adımlarım sanki kendi irademden bağımsızdı. Koridor boyunca yürürken duvarlara yaslanan gölgeler, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Her köşe başı, her eski ahşap sütun bana geçmişten yankılar fısıldıyordu; yıllar boyunca sakladığım umutlar, kırık hayaller bir bir önümden geçiyordu. İçimde, tuhaf bir sessizlik vardı; ne çığlık atacak kadar öfkem kalmıştı ne de ağlayacak kadar güç… sadece ağır bir boşluk.
Mutfaktan yükselen yemek kokusu, avludan gelen gürültü… her şey normal gibi görünüyordu ama ben artık bu normalin bir parçası değildim. Ayağım istemsizce terasa yöneldi. Oraya vardığımda rüzgâr hafifçe esti, saçlarımı okşadı. Gözlerim ufka takıldı, güneşin son ışıkları gökyüzünü altın sarısına boyuyordu. İçimdeki yangın hala sönmemişti, ama o an fark ettim ki, artık yanımda birisi yoktu; yalnızdım ve yalnızlığın ağırlığı beni çevreliyordu.
Bir süre öylece durdum. Ellerim titriyordu, dudaklarımda henüz söylenmemiş kelimeler vardı. Gözlerim ufka takılı, geçmişi bir film şeridi gibi gözden geçiriyordu: çocukluğum, gençliğim, Gökhan’la geçirdiğim yıllar… Her biri, birer ağırlık, birer hatırlatma… Ve hepsi artık geçmişteydi.
Derin bir nefes aldım. İçimdeki acı, hafifçe bir kabullenmeye dönüştü; kabullenmek… belki de yaşamanın ilk adımıydı. Cihan’ın yanımda olduğunu düşündüm. Onun yanında hissettiğim huzur, belki de yeni bir başlangıcın kıvılcımıydı. Ama yine de bir tedirginlik vardı. Kalbimi tamamen teslim edebilecek miydim? Geçmişin izleri, hâlâ o eski hayaletler…
Terastan indiğimde Meryem’i gördüm. Küçük yuvarlak karnını kucaklayan elleriyle bana gülümsedi. Gözlerinde bir anlayış, bir sıcaklık vardı. Yanına yaklaştım ve sessizce oturdum. “Bugün…” dedim, kelimeler boğazımda düğümlenmişti, “bugün belki de her şeyin başladığı gün olacak.”
O, bana baktı ve küçük bir baş salladı. “Sen hazır olduğunda, her şey mümkün,” dedi. Sesi sakin, yumuşaktı ama içimde bir kıvılcım çaktı.
O an fark ettim ki, geçmişin ağırlığı ne kadar büyük olursa olsun, geleceğin kapısı hâlâ aralıktı. Belki de kendime ve hayata karşı attığım ilk adımı bugün atmalıydım. İçimde bir yerde, ikinci kez doğmak üzere olan bir ben vardı; kırık ama ayakta, yaralı ama umut dolu.
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve rüzgârın yüzümü okşamasına izin verdim. Bir adım ileri attım; sonra bir adım daha. Ve o adımlar, beni geçmişten çekip, geleceğe doğru taşımaya başladı.
İçimde hâlâ acı vardı, evet. Ama artık yanında bir umut da vardı; belki de hayat, bazen en karanlık anlarda bile yeni bir ışık bırakırdı. Ve ben, o ışığı bulmak için yürümeye başlamıştım.
****
Adımlarımı ağır ama kararlı atarken, avlunun köşesinden Cihan’ın sessizce bana baktığını fark ettim. Yüzünde bir anlayış, bir sabır vardı; gözlerindeki sıcaklık, bana ilk kez, her şeyi konuşmadan kabul eden birini hatırlattı. Tereddüt etmeden yanına yaklaştım, rüzgâr saçlarımı savururken, sessizlik aramızda konuşuyormuş gibi duruyordu.
“Şeyda,” dedi yumuşak bir sesle, “iyi misin?”
Başımı kaldırıp ona baktım. İçimdeki boşluk hâlâ vardı ama gözlerimde bir kıvılcım da yanıyordu. “Evet… sanırım,” dedim. Sesi kendime bile güven vermiyordu ama ilk kez bir şeyleri kabullenmiş gibi hissettim. “Yavaş yavaş… her şey… her şey daha net olacak.”
Cihan yanımda sessizce oturdu, ama varlığı bana güç verdi. Bir an, geçmişin acıları geri gelmek istedi; gözlerimin önüne Gökhan’ın o soğuk cümlesi geldi. Ama Cihan’ın yanımda oluşu, o anlık karamsarlığı dağıttı. İçimde bir sıcaklık hissettim, hem güven hem de belirsiz bir umut.
“Biliyorum zor bir gündü,” dedi Cihan. “Ama sen… sen güçlü birisin. Geçmişin seni tanımlamasına izin verme. Bugün, belki de senin kendi hayatını seçmeye başladığın gün.”
Sözleri bana hem tanıdık hem de yeni geliyordu. Tanıdık çünkü doğruluyordu hissettiklerimi, yeni çünkü hiç kimse bana böyle nazik ve cesaret verici yaklaşmamıştı. Dudaklarımın ucunda istemsiz bir gülümseme belirdi. “Teşekkür ederim,” dedim, ama bu kez içten bir teşekkürdü.
Gözlerimiz birbirine kilitlendiği o sessizlikte, dünya bir an durmuş gibiydi. İçimde hâlâ kırık parçalar vardı, ama bu parçalar artık yalnızca acıyı taşımıyordu; aynı zamanda yeniden başlama umudunu da barındırıyordu.
“Yürüyelim mi?” dedi Cihan sonunda, sessizliği bozan tek sesle.
Başımı salladım. Adımlarımız yan yana, avlunun taşlarını hafifçe çınlatarak ilerledi. Her adımda içimdeki yük biraz daha hafifliyordu. Geçmişin gölgesi hâlâ peşimdeydi ama artık onunla savaşmak yerine, onun üzerinden geçmeyi öğreniyordum.
Ve o anda fark ettim ki, hayatın en acı gerçekleri bile yeni bir başlangıcın kapısını aralayabilirdi. İçimde hem acı hem de umut vardı; ama bu kez, umut galip geliyordu.
Avlunun taşları altında yürürken, Cihan’ın adımlarıyla kendi adımlarımın uyumuna dikkat ettim. Sessizlik içinde yürümek, bana hem rahatlatıcı hem de biraz ürkütücü geliyordu. İçimde hâlâ o eski acı, o yıpratıcı boşluk vardı, ama yanımda Cihan olunca, sanki yükün bir kısmı hafifliyordu. Belki de bunun nedeni, onun sözlerinin verdiği güvendi; geçmişin gölgesi ne kadar ağır olursa olsun, yanımda duracak biri olduğunu bilmek, insanın içinde küçük bir ışık yakabiliyordu.
“Şeyda,” dedi Cihan, sesi kararlı ama sakin, “bugün seninle düğün ve kına hakkında konuşmak istedim. Hazır mısın?”
Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerimde hâlâ bir çekingenlik vardı. Ona karşı sevgi beslemiyor olabilirdim, ama saygı duymak için çok nedenim vardı; çünkü o dürüst, kararlı ve bu evliliğe layık bir adamdı. Bir kere evleniyorduk ve bu, bir daha geri dönülmeyecek bir adım olacaktı. Bu düşünce bile kalbimi ürkütüyordu ama bir yandan da sorumluluğumu hatırlatıyordu.
“Hazırım,” dedim sonunda. Sesim ince ve titrek çıktı ama içten bir şekilde söyledim.
Cihan derin bir nefes aldı ve gözlerini ufka dikti. “Öncelikle şunu bilmeni isterim, Şeyda: Bizim düğünümüz Aze ile Gökhan’ın düğünleri gibi olmayacak. O törenler, geçmişin kalıplarını, alışılmış düzeni taşıyordu. Ama bizim düğünümüz… bizim düğünümüz, herkesin konuşacağı, unutulmaz bir düğün olacak. Midyat’ın her köşesinde, evlerin içinden sokaklarına kadar… herkes hatırlayacak. Bizim düğünümüz, farklı olacak. Bizim hikâyemizi anlatacak.”
O sözleri duyarken kalbim istemsizce sıkıştı. Onu sevmiyor olabilirdim ama onun dürüstlüğüne ve azmine saygı duyuyordum. Sesim boğazımda düğümlendi ama yine de cevap verdim: “Anladım. Düğünümüz… özel olmalı. Bir kere evleniyoruz ve bunun güzel olmasını istiyorum. Kendi hayatım için… kendim için de.”
Cihan bana baktı, gözlerinde hem bir anlayış hem de bir kararlılık vardı. “İşte bu yüzden senin yanımda olman önemli, Şeyda. Sadece gelenekleri yerine getirmek için değil, senin isteklerin, senin görüşlerin bizim için değerli. Her şey… senin ve benim, birlikte karar vereceğimiz bir gün olmalı.”
Yavaşça başımı salladım. Onun sözleri, içimdeki bir kısmı yatıştırmıştı. Geçmişin ağırlığı hâlâ vardı ama bir an olsun, geleceğe dair bir planın mümkün olabileceğini hissettim.
“Peki,” dedim sonunda, “ne düşünüyorsun? Düğün nasıl olmalı?”
Cihan omuzlarını hafifçe geriye yasladı, düşünceli bir şekilde gökyüzüne baktı. “Bütün Midyat’ın konuşacağı bir düğün… önce bunun farkındayız. Ama görsellikten öte, anlamı olmalı. İnsanlar sadece süsler için değil, bizim birlikteliğimizin, yeni bir başlangıcın, bir saygının ve sorumluluğun şahitleri olacak. Kına… sade ama etkileyici olmalı. İnsanların aklında kalacak, ruhunda bir iz bırakacak türden. Gelin ve damadın sadece podyumda durduğu değil, herkesin hissettiği bir kına gecesi. Anlaştık mı?”
Sözlerini dikkatle dinledim. Onun ciddiyeti ve özeni, içimde bir güven yarattı. Her ne kadar kalbim ona karşı sevgiden yoksun olsa da, saygı ve minnettarlık duydum. “Anlaştık,” dedim yavaşça. “Ama… bu benim ilk düğünüm olacak. Düğün boyunca kendimi ifade etmekte zorlanabilirim. Ama istiyorum ki güzel olsun… herkesin konuşacağı bir düğün olsun.”
Cihan hafifçe gülümsedi, gözlerindeki sıcaklık az da olsa rahatlatıcıydı. “Biliyorum, Şeyda. Ve senin bu isteğin, düğünümüzü unutulmaz yapacak. Senin huzurun, mutluluğun… bunu herkes hissedecek. O yüzden her detayı birlikte planlayacağız. Kumaşlar, renkler, süslemeler… sadece görsellik değil, senin ve benim ruhumuzu taşıyacak.”
İçimden bir rahatlama geldi. Her ne kadar kalbim onu sevmese de, onun bu yaklaşımı, sorumluluğu ve dürüstlüğü beni etkiliyordu. İlk kez, bir evlilik için sadece zorunluluk değil, ortak bir amaç olabileceğini düşündüm. “Tamam,” dedim, başımı hafifçe sallayarak. “Her detayı birlikte kararlaştıracağız. Ama bunu… unutulmaz yapacağız. Midyat konuşacak.”
Cihan başını onaylar gibi salladı. “Kesinlikle… konuşacak. Ama sadece süsleri ve töreni değil; senin ve benim duruşumuzu, saygımızı, birbirimize verdiğimiz değeri. Bu düğün, sadece bir gösteri değil; bizim hikâyemiz olacak.”
Bu sözleri duyduğumda içimde garip bir sıcaklık yayıldı. Gökhan’ın soğuk ve mesafeli tavırlarını düşündüm; o bana hiçbir zaman böyle bir güven vermemişti. Cihan ise sessiz ama kararlı bir şekilde, benim ve düğünün değerini önemsiyordu. Kalbim hâlâ kırık ama bir yandan bu kırık parçaların üzerine yeni bir cila sürülüyordu; saygı ve anlayış cildi.
“Peki,” dedim, “başlayalım o zaman. Kumaşlar, süslemeler… her şey. Sadece görsellik için değil, anlamı olsun. İnsanlar bunu hissedebilsin.”
Cihan hafifçe başını salladı. “Tam da bunu istiyorum. Senin yanımda olman, her şeyi özel kılacak. Ve biliyorum ki sen bunu hak ediyorsun, Şeyda. Kendi hayatını, kendi evliliğini güzelleştirmek için bir adım atıyorsun. Bu, sadece bizim düğünümüz için değil, senin için de önemli.”
İçimden bir nefes daha derin geldi. Cihan’ı sevmiyor olabilirdim ama onun dürüstlüğüne ve sabrına duyduğum saygı, içimde yeni bir yer açtı. Artık sadece geçmişin yükünü taşımıyor, geleceğe dair küçük de olsa bir umut ışığı görüyor olabilirdim.
“Tamam,” dedim, sessizce ama kararlı. “Bunu yapacağız. Düğünümüz… unutulmaz olacak. Midyat konuşacak.”
Cihan’ın gözlerinde o an bir memnuniyet ışığı belirdi. Sanki uzun süredir beklediği onaydı bu. Yanıma biraz daha yaklaştı, omzuma hafifçe dokundu. “O zaman,” dedi, “başlayalım. Her detayı birlikte planlayacağız ve bu, senin ve benim için anlamlı olacak. İnsanlar sadece görecek, hissedecek. Bu bizim hikâyemiz olacak.”
O an, içimde bir kabullenme ve küçük bir umut dalgası yükseldi. Belki kalbim ona karşı sevgiden yoksun olabilir, ama saygı ve güvenin gücü de azımsanacak bir şey değildi. İlk kez, kendi hayatımın ve düğünümün sorumluluğunu hissederek, geçmişin gölgesinden kurtulmaya bir adım daha yaklaşmıştım.
Ve o adım, bana bir şeyi daha hatırlattı: Hayat, her zaman istediğimiz gibi gitmez, ama bir kere elimize fırsat geçtiğinde, onu anlamlı kılmak bizim elimizdeydi. İçimde hem acı hem de umut vardı; ama bu kez, umudun sesi daha yüksekti.
Gözlerim ufka takılıyken, sessizce fısıldadım: “Evet… Midyat konuşacak. Bizim düğünümüz konuşulacak. Ama en önemlisi… bizim hikâyemiz olacak.”
O an, Cihan ile yan yana yürüyerek, geçmişin gölgelerini ardımda bırakıp, kendi hikâyemizi yazmaya hazır olduğumu fark ettim. Her ne kadar kalbim hâlâ kırık olsa da, saygı ve kararlılıkla bu adımı atmak, benim için küçük bir zaferdi. Hayatımın bu yeni sayfası, acı ve umut arasında ince bir çizgi gibi duruyordu; ve ben, bu çizgiyi cesurca geçmeye karar vermiştim.
*****
Cihan
Avlunun taşları üzerinde yürürken, Şeyda’nın yanımda olduğunu görmek hem rahatlatıyor hem de yüreğimi sıkıştırıyordu. Beş yıl… evet, tam beş yıl boyunca kalbimde sakladığım bir duygu vardı: Şeyda’ya olan sevgim. Onu her gördüğümde, gülüşünde, kelimelerinde, o ince bakışlarında, içimde tarifsiz bir heyecan yükseliyordu. Ama o… o hiçbir zaman bana aynı gözle bakmadı. Onun gözlerinde sevgi yoktu; en fazla saygı ve anlayış vardı.
Beş yıl boyunca hislerimi gizledim, sessizce izledim. Onu mutlu görmek, ona destek olmak… belki de sevginin en saf hali buydu. Ama artık sessiz kalmak istemiyordum. Onun yanında olduğum her an, kalbim biraz daha hızlanıyor, aklımda hep aynı soru dönüyordu: Bir gün… bir gün bana karşı bir şey hissedebilir mi?
Yanımda yürürken onu izliyordum. Saçları rüzgârda hafifçe dalgalanıyor, gözleri ufka takılıydı. Sessizliği bozmak istemedim; çünkü sessizlik bazen kelimelerden daha çok konuşuyordu. Ama bir yandan da içimde biriken duyguları artık kontrol edemeyecek kadar büyümüştü.
Ona hakettiği gibi bir düğün yapmak istiyordum. Gökhan sade bir tören yapacağını söylediğinde bu kararı vermiştim. Şeyda öyle bir şeyi haketmiyordu o bütün Mardin'in Midyatın konuşacağı eşsiz bir düğünü hakediyordu.
Gökhan Barış için Azeyle evleniyordu onu sevmiyordu bile ama bu benim umrumda değildi sonuçta Barış imzalanmış ve sevdiğim kadın benimle evleniyordu.
Aze kaçmasaydı bunlar yaşanmayacaktı. hemde Gökhanla evleneceği için mutluydu bile. Sade bir düğün olup olmamasını umursamıyordu ama ben öyle değildim. Şeyda için her şeyi yapardım.
Şeyda’nın yanındaki duruşu, sessizliği ve ufka takılmış bakışları bana hem huzur veriyor hem de yüreğime hafif bir ağırlık bırakıyordu. Birkaç adım boyunca yan yana yürüdük, rüzgâr saçlarımızı oynatıyor, avlunun taşları altında adımlarımız hafif bir ritim tutturuyordu.
“Cihan,” dedi Şeyda, sesi hafifçe çatallanmıştı ama yine de kararlıydı. “Düğün… sen bu kadar detaylı düşünüyorsun ya, gerçekten her şey Midyat konuşulacak mı? Gerçekten öyle mi olacak?”
Gözlerine baktım, içimde yıllardır taşıdığım sevgi ve sabır dolu bakışlarla. “Evet, Şeyda,” dedim sessizce ama emin bir tonla. “Sadece görkemli değil, aynı zamanda senin için anlamlı olacak. Senin mutluluğun, huzurun ve rahatlığın önceliğim. Bu düğün… sadece bir gösteriş değil, senin için bir başlangıç olacak. Herkes konuşacak ama asıl önemli olan, senin her anını hatırlamak isteyeceğin bir gün yaşaman.”
“Şeyda,” dedim hafif bir gülümsemeyle, “senin için her şey yolunda olacak. Hiç merak etme. Düğün, kına… her detay senin istediğin gibi. Ve unutma, ben buradayım. Yanında.”
O bana kısa bir bakış attı, sessizce başını salladı. Ardından avlunun taşları üzerinde yavaşça geri çekildi ve “Teşekkür ederim, Cihan,” dedi. Sesi yumuşaktı ama içtenliğini gizlemiyordu.
Bir süre öylece durduk, sessizlik konuşuyormuş gibiydi; rüzgâr saçlarımızı savuruyor, akşamın serinliği avluyu sarıyordu. Sonra Şeyda nazikçe geriye doğru birkaç adım attı. “Ben biraz odama çıkacağım, hazırlıklara bakmam gerek,” dedi.
“Tamam,” dedim, ama içimde bir boşluk oluştu; onun yanından ayrılmak, beş yıl boyunca gizlediğim duyguların ağırlığını daha belirgin hissettirdi. Ama aynı zamanda görevim ve sorumluluğum vardı. Onun için en iyisini yapacak kişi bendim ve şimdi şirketimle ilgilenmem gerekiyordu.
Avludan çıkarken, gözlerim hâlâ Şeyda’yı takip etti. O, koridorun sonunda durdu, bana kısa bir bakış attı ve ardından yavaşça odasına yöneldi. İçimde hem bir rahatlama hem de bir hüzün vardı; yanında olamasam da, ona en güzel günü yaşatacak olan benim.
Arabama bindiğimde derin bir nefes aldım. Düğünün hazırlıkları, davetli listesi, organizasyonlar… hepsi önümde duran bir görevdi. Ama bu görev, bir yük değil; Şeyda’ya olan sevgimin ve saygımın en somut göstergesiydi. Şirketin yolunu tuttuğumda, aklımda tek bir şey vardı: Şeyda’nın her şeyin en iyisini hak ettiğini bilmek ve bunu ona sunabilmek.
Yolda ilerlerken, düşüncelerim sessizdi ama kararlıydı. Beş yıldır sakladığım sevgim, belki karşılık bulmayacak; ama en azından onun yanında, ona değer vererek ve her detayıyla ilgilenerek bir iz bırakacaktım. Bu düğün, benim sessiz aşkımın ve sabrımın bir yansıması olacaktı. Ve ben bunu yapmaya hazırdım; onun için her şeyi yapacaktım.
Şirketin kapısından içeri girdiğimde, telefonlar, toplantılar ve belgeler arasında kaybolduğumu hissettim. Ama içimde hâlâ bir sıcaklık vardı; Şeyda’nın bana olan güveni ve saygısı… bu, tüm günüm boyunca bana güç verecek bir enerjiydi. O, belki bana âşık değildi, belki kalbinde benim için bir yer yoktu; ama ben, onun yanında olmanın ve onun için en iyisini yapmanın verdiği tatminle, her zorluğun üstesinden gelecektim.
hem düğün hazırlıklarına hem de kendi işime odaklanırken bir kez daha anladım: Sevgi sadece karşılık beklemekle ölçülmez. Bazen en saf aşk, sessizce, görünmeden ve karşılık beklemeden, sadece sevdiklerinin mutluluğu için var olmaktır. Ve ben, Şeyda için bunu yapacaktım.