6. BÖLÜM ŞÜPHE 4/4

1534 Words
Parmak uçları dudaklarıma vardığında, içimdeki hava aniden yok oldu. Kalbim, ne olduğunu anlamadan önce birkaç saniyeliğine duraksadı sanki. Zaman dondu. Nefesim boğazımda sıkıştı. Dudaklarıma dokunan o ince, buz gibi temasta; tehlike vardı, ama aynı zamanda yakıcı bir tutku. Göz göze geldiğimizde, gözlerinde bana ait olmayan bir ateş parlıyordu. Bu bir açlıktı — sadece kana değil, bana duyduğu karmaşık, çözülmemiş, tutkulu bir açlık. Tobias’ın parmakları dudaklarımın kıvrımlarında gezinirken, içimdeki her şey o temasın anlamını çözmeye çalışıyordu. Bu yalnızca bir yakınlaşma değildi; bu, ikimiz arasında var olan karmaşık bağın somut bir ifadesiydi. O an, yalnızca onunla değil, kendimle de savaşıyordum. Onu öldürüp, öldürmemek arasında gidip geliyordum. Ancak kendimi tutuyordum. “Neden yeni bir anlaşma yapmayalım?” dedi. Baş parmağını dudaklarıma biraz daha sert bastırırken, bir an bile gözlerimden ayırmadı. “Ama içinde seni dişlemek olmayacak. Bu kez farklı.” Nefesimi kontrol altına almaya çalışarak, çenemi sıktım. “Bir anlaşma,” dedim. Sesim sertti, buz gibi. “Ve ben senin çıkarını merak ediyorum.” Tobias başını hafifçe yana eğdi, dudaklarının kıyısında yine o karanlık gülümseme. “Evet, bir anlaşma.” Diye yineledi. “Ama bu kez benim çıkarım olmayacak. Beni düşman olarak görmek yerine, arkadaş olarak görmeni istiyorum.” Gözlerindeki pırıltı tehlikeliydi; güven vermeyen, ama hayır diyemeyeceğin türden. “Eğer Sara’yı gerçekten bulmak istiyorsan… bana ve dostlarıma ihtiyacın var. Yardım etmeye hazırlar.” Sözleri üzerime ağır bir perde gibi indi. İçimdeki huzursuzluk büyüdü. Onun gibi biri, asla nedensiz yardım etmezdi. Kaşlarımı çattım, yaklaşan felaketi çoktan hissetmiştim. “Başka Wampirler mi?” diye sordum, sesim neredeyse bir tıslamayla çıktı. İçimdeki panik, öfkeyle karışmıştı. “Ne halt yedin Tobias?!” Tobias, parmaklarını yanağımdan yavaşça çekti. Soğuk eli, dikkatlice belime indi; hareketi nazikti ama bir sınırı geçer gibiydi. “Sadece yakınında olmama izin ver,” dedi, sesi neredeyse rüzgâr kadar yumuşaktı, ama altında her zamanki o çelik damar saklıydı. “Merak etme, kötü değillerdir.” Gözleri bir anlığına yumuşadı, karanlığın içinden sızan bir insanlık parıltısı gibi. Ama bu kırılganlık kısa sürdü; o tanıdık keskin bakışlar hemen geri döndü. “Ve evet, Sara’yı bulmak için ne gerekiyorsa yardım edeceğiz. Ölü ya da diri.” Sesi bu sefer kesin ve ağırdı. “Sana bunu garanti edebilirim.” Bu sözlerin niyeti neydi? Beni korumak mı istiyordu, yoksa bu sadece kendi oyununu oynarken kullandığı bir maske miydi? Bunu ayırt edemiyordum. Fakat Sara'nın adı geçince içimde yankılanan o umutsuzluk, biraz olsun bastırıldı. Onu bulma ihtimali... boğazımdaki düğümü hafifletti. Yine de Tobias’a tamamen güvenemezdim. Hele ki başka wampirlerden söz etmişken. Gözlerimi daraltarak, araya karanlık bir buz gibi giren kelimelerle sordum. “Tobias. Bölgeme kimleri soktun, seni lanet olası sülük?” Tobias kahkaha attı. Kahkahası, duvarlara çarpıp küçük odada da yankılanırken içimde tırmanan siniri keskinleştiriyordu. “Ah Mary,” dedi keyifle. “Her zamanki gibi hakaretlerinle ne kadar zarifsin.” Ama gözlerinde bir şey değişmişti; parlayan o kıvılcım... sözlerimin hafife alınmadığını, hatta belki biraz da sinir bozduğunu gösteriyordu. “Birlikte çalışmak daha eğlenceli olacak,” dedi. Elini omzuma koydu. Parmakları soğuktu, ama parmak uçlarında bir tutku değil, hesap vardı. “Yeni yüzler tanımak o kadar kötü olmaz, bebeğim. Sana gerçekten yardımcı olmak istiyorum.” Ellerini omuzlarımda hissettiğimde, vücudum tetikteydi. Kaslarım hazır, nabzım hızlanmıştı. Bu kadar yakınken dahi ona asla tam anlamıyla sırtımı dönemeyeceğimi biliyordum. Gözlerim, yüzündeki her mimiği tarıyordu. O alaycı ifadeyi… sanki her cümlede gerçek ve kurgu arasındaki o çizgiyi kendi lehine eğip büküyordu. Sözlerinin içindeki dürüstlük kırıntıları, zehirli bir tat bırakıyordu. “Yardım etmek istiyorsan, hiçbir şey yapma,” dedim, sesimi kontrol ederek. Sözlerim kararlı, gözlerim onun gözlerine kilitliydi. “Benim bölgemde, senin ‘yardımcıların’ serbestçe dolaşamaz. Üstelik bu sadece benim alanım da değil. Kurtların bölgesi. Sen kendini yeteneğinle saklayabiliyorsun belki, ama diğer wampirler fark edilir. Bu bir tehdit. Bunu kontrol edemeyiz. Doğal düşmanlar aynı bölgede uzun süre barış içinde kalmaz. İnsanların hayatlarını riske atamam.” Tobias, omuzlarını hafifçe silkerek bir adım geri çekildi. Sanki söylediklerimi anlamış gibiydi ama gülümsemesi hâlâ oradaydı. Tehlikeli, kaypak ve sırlarla dolu. Bu gülümsemenin ardında hangi planlar yatıyordu bilmiyordum, ama içgüdülerim sessizce bağırıyordu. “Korkma,” dedi, sesi pamuk gibi yumuşaktı ama kelimelerinin arasında ince dikenler vardı. “Onlar benim deyimimle sıcak olanlar.” Gözleri parladı. Eğildi, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefesi dudaklarıma çarptığında, içimde bir ürperti yükseldi. “İnsanla değil, hayvanla besleniyorlar.” O an için nefesim durdu. Şaka mı yapıyordu, yoksa ciddi miydi? Ama soğukkanlılığımı kaybetmedim. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan, alayla fısıldadım. “Komiksin.” Sözlerim sertti, içinde tiksinti saklıydı. "Hayvanlarla beslenen wampirler...” Ama Tobias’ın bakışları ciddiydi. Bu kez alay yoktu. Gözlerinin derinliklerinde bir parça inanç vardı, ya da inandırmak istediği bir şey. “Bu doğru,” dedi usulca. “Sara’yı bulmak için her şeyi yaparım demiştin Mary. Bu da o her şeyin içinde yer almıyor mu?” Soğuk nefesi yine dudaklarıma çarptı. “İttifaklar kurmak zorundasın. Sende bir wampirsin. Yarı da olsan. Kendinden nefret edemezsin.” Gözlerim karardı. Sözleri içimi delip geçen bir hançer gibiydi. “Nefret etmiyorum,” dedim, fısıltı kadar sessiz bir sesle. “Tiksiniyorum. Wampirler... biz var olmamalıydık.” Bu sözlerime Tobias sessiz kalmadı. Bir adım daha yaklaştı, belime uzanıp beni kendine çekti. Soğuk teni sıcaklığımı çalarken, aniden eğildi... ve beni öptü. Kısa, ama yakıcıydı. Dudaklarıma değdiği anda, her şey birkaç saniyeliğine durdu. Tutkuyla karışık bir meydan okumaydı bu. Geri çekildiğinde sesi ipeksi ve tehditkârdı. “Bebeğim... nefret ettiğin türün erkeğiyle bunları yapmazsın.” Sesi yumuşak ama içine işler şekilde keskinleşmişti. “Ve önemli olan sonuç değil mi? Sara’yı bulmak için her şeyi yaparım, bunu sen söyledin. Diğer ölüler ve hâlâ hayatta olup ölme riski taşıyan insanlar için de bunu yapmak zorundasın. Çünkü itiraf et Mary... bana — daha doğrusu bize — ihtiyacın var. Bu mesele insanların adalet sistemini aşıyor. Katili bulduğunda onu polise mi vereceksin? Kurtlara mı? Yoksa kendi ellerinle mi yok edeceksin?” Sözleri, içinde sakladığı tehlike kadar gerçekçiydi. Her bir cümlesi, bir zehrin yavaşça damlayarak içime nüfuz etmesi gibi, zihnimi bulandırıyor ve vücudumda tedirginlik yaratıyordu. Tobias’ın sözleri, doğruydu. Her şeyin yolunda gitmesi için gereken tek şey güvenmekti; ama o güven, bir yudum zehir gibi, içten içe öldürücüydü. Ona güvenmek, bir şifalı ot gibi görünen, ama aslında ölümcül olan bir iksiri içmek gibiydi. Bu düşünce, her geçen an daha da korkutucu hale geliyordu. Düşündüğüm de Tobias’ın söylediklerine güvenmek, bir seçim değil, mecburiyet gibiydi; ancak bunun bedeli çok yüksekti. Diğer Wampirlerin yardımını kabul etmek... Bu düşünce, beni oldukça zorluyordu. Onların gerçek niyetlerini, ne zaman ve nasıl hareket edeceklerini tam olarak bilemiyordum. Ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, içlerinde her zaman bir tehlike barındırıyorlardı. Onların yardımı, belki de en iyi ihtimalle bir süreliğine rahatlamamı sağlardı. Ama en kötü ihtimalle... Kurtlar anlaşmayı bozduğum için kelle avımı başlatırlardı. Bunu düşünmek bile istemiyordum. Yeniden kaçmak istemiyordum . Onların yardımını kabul etmek, hem onları hem de kendimi daha büyük bir girdaba sokmak olabilirdi. Çift taraflı bir kumar ya da kartlarımı açıkta oynayabilirdim. Bütün bunları zihnimde tartarken, Tobias’ın kasabaya getirdiği Wampirlerin sayısından bile emin değildim. Sürü onlara aksi bir durum da karşı koyabilir miydi? Ne kadarını tanıyordum, ne kadarının gerçek bir sadakati vardı? Hangi biri sadece kendi çıkarları peşindeydi, hangileri gerçekten bana yardım etmek isterdi? Kurtların arasında bir aile bağı ve saygı düzeni vardı ama wampirler arasında her şey belirsizdi. Onların arasında, kim dost kim düşmandı, hiçbir şey net değildi. Ama bir şey kesindi; ne kadar çok Wampir olursa, tehlike de o kadar büyüyordu. Birbirlerine olan bağlılıkları, çıkarlarının çatıştığı anlarda kolayca yok olabilirdi. Her birinin farklı bir planı, farklı bir amacı olabilirdj. Bu kadar karmaşanın içinde, bir adım atmak bile ölümcül bir hata olabilirdi. Eğer Tobias’a güveneceksem, buna rağmen kontrolü elinde tutmak şarttı. Çünkü bir kez kontrolü kaybetmek, her şeyin sonu demekti. Ne pahasına olursa olsun, güç bende olmalıydı. Eğer kaybedersem, her şeyimi kaybederdim. Annemle olan sevdiğim sakin hayatımı, Sara’yı bulma umudumu. Ölüm şu an da benim için en kötü son bile değildi. “Düşünmeliyim.” dedim sonunda, kelimeleri boğazımdan çıkarmak için bir an duraksayarak. Sert bir nefes verdim; içimde biriken baskı, dudaklarımın arasından çıkan buhar gibi havaya karıştı. Gecenin soğukluğu tenimi ürpertirken, Tobias’ın gözlerinde anlık bir kıvılcım çaktı. Sözlerim, onu memnun etmişti—bunu inkâr etmeye bile çalışmadı. “Bu, tam da duymak istediğim şey.” diye fısıldadı, sesi puslu havayı yırtan bir bıçak gibi tizdi. Alnımdaki tek damla ter, soğuk cilde doğru süzülürken, Tobias aramızdaki o elektriği dağıtmak istercesine hafifçe geri çekildi. Kolunu belimden kaydırdı, parmak uçları bedenimden süzülerek boşluğa düştü. Ama yine de o yakınlığın bıraktığı iz, hâlâ tenimdeydi—buz gibi ama derin. Adımlarını geriye atarken gölgeler onu yutmamış, aksine etrafında toplanmış gibiydi. Sanki gecenin kendisi bile Tobias’tan çekiniyor, ona hizmet ediyordu. Bir adım daha geri attı, ama gülümsemesi sabitti. “Bize bir şans ver, tatlı Mary’m. Bizimle aynı tarafta olmak o kadar da kötü değil. Sonuçta… sen de yarı bir wampirsin.” Yüzümdeki kaslar istemsizce gerildi. O söz—beni bölen, ikiye ayıran o lanetli gerçek—tekrar tokat gibi çarptı yüzüme. Yine de duygularımı bastırmayı başardım. Başımı hafifçe yana eğip ona baktım, gözlerimde ince bir öfke titriyordu. “Bunu yüzüme vurmak zorunda değilsin,” dedim, sesimde ince ama keskin bir tınıyla. “Öte yandan, kolayca karar verebileceğim bir konu değil.” Tobias gülümsedi, ama bu kez gülümsemesi daha dikkatli ve hesaplayıcıydı. “Bunu görmek istiyorum, Mary. Gerçekten, seni bizimle.” Bunlar sadece sözlerdi, ama bir yandan da bu sözler Tobias’ın hayalleri gibi geliyordu. “Ve Sara için her şeyi yapabileceğini biliyorum tatlı Mary’m.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD