir teras çıkıyordu karşımıza. Başımı yukarı kaldırdığımda terasın üzerini örten üzüm asması çadır gibi görünüyordu; hem bal gibi üzümler veriyor hem de güneşten koruyordu. Bizimkiler balkon diyorlardı bu terasa. Ortada konumlanan büyük kapıdan geçince geniş sofanın sağında solundaki kapılar odalara, mutfağa ve banyoya açılıyordu. Oldukça geniş olan evin simasına, açık renk kalebodur döşemesi daha ferah bir hava veriyordu.  İlk defa ailem olmadan kalacaktım anneannemlerde, hem de tüm yaz tatili boyunca. Üç gün önce hep beraber gelmiştik, bu sabahta onları yolcu ettik. Biraz buruk ayrıldık doğal olarak. Annem ve babam gidince balkondaki minderlere attım kendimi somurtup oturdum saatlerce. Kamil dayım sıcaktan eriyip mindere yapıştığımı söylediğinde konuşmaya başlamıştım. Adil dayım da bunu fırsat bilip takılmadan duramamıştı. Yüzüme yaklaşıp iki kaşını aynı anda aşağı yukarı oynatarak "Çok eğleneceğiz ufaklık çok" demişti. Karakaşlarının hiç beklemediğim hareketi ile kahkahalarımı tutamamıştım. Sonra herkes işinin gücünün başına dönmüş bende kabuğuma geri çekilmiştim.    İşte yağmur sonrası oturuyordum balkonda...  Bahçedeki gürültü birden herkesi ayaklandırdı. Dedemlerin komşusuydu gelenler. Kalabalık aile Dedemlerin komşusuydu gelenler. Kalabalık aile merdivenden sırayla çıkarken onları izliyordum, tam arkamı dönüp içeri gireceğim sırada en arkadan bir çift gözün bana bakıp parladığını gördüm... Hayatıma damgasını vuracak ve en iyi arkadaşım olacak Sema! Göz göze geldiğimizde içimde kelebekler uçuştu.   Birkaç gün sonra biz onlara gittik, Sema ile daha bir kaynaştık. Bana ağaçlara tırmanmayı, meyve toplamayı ve bu kasabada çocuk olmaya dair her şeyi anlattı. Onunla zaman çok çabuk geçiyordu ama üzülmüyordum, önümüzde koskoca yaz tatili vardı ve daha başındaydık. Semaların evlerinin üstünde balkon haricinde bir teras daha vardı. Bizimkiler çaylarını içerken o ve ben çürük olduğunu düşündüğüm ki gıcırdıyordu, tahta eski bir merdivenle oraya çıktık. Müptelası olacağım bu merdivenlerden çok korkmuştum, Sema yüreklendirmeseydi adımımı atmaz orada yaşayacağımız güzelliklerden de mahrum kalırdım.   Sema'nın getirdiği minderlere sırtüstü uzanıp yıldızlarla karşı karşıya geldiğimizde, gece göğünün bu kadar güzel olduğunu sanki ilk defa fark etmiştim. Yıldızları izlemeyi her zaman severdim ancak büyük şehirdeki lüzumsuz ve orantısız ışıklandırmadan dolayı puslu lacivert zeminde pırıltısını kaybetmiş noktalar olarak görürdüm onları. Burada gökyüzü bile farklıydı. Gecenin içinde; kulaklarımızda cırcır böceği ve kurbağa sesleri, tenimizi okşayan ılık meltem ve gözlerimizi kapattığımızda uçtuğumuzu düşündüren o his muhteşemdi.  Ayrılık vakti geldiğinde sıkı sıkı tembih etmişti Sema "Bak, yarın erkenden kalkıyorsun ve bize geliyorsun amcamlar köyden dönüyor." Diye tekrar edip durmuştu.  Alelacele kahvaltı yaparken ağzımdaki lokmaları zar zor yutuyordum. Boğulacağımdan endişe eden teyzeme "Bugün Sema'nın misafiri geliyor onunla tanışacağım." Deyip kolumdaki saate bakınca fırladım sofradan "Çok geç kaldım... Çok geç kaldım" Diyerek merdivenleri ikişer üçer atladım.  Bahçedeki erik ağacının altında beklerken dallara konmuş serçeleri izliyordum, ürkmesinler diye kıpırdamıyordum hatta. O sırada Gülizar teyze seslenince tüm serçeler uçup gittiler.  İşte oradaydılar! Sema tavşan gibi sekiyor, arkasındaki sarışın çocukta ağır adımlarla süzülüyordu. Yaklaştıkça yüzünü daha iyi seçebildim. Çok kısa kesilmiş hatta başının etrafını diken gibi kaplayan sarı saçları, yanık bronz teni, belki biraz da utançtan kızarmış yanakları ve içlerinde kahverengi hareleri olan yemyeşil gözleri ile karşımdaydı asil duruşlu köy çocuğu. Biraz bakıştık önce, gözlerini ilk kaçıran o oldu, ne kadar değişik ve güzellerdi. Sıkılmış olacak ki hemen tanışma faslına geçmek istedi, gür ve duru sesiyle "Ben Akdeniz." Dedi bir çırpıda. O anda beynimde bir lokomotif düdük çalıp duman çıkarmaya başladı, zar zor gülme hissimi baskılayıp cevap verdim. "Ben de Karadeniz, Marmara da yolda geliyor." Kimsenin gülmediğini fark ettiğimde attığım kahkaha boğazıma dizilmişti. Ne yazık ki Sema bile gülmüyordu. Sadece başını öne eğip naylon pabuçlarından dışarı taşan parmaklarıyla toprağı eşeliyordu. Sarışın çocuğun yüzünde ise az önce donup kalan ifadeden başka bir şey yoktu. Acilen bulutları dağıtmam gerekiyordu zira en çok bozulan bendim. Dilime sakin, yumuşak bir ses akort ettim. "Tamam, özür dilerim komik olmadı farkındayım peki, sadece Deniz desek?" Daha soru işaretimi koymadan bıçak gibi kesti sözümü. "Olmaz! Deniz değil, benim adım Akdeniz!"  Bu sahneyi hayatım boyunca unutamayacaktım, hem baltayı taşa vurdum hem de Akdeniz'in tuzlu sularında vurgun yemiş gibi sersemledim. Ta ki Sema ortamı yumuşatıp bizi kaynaştırana kadar… Gece kendimi yatağa attığımda yorgunluktan bacaklarım tutmuyordu, hemen uyurum sanmıştım ama olmadı. Sabahtan akşama kadar koştuk, hopladık, zıpladık hatta yemek yemeyi bile unuttuk. Ağaçlardan yediğimiz meyvelerle beslendik gün boyunca. Sema ve ben aynı yaştaydık ama Akdeniz bizden iki yaş büyüktü, yani on üç yaşındaydı. Fakat yaşına göre çok olgun ve hassas bir karaktere sahipti. Dilimde açılan bıçak yarasının sızladığını hissettim onu düşünürken, yanaklarım ve kulaklarım ateş gibi yanmaya başladı, tanışma anında yaptığım gereksiz espriden çok utanıyordum.  Anneannemlerin mahallesinin arka tarafında evler seyreldikten sonra başlayan, tarlaların bitiminde sıralanan dağlar sanki mahalleyi dış etkenlerden koruyan dört dev savaşçı gibiydi. Hatta evden bazen siluetlerini seyre dalar kendimi güvende hissederdim. Tarlalar ve onların arasında ise büyükçe bir kayalık bulunuyordu. Kartal Tepesi imiş adı, bizim gibi birçok çocuğa oyun parkuru olmuş yıllarca. Bizde birlikte olduğumuz zamanları orada geçirmeye karar verdik. Bugün öğle sonrası ilk ziyaretimizi gerçekleştirmek üzere tırmanışa başladık. Ben onları biraz yavaşlattıysam da zorlu tırmanışı tamamlayıp nihayet kayalığın zirvesine ulaştık ve yan yana oturup manzarayı seyre daldık. Sema çiçeklerin güzelliğine dayanamayıp bizden biraz uzaklaştı, ben de bu fırsattan istifade edip kırdığım gönlü almaya niyetlendim. "Dün sabah için kusura bakma ismin gerçekten çok güzel. İlginç geldi bir an da tutamadım kendimi kızmadın değil mi?"  Dudaklarına hüzünlü bir ifade yerleştirip hikâyesini serdi önüme "Annem" diye başladı söze yeşil gözleri özlemle parlayarak.  Üç yaşındayken kaybetmiş annesini ve babası ile birlikte annesinin hatırasını canlı tutmaya çalışarak köyde yaşamaya devam etmişler. Zavallı kadın ilk kez deniz gördüğünde Akdeniz’e hamileymiş ve ayaklarını sokup ılık suyunu hissettiği o denizin adını öğrenince kocasından söz almış doğacak oğlunun ismi için. Annesiz bir çocukluğun ne denli zor olduğunu düşünmek… Ah! Annemi ne kadar özlemiştim daha birkaç gün geçmesine rağmen.  Kulaklarımda günün ilk ışıklarıyla dürtülen horozların sesi, ardından onları bastıran inekler ve sabah... Burada yepyeni bir güne uyanmanın tadı başkaydı hele de gördüğüm kâbusun ardından.    Her geçen gün onlara daha çok bağlanıyordum, hatta bir gün Sema "Senden sonra çok farklı olduk" demişti. Akdeniz'e göre ise üçümüz bir bütündük.  Evet, biz farklıydık. Diğer çocuklara hiç benzemiyorduk. Oynadığımız oyunlar, konuştuğumuz konular ve hayallerimizle fantastik bir dünya kurmuştuk kendimize. Bahçeyi bir okyanusa benzetir denizaltı yaratıklarıyla savaşırdık, dedemin tarlası yeni keşfettiğimiz bir gezegen, Kartal Tepesi periler diyarının giriş kapısı ve Semaların terası galaksiler arası yolculuklar yaptığımız uzay gemimiz olurdu. Birlikteyken hiç mutsuz olmadık, sadece birimiz eksik olduğunda yarım kalıyorduk. Ayrı kaldığımızda ise bir araya geleceğimiz zamanı iple çekiyorduk.  Kartal Tepesinde aslana benzettiğimiz bir kaya vardı bu kayanın en güzel yüzüne bir daire çizmiştik. Dairenin içine de üçümüzün adını yazıp etrafına irice noktalar koyarak birlikte geçirdiğimiz günleri işaretliyorduk. Daire gezegenimizi, noktalarda yıldızları temsil ediyordu. Altmışaltı yıldızdan oluşan kocaman bir galaksimiz olmuştu kayanın üzerinde.                            
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD