kan kırmızısı UFUK

960 Words
Bu zorlu ve düşmanca ortamda ilerlerken, Elara ve Kael arasındaki iletişim giderek arttı. Hayatta kalmak için birbirlerine güvenmek zorundaydılar. Elara, Kael'in geçmişteki karanlığına rağmen, içindeki savaşçı ruhuna ve kadim bilgilere saygı duymaya başlamıştı. Kael ise, Elara'nın sarsılmaz inancına ve kararlılığına hayran kalmıştı. Bu buzlu topraklarda, geçmişin ağırlığı yavaş yavaş eriyor, yerini zoraki bir yoldaşlığa bırakıyordu. Buzul Diyarları'nda ilerlerken, kadim tuzaklarla ve büyülü yaratıklarla karşılaştılar. Kael'in Birinci Ufuk'taki deneyimleri, bu tehlikelerden kaçınmalarına veya onlarla başa çıkmalarına yardımcı oldu. Buzulların altına gizlenmiş derin çatlaklar, aniden ortaya çıkan buz canavarları ve yön duygusunu bozan büyülü rüzgarlar... Her adımda yeni bir tehlike onları bekliyordu. Elara'nın ışık büyüleri ise, bazı yaratıkları uzaklaştırmayı başarıyor, karanlığın hüküm sürdüğü bu topraklarda onlara bir nebze olsun güven sağlıyordu. Bir keresinde, zihinleri derinden etkileyen, gerçeklikle hayali birbirine karıştıran bir sisin içine düştüler. Sis, en derin korkularını ve pişmanlıklarını onlara gerçekmiş gibi gösteriyordu. Elara, ailesinin o kanlı geceki çaresiz çığlıklarını yeniden duyarken, Kael, kardeşinin ele geçirilmiş halindeki o boş ve acı dolu bakışlarıyla yüzleşiyordu. Bu zihinsel saldırı, ikisinin de dengesini sarsmıştı. Ancak birbirlerinin varlığına tutunarak, birbirlerine destek olarak bu yanılsamaların üstesinden gelmeyi başardılar. O an, aralarındaki bağın sadece zorunluluktan ibaret olmadığını, bir tür karşılıklı anlayışın da gelişmeye başladığını hissettiler. Günlerce süren zorlu bir yolculuğun ardından, Buzul Diyarları'nın kalbinde uzanan devasa bir buz mağarasına ulaştılar. Mağaranın girişi, keskin buz sarkıtlarıyla çevriliydi ve içeriye soğuk, ürkütücü bir hava sızıyordu. İçeride, etrafına soluk, titreşen bir ışık yayan, muazzam bir kristal yapı yükseliyordu. İşte Gerçeğin Aynası buydu. Ancak Aynaya yaklaştıklarında, mağaranın derinliklerinden soğuk ve alaycı bir ses yankılandı. "Demek geldiniz ha... Alacakaranlık savaşçıları." Gölgelerden, Malkor belirdi. Üzerinde gece kadar karanlık, üzerinde ince işlemeler parıldayan bir zırh vardı ve yüzünde karizmatik ama aynı zamanda ürkütücü bir gülümseme belirmişti. Gözlerinde ise o tanıdık, rahatsız edici kan kırmızısı parıltı daha da belirgindi. Yanında, buzdan yontulmuş gibi duran, ürkütücü aura yayan iki figür daha vardı. "Gerçeğin Aynası'nı ele geçireceğinizi mi sandınız?" diye sordu Malkor, sesi mağaranın buzlu duvarlarında yankılanıyordu. "Bu dünya artık benim. İnsanların korkuları ve arzuları benim oyuncağım. Onları istediğim gibi yönlendirebiliyorum." Elara, Malkor'un yaydığı yoğun karanlık aurayı iliklerine kadar hissetti. Bu adam, sadece güçlü bir büyücü değil, aynı zamanda son derece zeki ve manipülatifti. Yanındaki iki figür ise, üzerlerindeki buz zırhları ve keskin bakışlarıyla tehlike saçıyordu. "Sana izin vermeyeceğiz," dedi Elara, sesi kararlı ama içinde bir miktar endişe de taşıyordu. "Bu karanlığı sona erdireceğiz." Malkor kahkaha attı. "Siz mi? Bir zamanlar benim hizmetkarım olan bir hain ve geçmişin hayaletleriyle boğuşan bir Işık Muhafızı... Siz mi beni durduracaksınız? Komiksiniz." Malkor, ellerini yavaşça kaldırdı ve mağaranın buzlu duvarlarından yoğun karanlık enerjiler yükselmeye başladı. Ele geçirilmiş buzul yaratıkları, keskin buz pençeleri ve parıldayan gözleriyle Elara ve Kael'e doğru saldırdı. Malkor'un yanındaki buz figürleri de harekete geçti, üzerlerinden keskin buz parçaları fırlatarak saldırıya katıldılar. Savaş başlamıştı. Mağaranın buzlu zemininde kılıç sesleri, büyü patlamaları ve yaratıkların ürkütücü çığlıkları yankılanıyordu. Elara, parlak ışık büyüleriyle yaratıklara karşı koyarken, Kael, ustaca kullandığı kılıcıyla buz canavarlarının arasına dalıyordu. Ama düşman sayıca çok fazlaydı ve Malkor'un karanlık gücü her geçen an daha da artıyordu. Buz figürleri ise, Elara ve Kael'in hareketlerini kısıtlıyor, üzerlerine amansız bir buz saldırısı düzenliyorlardı. Savaşın ortasında, Malkor, Kael'e seslendi. Sesi, buzlu havada keskin bir bıçak gibiydi. "Geri dön Kael. Sana yeniden güç verebilirim. Geçmişteki hatalarını affedebilirim. Birlikte bu dünyaya hükmedebiliriz." Kael, bir an tereddüt etti. Geçmişin karanlık cazibesi hala içindeydi. Ama sonra Elara'nın kararlı bakışlarını gördü. Gözlerinde nefreti değil, bir umut kıvılcımını fark etti. "Hayır," dedi Kael, sesi net ve kararlıydı. Kılıcını daha sıkı kavradı. "Ben artık karanlığa hizmet etmeyeceğim." Bu sözlerle, Kael, Malkor'a doğru atıldı. Aralarındaki dövüş acımasızdı. Malkor'un karanlık büyüleri, Kael'in savunmasını zorluyordu. Kara dumanlar Kael'in etrafını sarıyor, buz parçaları havada uçuşuyordu. Ama Kael, Birinci Ufuk'taki deneyimlerinden öğrendiği her şeyi kullanarak, Malkor'a karşı direniyordu. Hızlı ve çevik hareketleriyle Malkor'un büyülerini savuşturuyor, açıkları kollayarak saldırıyordu. Bu sırada, Elara, buz figürleriyle amansız bir mücadele veriyordu. Onların buz büyüleri güçlüydü ve hareketleri tahmin edilemezdi. Ama Elara'nın ışık büyüleri de etkiliydi. Parlak huzmeler buz zırhlarını çatlatıyor, figürleri bir anlığına sersemletiyordu. Sonunda, yoğun bir ışık patlamasıyla bir buz figürünü tamamen parçalamayı başardı. Diğer figür ise, öfkeyle Elara'ya doğru hamle yaptı. Tam o sırada, Kael, Malkor'u bir anlık dikkatsizliğinden yakaladı ve kılıcını karanlık varlığın omzuna sapladı. Malkor acı dolu bir çığlık attı ve geriledi. Bu fırsatı değerlendiren Elara, kalan buz figürüne odaklandı ve güçlü bir ışık okuyla onu da etkisiz hale getirdi. Malkor, yaralı omzunu tutarak öfkeyle Elara ve Kael'e baktı. "Bunu ödeyeceksiniz!" diye tısladı. Ama Elara, bu anı bekliyordu. Hızla Gerçeğin Aynası'na doğru ilerledi. Aynaya baktığında, Malkor'un gerçek yüzünü gördü. O, sadece bir insan değildi. Kadim bir karanlık varlığın bir parçasıydı. İnsanların korkularıyla besleniyor, onların zihinlerini ele geçiriyordu. Aynanın yüzeyinde, Malkor'un etrafını saran karanlık aura net bir şekilde görünüyordu. Elara, derin bir nefes aldı ve Aynanın gücünü kullanarak, Malkor'a doğru parlak bir ışık huzmesi yolladı. Işık, Malkor'un karanlık aurasını parçaladı ve onu acı içinde yere düşürdü. Malkor'un vücudu titriyor, yüzünde dehşet dolu bir ifade beliriyordu. Ama Malkor pes etmiyordu. Son bir çabayla, zihinsel bir saldırıya geçti. Elara'nın en derin korkularını ve şüphelerini zihnine fısıldamaya başladı. Kael'e olan güvensizliği, başarısızlık korkusu, ailesini bir kez daha kaybetme endişesi... Bu zehirli fısıltılar, Elara'nın zihnini bir örümcek ağı gibi sarıyordu. Gözleri kararıyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. Tam o sırada, Kael, Malkor'un üzerine atıldı ve elindeki buzlu kılıcı karanlık varlığın göğsüne sapladı. Malkor, acı dolu bir çığlık atarak kül oldu. Mağaradaki yoğun karanlık enerji aniden dağıldı. Ele geçirilmiş yaratıklar oldukları yerde yere yığıldı. Buzul Diyarları üzerindeki o kasvetli hava bir anlığına kayboldu. Elara, yorgunluktan bitkin düşmüş bir şekilde Aynanın önünde diz çöktü. Kael de yanında duruyordu. Aralarındaki gerilim tamamen kaybolmuştu. Ortak bir düşmana karşı savaşmışlar ve mucizevi bir şekilde hayatta kalmışlardı. Ama zaferleri henüz tam değildi. Malkor'un ölümü, İkinci Ufuk'un sona erdiği anlamına gelmiyordu. Karanlığın tohumları çoktan ekilmişti ve şimdi o tohumları temizlemek zorundaydılar. Gerçeğin Aynası, bu zorlu mücadelede onlara yol gösterecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD