bc

Kan Kırmızısı Ufuk

book_age4+
59
FOLLOW
1.0K
READ
fated
serious
like
intro-logo
Blurb

İstanbul semaları, her zamanki gibi telaşlı martı çığlıkları ve boğazın tuzlu esintisiyle doluydu. Ancak bu sabah, bu tanıdık senfoniye keskin bir yabancı ses karıştı: bir helikopterin alçak irtifada süzülürken çıkardığı uğultu.Eski bir sahaf dükkanının loş ve tozlu rafları arasında kaybolmuş olan Arya, bu rahatsız edici sesi duyduğunda irkildi. Parmakları, 18. yüzyıldan kalma, cildinde tuhaf semboller olan bir kitabın yıpranmış sayfalarında geziniyordu. Bu tür antika eserlere olan tutkusu, onu şehrin kalabalığından uzaklaştıran bu sakin köşeye sık sık getiriyordu.Helikopter sesi yaklaştıkça, dükkanın vitraylı pencerelerinden sızan sabah güneşi titremeye başladı. Arya, içindeki huzursuzluğa anlam veremeden kitabı yavaşça bıraktı. Tam o sırada, dükkanın eski ahşap kapısı büyük bir gürültüyle kırıldı ve içeriye siyah maskeler takmış, ellerinde susturuculu silahlar olan üç adam daldı."Kimse kıpırdamasın!" diye kükredi iri yapılı olanı. Gözleri Arya'yı bulduğunda, yüzünde acımasız bir ifade belirdi. "Kitabı ver!"Arya şaşkınlıkla donakaldı. Ne kitabı? Neden bu adamlar buradaydı? Daha ne olduğunu anlamadan, adamlardan biri ona doğru atıldı. İçgüdüsel bir hareketle geriye doğru sendeledi ve elindeki antika kitap yere düştü.O anda, Arya'nın zihninde bir şimşek çaktı. Dedesi, ona bu tür eski kitapların sadece bilgi değil, aynı zamanda tehlike de barındırabileceğini anlatmıştı. Üzerlerindeki sembollerin şifreler, gizli geçitler açan anahtarlar olabileceğini fısıldamıştı.Adam tam ona ulaşmak üzereyken, Arya raftan gelişigüzel bir kitap kaptı ve adamın yüzüne fırlattı. Adam sersemleyerek gerilerken, Arya yere eğilip dedesinin ona emanet ettiği o gizemli kitabı hızla yerden aldı."Onu yakalayın!" diye bağırdı maskeli adamlardan bir diğeri.Arya, kalbi göğsünde bir kuş gibi çırpınarak dükkanın arka kapısına doğru koştu. İstanbul'un dar ve labirent gibi sokakları onu bekliyordu. Elindeki antika kitap, şimdi hem bir sır hem de hayatta kalma mücadelesinde en değerli kozuydu. Peşindeki adamlar ise, bu sırrı ne pahasına olursa olsun ele geçirmeye kararlıydılar. Kan kırmızısı ufukta, Arya için amansız bir kovalamaca başlamıştı.

chap-preview
Free preview
KAN KIRMIZI UFUK
Güneşin son ışıkları, antik Işık Tapınağı'nın yıkık sütunları üzerinde dans ederken, Elara keskin bir huzursuzlukla etrafını süzüyordu. Beş yıl... Beş koca yıl geçmişti Birinci Ufuk'un kanlı istilasının üzerinden. Dünya, fiziksel yaralarını sarmaya başlamış olsa da, Elara'nın ruhundaki izler hala tazeydi. Kaybettiği ailesinin hayaletleri, her gün batan güneşin o tanıdık kan kırmızısı tonlarında yeniden canlanıyordu sanki. O renk, artık sadece bir gökyüzü hadisesi değil, içindeki sönmeyen öfkenin ve acının sembolüydü. İkinci Ufuk farklıydı. İlkinin kaba kuvvetine karşın, bu sinsi bir zehir gibi yayılıyordu. Fısıltılarla, şüphe tohumlarıyla insanların arasına sızıyor, en yakınları bile birbirine yabancılaştırıyordu. Elara, hayatta kalan son Işık Muhafızı olarak bu yeni tehdidi sezebiliyordu. Kalbindeki o keskin uyarı hissi, inzivasının huzurunu paramparça etmişti. Tam da bu karanlık düşüncelere dalmışken, tapınağın girişinde bir karaltı belirdi. Elara'nın eli anında kılıcının kabzasına gitti. Bu aura tanıdıktı, ürkütücüydü. Birinci Ufuk'un en acımasız savaşçılarından, Gölge Efendisi'nin sağ kolu Kael, karşısında duruyordu. Ama bu sefer üzerinde düşman ordusunun o karanlık zırhı yoktu. Yüzünde derin bir yorgunluk ve tarif edilemez bir acı okunuyordu. "Elara," diye fısıldadı Kael'in sesi, sanki uzun zamandır konuşmamış gibi boğuktu. "Yardımına ihtiyacım var." Öfke, Elara'nın damarlarında kaynar bir lav gibi yükseldi. Bu adam, ailesinin ölümünde payı olanlardandı. Gözlerinin önünde nice masumun kanını dökmüştü. Kılıcını kabzasından sıktı, parmakları bembeyaz kesilmişti. "Sen? Senin burada ne işin var? Defol git, iblis!" Kael, ellerini havaya kaldırarak teslimiyet işareti yaptı. "Dinlemelisin. İkinci Ufuk... Bu farklı. Onlar..." Sözleri kesildi, güçlü bir ürperti tüm vücudunu sardı, gözlerinde derin bir korku belirdi. "Onlar içimizde." Elara, Kael'in sesindeki o gerçek çaresizliği fark etti. Bu adam, Birinci Ufuk'un en korkulan savaşçılarından biri, şimdi korkuyordu. Bu, İkinci Ufuk'un ne kadar dehşet verici olabileceğine dair buz gibi bir işaretti. Şüphesi hala derin olsa da, merak duygusu öfkesinin önüne geçti. "Ne istiyorsun?" diye sordu Elara, sesi hala buz gibi ama içinde bir parça da olsa soru işareti taşıyordu. "Onları durdurmana yardım etmek istiyorum," dedi Kael, sesi artık daha kararlı çıkıyordu. "Geçmişte yaptığım hataların kefaretini ödemek istiyorum." Elara, bu beklenmedik teklif karşısında kaşlarını çattı. Ona güvenmek, uçurumun kenarında dans etmek gibiydi. Ama İkinci Ufuk'un tehdidi de hafife alınamazdı. Belki de düşmanın karanlık dehlizlerini en iyi bilen kişi, bir zamanlar o dehlizlerde yaşamış olan bu adamdı. "Neden?" diye sordu Elara, şüphe dolu bakışlarını Kael'in yüzünden ayırmadan. "Neden şimdi bu ani pişmanlık?" Kael'in gözleri acıyla gölgelendi. "Çünkü onlar... Onlar benim de sevdiklerimi aldılar. Birinci Ufuk'tan bile daha acımasızlar. Onlar sadece bedenleri değil, ruhları da çürütüyorlar." Elara, Kael'in sözlerindeki o derin acıyı hissetti. Belki de gerçekten değişmişti. Belki de nefret, bazen daha büyük bir amaç uğruna bir kenara bırakılmalıydı. Ama yine de temkinliydi. "Kanıtla," dedi Elara, kılıcını hala sıkıca tutarak. "Bana İkinci Ufuk'un ne olduğunu ve onları nasıl durdurabileceğimizi kanıtla." Kael, derin bir nefes aldı. "Onlar, insanların en derin korkularını ve arzularını kullanarak güçleniyorlar. Fısıltılarla zihinlere sızıyor, onları birbirine düşürüyorlar. Fiziksel bir ordu değiller. Onlar... onlar bir tür zihinsel salgın. Ve bu salgının merkezinde, kadim bir gücü ele geçirmiş olan Malkor adında biri var." Bu açıklama, Elara'nın içini ürpertiyle doldurdu. Böyle bir düşmanla savaşmak, elle tutulamayan gölgelerle dövüşmek gibiydi. "Peki onları nasıl durduracağız?" diye sordu Elara çaresizce. "Kadim bir yol var," dedi Kael. "Uzak kuzeydeki Buzul Diyarları'nda saklı olan bir eser. 'Gerçeğin Aynası' olarak bilinir. Yalanları ve yanılsamaları ortaya çıkarabilir. Eğer onu bulabilirsek..." Elara, Kael'in sözlerini dikkatle dinledi. Bu tehlikeli bir yolculuktu. Bir zamanlar düşmanı olan bir adama güvenmek zorundaydı. Ama İkinci Ufuk'un tehdidi o kadar büyüktü ki, başka çaresi yok gibiydi. "Peki," dedi Elara kararlılıkla. "Gidelim." Tam o anda, tapınağın yıkık duvarlarının arasından ok gibi bir gölge fırladı. Elara, refleksle kılıcını kaldırdı ama ok, Kael'in omzuna saplanmıştı. İkinci bir ok daha geldi, bu sefer Elara kılpayı savuşturdu. "Pusu!" diye bağırdı Kael, acıyla inleyerek. Gölge figürler, yıkıntıların arasından sıyrıldı. Gözlerinde o tanıdık kan kırmızısı parıltı vardı. İkinci Ufuk'un askerleri... Ama bu sefer üzerlerinde normal zırh yoktu. Sanki karanlığın kendisinden örülmüş gibi duran, hareketleriyle bütünleşen gölgeler taşıyorlardı. Elara ve Kael, sırt sırta vererek savunmaya geçtiler. Elara'nın ışık büyüleri, gölge askerlerini bir anlığına geri püskürtse de, karanlık hızla yeniden toparlanıyordu. Kael, omzundaki acıya rağmen kılıcını ustaca kullanıyor, her darbesiyle bir gölgeyi dağıtıyordu. Ama sayıları giderek artıyordu. "Buradan çıkmalıyız!" diye bağırdı Elara, bir gölge askerin üzerine parlak bir ışık huzmesi gönderirken. Kael başını salladı. "Arkamı kolla!" Birlikte, yıkık tapınağın dar geçitlerinden dışarı doğru savaşarak ilerlediler. Gölgeler peşlerindeydi, her an üzerlerine çullanmaya hazırdılar. Sonunda, tapınağın dışına çıkmayı başardılar ve karanlık ormana doğru koşmaya başladılar. Arkalarında kalan gölgeler, bir süre daha onları takip etse de, ormanın derinliklerinde kaybolup gittiler. Elara, Kael'in omzundaki oku dikkatlice çıkardı. Yara derin görünüyordu. "İyi misin?" diye sordu endişeyle. Kael acıyla yüzünü buruşturdu. "İdare ederim. Ama acele etmeliyiz. Bizi bulacaklar." Kızıl ufuk hala gökyüzünü boyarken, Elara ve Kael, tehlikeli bir ittifakın ilk adımlarını atmışlardı. Peşlerindeki gölgeler ve önlerindeki bilinmeyen tehlikelerle dolu bu yolculuk, ikisinin de kaderini derinden etkileyecekti. Bölüm 2: Harabelerin Fısıltıları ve Şüphenin Tohumları (Yaklaşık 1000 Kelime) Ormanın karanlık ve nemli atmosferi, Elara ve Kael'in üzerindeki gerilimi daha da artırıyordu. Bir zamanlar düşman olan bu iki savaşçı, şimdi hayatta kalmak için birbirlerine muhtaçtı. Elara'nın kalbindeki şüphe tohumları hala yeşeriyordu. Kael'e güvenmek, geçmişte yaşadığı acıları ve kayıpları hiçe saymak gibiydi. Ancak İkinci Ufuk'un yarattığı tehdit o kadar büyüktü ki, bu zoraki ittifaka katlanmak zorunda hissediyordu. Yolculukları, Birinci Ufuk'un kanlı izlerini taşıyan harabelerle dolu topraklardan geçiyordu. Yıkılmış köylerin sessiz çığlıkları, terk edilmiş şehirlerin hayaletleri ve acının fısıltılarının yankılandığı ıssız ovalar... Bu manzaralar, Elara'nın kaybettiği ailesine olan özlemini ve Kael'e duyduğu öfkeyi her adımda yeniden alevlendiriyordu. Kael ise, bu sessiz suçlamaların altında eziliyor, bakışlarını sürekli kaçırıyordu. Birkaç gün sonra, terk edilmiş bir ticaret yolunda ilerlerken, harap olmuş bir hana denk geldiler. İçerisi tozlu ve karanlıktı ama en azından geceyi geçirebilecekleri bir çatı sunuyordu. Ateş yakıp ısınırken, Elara dayanamadı ve Kael'e geçmişi sordu. "Neden?" diye sordu, sesi soğuk ve keskin. "Neden o karanlığa hizmet ettin? Bunca acıya neden ortak oldun?" Kael, ateşin titrek ışığında yüzünü buruşturdu. Gözlerinde derin bir pişmanlık gölgesi belirdi. "Kaybettim," diye fısıldadı, sesi titrek. "Her şeyimi. Ailemi, evimi... Birinci Ufuk geldiğinde, her şeyimi aldı. Gölge Efendisi bana güç ve intikam vaat etti. O zamanlar, kör bir öfkeyle her şeyi yapabilirdim. Öfkem beni yuttu, Elara. Gerçeği göremedim." "Ve şimdi?" diye sordu Elara, şüpheyle kaşlarını çatarak. "Şimdi ne değişti?" "Onlar," dedi Kael, sesi acıyla doluydu. "İkinci Ufuk... Onlar sadece yok etmiyorlar. Ruhları da çürütüyorlar. Kardeşimi... Onu ele geçirdiler. Gözlerinin önünde can çekişirken izledim. O zaman anladım. Gölge Efendisi sadece bir piyondu. Asıl karanlık, şimdi geliyor. Ve bu karanlık, Birinci Ufuk'tan bile daha tehlikeli." Elara, Kael'in sesindeki o derin acıyı ve pişmanlığı hissetti. Belki de gerçekten değişmişti. Belki de ortak bir düşmana karşı birlikte savaşabilirlerdi. Ama geçmişin gölgesi hala üzerlerindeydi. Yolculukları boyunca, İkinci Ufuk'un sinsi etkilerini bizzat görmeye başladılar. Bir zamanlar barışçıl olan küçük bir köyde, komşular birbirine düşman olmuştu. Anlamsız tartışmalar, kıskançlık ve nefret tohumları yeşermişti. İnsanların gözlerinde, o tanıdık kan kırmızısı parıltının sönük bir yansıması beliriyordu. Başka bir kasabada ise, halk arasında tuhaf yasaklar ve korku dolu fısıltılar hüküm sürüyordu. Herkes birbirini şüpheyle izliyor, en ufak bir farklılık bile düşmanlık sebebi oluyordu. Elara, bu durumun Birinci Ufuk'un kaba kuvvetinden çok daha tehlikeli olduğunu fark etti. İnsanların zihinleri zehirleniyor, içten içe çürüyorlardı. Bir keresinde, ele geçirilmiş bir grup şehir muhafızıyla karşılaştılar. Gözleri boştu, yüzlerinde fanatik bir ifade vardı. Elara'nın ışık büyüleri, üzerlerindeki karanlık örtüyü dağıtmaya yetmiyordu. Kael'in dövüş yetenekleri ise acımasız ve etkiliydi. Geçmişte düşman saflarında öğrendiği taktikleri, şimdi onlara karşı kullanıyordu. Bu çatışma sırasında, Elara, Kael'in sadece yetenekli bir savaşçı değil, aynı zamanda kadim bilgilere de sahip olduğunu fark etti. Düşmanın zayıf noktalarını biliyor, karanlık büyülere karşı koyabilecek yöntemler öneriyordu. Aralarındaki güvensizlik yavaş yavaş yerini zoraki bir işbirliğine bırakıyordu. Günler haftaları kovaladı. Elara ve Kael, tehlikeli ormanları aştılar, sarp dağları tırmandılar ve unutulmuş yeraltı tünellerinde ilerlediler. Yol boyunca, İkinci Ufuk'un yozlaştırıcı etkisine direnen küçük direniş gruplarıyla karşılaştılar. Bu insanlar, umutlarını kaybetmemiş, gizlice örgütlenerek düşmana karşı koymaya çalışıyorlardı. Bir direniş lideri olan yaşlı ve bilge bir kadın, onlara Buzul Diyarları'nın tehlikeleri hakkında önemli bilgiler verdi. "O topraklar kadim büyülerle korunuyor," dedi bilge kadın, sesi yılların getirdiği bilgelikle doluydu. "Keskin buzullar, amansız fırtınalar ve zihni yanıltan sisler... Gerçeğin Aynası'na ulaşmak kolay olmayacak. Ayrıca, Malkor'un da o topraklarda güçlü müttefikleri olduğuna dair fısıltılar duyuyoruz." Bilge kadın ayrıca, İkinci Ufuk'un lideri Malkor hakkında da daha fazla bilgi verdi. "O sadece bir kukla değil," dedi. "Kadim bir karanlık gücün taşıyıcısı. İnsan kılığına girebiliyor, karizmatik ve ikna edici bir lider gibi davranıyor. En tehlikeli özelliği ise, insanların en derin korkularını ve arzularını manipüle edebilmesi. Ona karşı dikkatli olun. Zihninizi koruyun." Bu bilgiler, Elara ve Kael'in üzerindeki yükü daha da artırdı. Sadece fiziksel engellerle değil, aynı zamanda zihinsel bir düşmanla da savaşmak zorundaydılar. Yolculukları artık sadece Buzul Diyarları'na ulaşmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda kendi zihinlerini de korumak zorundaydılar. Şüphenin tohumları, Malkor'un en güçlü silahı olabilirdi. Bölüm 3: Buzul Diyarları'nın Soğuk Nefesi ve Aynanın Sırrı (Yaklaşık 1000 Kelime) Buzul Diyarları'na ulaştıklarında, sanki bambaşka bir boyuta adım atmış gibiydiler. Her yer sonsuz bir beyaz örtüyle kaplıydı. Keskin buzullar gökyüzüne doğru uzanıyor, amansız fırtınalar uluyarak geçiyordu. Görüş mesafesi çoğu zaman birkaç adımdan öteye gitmiyordu. Ayaz, kemiklerine kadar işliyor, nefesleri havada donuyordu.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

DERİN ACI (+18)

read
28.3K
bc

ARAF ~ KAYBOLUŞ

read
1.8K
bc

KARANLIK ATEŞ

read
24.5K
bc

MİLYONER BEBEK

read
43.0K
bc

Kod adı :Buz

read
6.1K
bc

Operasyon "Şafak Vakti"

read
3.2K
bc

Puma

read
221.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook