GELİN GÖRME

1291 Words
Sabahın ilk ışıkları, perdelerin arasından süzülerek odanın içine dolduğunda uykudan yavaş yavaş uyandım. Kalbim hâlâ düne ait heyecanla çarpıyordu; üzerimdeki geceliğin hafifliğine rağmen sanki hâlâ gelinliğin ağırlığını hissediyordum. Başımı hafifçe yana çevirdiğimde Cihan’ı gördüm: kanepede uyumuştu, yüzünde yorgun ama huzurlu bir ifade vardı. Bir süre sadece onu izledim; bu sabır ve güven bana dünyaları vermişti. Tam gözlerim kapanacak gibi olduğunda kapının önünde bir tıkırtı duydum. Ardından kararlı ama biraz da sert bir sesle kapı vuruldu. Hemen irkildim, ellerim istemsizce titredi. Cihan uykusundan sıçrayarak kalktı, hızlı adımlarla kapıya yöneldi. “Buyur hâla,” dedi kapıyı açtığında. Sesinde hem saygı hem de kararlılık vardı. Hâlası kapının önünde dikiliyordu. Yüzünde katı bir ifade, gözlerinde sorgulayıcı bir bakış vardı. “Çarşafı almaya geldim,” dedi. Bir anda kalbim hızlandı. İçimden derin bir ürperti geçti. Bu anı bekliyordum belki ama bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemiştim. Gözlerim Cihan’a kaydı. Cihan’ın kaşları çatıldı, gözleri karanlıklaştı. Derin ama sakin bir sesle konuştu: “Benim karım, benim namusum… kimse bu odaya izinsiz giremez. Hele de Şeyda’dan böyle bir şey isteyemez. Şimdi kalbini kırmadan git, hâla.” Sözlerindeki kararlılık öyle güçlüydü ki odanın taş duvarları bile titredi sanki. Halası bir anlık sessizlikten sonra, hiçbir şey demeden geri döndü. Adımlarının yankısı koridorda kaybolduğunda derin bir nefes aldım. “Cihan…” dedim ürkekçe, “halan sorun çıkarmaz değil mi?” Cihan bana dönüp yumuşak ama keskin bir bakışla gülümsedi. “Merak etme, sorun olmayacak. Ağa bensem benim sözüm geçer.” İçim biraz olsun rahatladı. Yavaşça hazırlanıp birlikte kahvaltıya indik. Konağın büyük taş salonuna girdiğimizde uzun bir sofra çoktan kurulmuştu. Masanın etrafında Cihan’ın annesi, babası, halası, kız kardeşi Esma, erkek kardeşi ve halasının kızı oturuyordu. Cihan’ın annesi beni görünce yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Ayağa kalkıp yanıma geldi, ellerimi tuttu. “Gunaydın Şeyda kızım,” dedi, sesi sevgi doluydu. Ardından babası da ayağa kalktı, hemen yanına yaklaşıp elini öptüm saygılı bir şekilde.“Ailemize hoş geldin gelin,” diye ekledi. O an içimde bir sıcaklık yayıldı. Ama halasının bakışları hâlâ soğuk ve mesafeliydi. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir sıkılık, gözlerinde sorgulayıcı bir mesafe vardı. Onunla göz göze gelmemeye çalıştım. Tam bu sırada Esma, tatlı bir gülüşle yanıma yaklaştı. “Yenge,” dedi sevecen bir sesle, “çok güzelsin. hadi gel abimin yanındaki yer boş" Onun bu samimiyeti içimi ısıttı, dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirdi. Kahvaltı boyunca konuşmalar, dualar ve küçük şakalar arasında zaman aktı. Yalnızca halasının sessizliği sofrada bir boşluk bırakıyordu. Yine de Cihan’ın annesi ve babasının güler yüzü, Esma’nın sıcaklığı o boşluğu dolduruyordu. Kahvaltıdan sonra Cihan işe gitmek için kalktı. Ben de hemen ayağa kalktım. “ Kapıya kadar yürüdük. Elimi tuttu, gözlerime baktı. “Merak etme,” dedi yumuşak bir sesle, “her şey yoluna girecek.” Onu uğurlarken kalbimde huzur vardı Cihan bana çok iyi geliyordu. Zamanla onu seveceğimi de çok iyi biliyordum çünkü artık kalbimde Gökhana yer yoktu o yer sonuna kadar Cihana ait olacaktı bunu biliyordum. Cihan gittikten sonra annesi yanıma geldi. Elini omzuma koyarak, “Şeydacım, hadi yukarı çıkalım. Bugün gelin görmeye gelecekler. Senin de bana yardımcı olmanı istiyorum,” dedi. “Tabii ki,” dedim, hafif bir heyecanla. Esma da yanımıza katıldı. Hep birlikte misafir odasına çıktık. Oda büyüktü, taş duvarları yüksek, pencerelerden gün ışığı içeri doluyordu. Yerde oturmak için genişçe döşekler serildi. Yastıklar düzenlendi, ortadaki sehpanın üzerine bakır tepsiler konuldu. Esma, neşeyle yastıkları kabartıyor, ben de döşekleri düzeltiyordum. Cihan’ın annesi ise el işçiliğiyle işlenmiş örtüleri yerleştiriyor, odanın her köşesine ayrı bir özen gösteriyordu. Hazırlıklar tamamlandığında, diğer aşiretlerden kadınlar gelmeye başladı. Kapıdan içeri girenlerin bakışları çeşit çeşit duygular taşıyordu. Kimisi hayranlıkla, kimisi kıskanarak süzüyordu beni. Fısıldaşmalar kulağıma çalınıyordu: “Çok güzel olmuş.” "Bakalım torun ne zaman gelecek" Ben, içimdeki tüm tedirginliği bastırıp gülümsemeye çalıştım. Gelenlere selam verdim, ellerini öptüm, başımı eğerek saygımı gösterdim. Kimi gülümseyerek karşılık verdi, kimi ise göz ucuyla bakmakla yetindi. anladım ki, gelin olmak yalnızca bir düğünle bitmiyor; her gün, her bakış, her söz bir sınavdı. Ama ben artık yalnız değildim. Arkamda Cihan’ın duruşu, annesinin şefkati, Esma’nın samimiyeti vardı. Gün boyu kadınlar geldi, sohbetler edildi, kahveler ikram edildi. Her bir bakışın altında hem yük hem de güç hissettim. İçimde, “Ben bu yeni hayatı taşıyabileceğim” düşüncesi gittikçe büyüyordu. O akşam üzeri, kadınların uğultusu hâlâ kulaklarımda yankılanırken, kendi kendime sessizce dua ettim “Allah’ım, bana sabır, bana güç, bana yuva olmayı nasip et.” Akşamın serinliği taş duvarların arasına dolmuştu. Gün boyu evin içinden hiç eksilmeyen kadın sesleri, kahkahalar ve fısıldaşmalar nihayet yerini yavaş yavaş akşam sessizliğine bırakıyordu. Ben de odaya çıktığımda üzerimi değiştirip daha sade bir elbise giymiştim. Yorgundum ama içimde garip bir huzur vardı. Birazdan Cihan gelecekti; günün yükünü onun yanında unutabileceğimi biliyordum. Avludan ağır adımların yankısı geldiğinde kalbim hızlandı. Kapı aralandı, Cihan girdi. Üzerinde hâlâ günün telaşını taşıyan bir yorgunluk vardı ama gözleri bana bakarken bambaşka bir sıcaklıkla ışıldıyordu. Sessizce yanıma geldi, alnımdan öptü. “Hazırlan Şeyda, sofraya inelim,” dedi. Kalbim hızlanmıştı bu hareketine. Alnımı öpmesi beni heyecanlandırmıştı. Birlikte büyük salona indik. Sofra çoktan hazırlanmıştı. Uzun masanın etrafında aile fertleri yerlerini almıştı. Cihan’ın annesi, babası, kardeşleri gülümseyerek karşıladılar. Onların sıcaklığı içimi biraz daha rahatlattı. Ama hâlasının bakışlarını hissediyordum; o bakış, gün boyu peşimi bırakmayan soğuk rüzgâr gibiydi. Hizmetçiler yemekleri getiriyor, büyük bakır sahanlarda buharı tüten kebaplar, çeşit çeşit mezeler sofrayı süslüyordu. Esma hemen yanımdaki sandalyeyi işaret etti, “Yenge, buraya otur,” dedi. Onun samimiyeti yine içimi ısıttı. Teşekkür ederek yanına oturdum. Yemek boyunca sohbet vardı; babası günün işlerinden bahsediyor, annesi bana sürekli “Bir şey al kızım” diye ikram ediyordu. Arada Esma gülerek kulağıma eğiliyor, sofradaki komiklikleri anlatıyordu. Ben de başımla onaylıyor, dudaklarımda küçük tebessümlerle sofraya uyum sağlamaya çalışıyordum. Ama halası… O hiç susmuyordu. Önce masadaki yemeğe bakarak, “Bizim zamanımızda gelinler sofraya böyle oturmazdı, ayakta hizmet ederdi,” dedi. Sesini bastırmaya çalışmış olsa da herkes duydu. İçimden derin bir nefes aldım, gözlerim istemsizce yere kaydı. Daha toparlanamadan yine aynı ses: “Gelin hanım bugün çok yorulmamıştır inşallah, sabahtan akşama kadar oturmak kolaydır.” Sözler içime ince ince işleyen bir bıçak gibiydi. Ama cevap veremedim; susmak en doğrusu gibi geldi. Tam o sırada Cihan’ın sesi duyuldu, tok ve kararlı: “Hâla, bu evin gelini Şeyda’dır. Soframızda da baş köşede oturur. Kime ne zaman kalkacağını da ben söylerim. Artık eski zamanlar değil.” Herkes bir an sustu. Sofranın üzerinde bir gerginlik dolaştı. Halası dudaklarını büzerek önündeki tabağa baktı, başka bir şey söylemedi. Benimse kalbim hızla çarpıyordu. O an, Cihan’ın sözleri beni öyle bir sarıp sarmaladı ki… içimden ona şükrettim. Yemekten sonra herkes odalarına çekildi. Biz de ağır adımlarla yukarı çıktık. Odamızın kapısı kapandığında, günün bütün yükü omuzlarımdan düştü sanki. Cihan ceketini çıkarıp bir kenara bıraktı, bana döndü. “Şeyda,” dedi yumuşak ama meraklı bir sesle, “günün nasıl geçti?” Gözlerim ona kilitlendi. Bir an düşündüm; ne kadarını anlatmalıydım? İçimde birikenleri tam olarak söyleyemezdim belki ama üstü kapalı da olsa paylaşmak istedim. “Çok yoğundu Cihan,” dedim hafif bir tebessümle. “Sabah sen gittikten sonra annenle birlikte odaları hazırladık. Esma da yardım etti, çok sevecen bir kız gerçekten. Sonra kadınlar geldiler… kimisi çok güzel karşıladı, kimisi biraz mesafeli davrandı. Ama hepsinin gözleri üzerimdeydi. Sanki herkes beni tartıyor gibiydi.” Cihan, sandalyesine oturup beni dikkatle dinliyordu. Başımı eğerek devam ettim: “Bir ara kendimi çok yabancı hissettim ama sonra… sonra düşündüm. Yalnız değilim. Sen varsın, annen çok iyi davrandı, Esma da öyle." Sözlerim odanın sessizliğinde yankılanırken, gözlerim hafifçe doldu ama bu kez sevinçten. Cihan yanıma geldi, elimi tuttu. Parmaklarının sıcaklığı içime işledi. “Burası senin de evin. Sana yanlış gözle bakan kim olursa olsun karşısında önce beni bulur. Sen sadece huzurunu düşün.”Başımı eğip hafifçe gülümsedim. O an içimde öyle bir güven büyüdü ki… Sanki taş duvarların ardında değil, bir kale içindeydim. Cihan’ın sözleri beni koruyan kalın surlar gibiydi. O gece yatağa uzandığımda, bütün fısıldaşmaların, bakışların, hatta hâlanın sözlerinin üzerimdeki yükü kalkmıştı. Çünkü yanımda Cihan vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD