bc

BİZ ESKİDEN

book_age16+
1.0K
FOLLOW
5.0K
READ
powerful
independent
tragedy
twisted
mystery
realistic earth
twink
spiritual
love at the first sight
Neglected
like
intro-logo
Blurb

"Annen ve baban hakkında böyle şeyler söylememelisin."

"Ben çocukları leyleklerin getirmediğini biliyorum Ayşe'm."

"Ben de biliyorum ama yine de söylememelisin."

"Peki söylemem. Senin hatırın için. Yani öyle rahat olacaksan? Söylesene dokunmama izin verecek misin?"

"Tamam." Bu söz ağzımdan nasıl çıkmıştı bilmem. "Ama kıyafetlerimin üzerinden!"

chap-preview
Free preview
1
Kulağımdaki acı ağıtın bir çalı süpürge ucunda kapıya gidişi bizi eskiden kalma hatıralarıma vurdu. Bir bağlama sesi duydum; yalandan. Bilirim ki o bağlama da tıpkı bizim gibi çok eskilerde kaldı. Fakat inatçı değil mi hayallerim, tutturdu mu duyar da görür de. O türkünün de eşlik ettiği zamanları bugün yaşıyormuşum gibi. 19 Mayıs törenleri, Halil Efe'nin elinde bağlaması, o güzel sesinden "Bilmem Ağlasam mı?" dediği türkünün sözleri tek tek aklımda. Pencerenin önünde oturup da dışarıyı izlemeye başladıktan sonraki ağlayışım Emin Dayı'nın öldüğünden haberdar olduğumdan beridir ilk kez böyle çağlayan... Bir Halil Efe anısı, bir geçmiş, bir yoksunluk vurdu yüzüme yüzüme. Yetim bir çocuğa annesinin gidişini söylemediğin sürece bunu bir yalanmış gibi inkar etmesi gibi... Biri dokundu omzuma, biraz sertçe dürttü, "Kalk!" dedi. Şarkının kulaklarımla teması kesildi, Halil Efe çalmayı bıraktı. Suratına baktığım kadın tiksinircesine sunmuştu düşmanca bakışlarını bana. Ne desem bilmezlikle yeniden başımı pencereden tarafa çevirdiğimde ise "Helva dağıtılacak kadınlara," diye bir kez daha dürttü beni meşum düşmanlığıyla. Ayaklandım. "Ben erkeklerinkini vereyim sen buranınkini," diye yaptı açıklamasını. Biri kucağıma koca bir sini dolusu helva tutuşturdu. Önce kaldıramadım ağırlığınca helva tepsisini düşecek oldum ama çabuk toparladım. Halil Efe düşene ne çok güler, diye hatırlattım kendime. "Aman seni böyle görmesin!" Kâselere tepelenmiş halde doldurulmuş helvaları dağıtmak üzere mutfağın kapısından başladım misafirlere buyur etmeye. Hiç görmediğim ve bir daha da çoğunu görmeyeceğim yüzlerin meraklı yansımalarından kaçınmak adına kaldırmadım hiç başımı. Kimi benimle konuşmak için fırsat kolladı, kimi muhatap bile olmadı. Biliyordum ki başımı kaldırsam, göz göze gelsek o muhatap olmayanların suçlayıcı bakışları üzerime yapışıp kalacaktı. Mühim değil, yıkanır, aklanır, paklanır bir şekilde sıyrılırdım. Fakat kendimi tutamaz da bir laf edersem? İşte o zaman eyvah... Yüzüm kıpkırmızı olur, öfkemi kontrol edemeyişimin etkileri kulaklarıma dek belli ederdi kendini. Ev zaten sıcak, her halükarda insanın suratı kıpkırmızı olur herhalde. Gerçi benim yanaklarım bazen soğukta da kızarır. Ayaz! Ayazda Halil Efe'nin de yanakları kızarır, gözleri grileşirdi. Güneşi gördü mü de hafiften yeşile, ne bileyim belki biraz sarıya çalardı. Ağladığında mı? İşte o zaman bir gökkuşağı misali, açıldıkça açılırdı gözleri, bakar bakar da bir türlü ne renk karar veremezdim. Acaba Halil Efe şimdi de ağlıyor mudur? Emin Dayı'nın ardından oturmuş da usul usul... Sininin üzerinde ki helvalar hemencecik boşaldı ve mutfaktan yenilerini doldurmamı söylediler. Çabuk olmalıydım, bilmediğim kadınlar sürekli komut veriyorlardı. Ağıt yakanlar sus pus olmuş helva yemeye koyulmuşlardı. Bir kadının altın dişi, fısıltı ile yanındakine bir şeyler anlatırken çaktırmadan sırıtışından ele veriyordu kendini. Fıstık diyordu sanki, fıstığı az mı kavurmuşlar ne? Başka bir kadın helvanın az diri olduğunu söyledi. Ortalık da bir helva lafı aldı yürüdü. Emin Dayı helva aşkına unutuldu sanki. Oysa dizlerine vuranlar vardı, tövbe ki dizleri sabaha kadar ağrıyacaktı onların. Helva ağrı da kesmezdi ki? Ardından aralarında konuşanlar iyiden iyiye küçük gruplara bölündü ve hepsinin ağzında başka bir dedikodu peyda oldu. Emin Dayı'nın ölümünden bahsetmeyi bıraktılar nihayet diye sevindim. Hiçbir dedikodu ölümsüz değildir, derdi Halil Efe. Sözlerinin de anıları gibi yerleşik olduğu hayatına baktım da istesem de istemesem de kaçışı mümkün olmayan yaşanmışlıklardı. İnsanın çocukluğu, gençliği bir çocuğun ve o çocuktan çıkmış bir adamın pervanesi olmuş ise kurtulmak mümkün olmazdı ki? Hele bir de geleceğe dair yapılmış tüm planların içine de tıpatıp aynı kişiyi attın, bir de güzel ağzını bağlayıp çıkmasına izin vermediysen. Düşüncelerimden sıyrılmama neden, kadınlardan birinin gözümü sorması oldu. Gözümü kıstım refleks olarak, canım yandı ama çabuk hatırladım oramda bir yerde bir acı olduğunu. Örselenmiş olan gerçekte ruhum olsa da bedenin daha az acıdığından dem vursam gözüm için sözde endişelenen şu kadın beni anlar mıydı ki? "Düştün mü yoksa?" Düşmüştüm tabi ya... Hem de ne düşme! Dizlerimi göstersem sıyrıklarını görenin kanı donardı. Herkes bana acır ah vah ederdi. Sessizce mutfağa geçtim. Boşları toplamalı sonra da onları yıkamalıydım. Ardımdan seslendi az önceki kadın; gözüme patates koyarsam iyi gelirmiş. Fakat bir başkası onun önerisini hemen çürüttü. Patates gözümdeki darbe taze iken iş görürmüş bu saatten sonra geçmiş olsun demekten ötesi boşmuş. Sıcağı sıcağına buz basmalıymışım ya da... Şişmiş ekseriya görünüyormuş da... Kollarımı sıvayıp tek tek gelen tabakları yıkamaya koyuldum. Çeşmeden sıcak su akar mı bilmem ben? Açtım buz gibi suyu, doldurdum süngere deterjanı... Biri çayın suyunu almamı söyledi, o tekrar eklermiş. Bir de çay demlemişler, içecekler demek ki diye düşündüm. Riayet ettim öneriye, sıcak suyu bir leğene boca edip helvalardan arta kalan bulaşık kapları yıkamaya başladım. O kadar az sürede dağ gibi oldu ki önümdeki tabaklar, erkeklerin helvalarından arta kalan kaplar da gelince tezgâh almaz oldu. Emin Dayı'ya son vazifem helvasının bulaşığını yıkamakmış meğer. Kimse bu kadar bulaşığın bana ağır geleceğin düşünmezken belki de bu görevin bana biçildiğini düşündüklerinden ses etmediler. Misafirlerin bazıları dağılırken Emin Dayı'nın ablası Pakize'nin bütün misafirleri geçirme görevini devraldığını dinledim mutfaktan. Cenaze sahibi aslında oydu. Bulaşıkçılık ile bunu birbirine karıştırmamak lazımdı. Karnımda bir gurultu, en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamadım bile. Helvadan birkaç kaşık atsam... Şöyle bir baktım tencerenin dibinde kalanlara. İçim almadı! Ağzımın içi kuru, yavan ve kaynar... Çeşmeden soğuk su doldurup içince hayali bir 'cıs' sesi duydum. Açlık değil de susuzluk hissettirdi kendini kanamayınca suya. Mutfak balkonunun açık kapısından misafirlerin dağılışını dinledim. Hepsi evlerinin yolunu tutturmuş, Emin Dayı'yı da, geride bıraktıklarını da arka manzaralarına almıştı çoktan. Bir daha da çıkıp gelmeyecekleri bir ev olacaktı besbelli burası. Kimsenin halini hatırını soracağı birileri kalmamıştı buralarda. Bir sandalye çekip oturdum, mutfağın bir köşesine. Sırtımı duvara vermekle kalmadım, başımın arkasını da yasladım aynı duvara. Gözlerimi kapadım bir daha açmamak istercesine.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.8K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

HÜKÜM

read
222.8K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
518.8K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook