Cihan gideli tam bir ay oldu.
Bir ay… O koca zaman diliminde her gün, her gece içimde aynı boşluğu taşıdım. Onsuz geçen günlerin acısı bazen nefesime, bazen ellerime, bazen de kalbimin tam ortasına çöktü. Ama en çok geceleri hissettim. Yastığımda onun kokusunu ararken, karanlıkta sadece gözyaşlarım eşlik etti bana.
Gittiği günden beri sadece bir kez konuşmuştuk onda da uzun sürmemişti konuşma. Çok özlemiştim Cihanı. ona bu kadar çok bağlandığımın farkında bile olmamışım. Gittiği zaman anladım onu ne kadar sevdiğimi. İnsan kaybedince değerini anlıyor diyorlar ya işte öyle.
sabah, içimde dayanılmaz bir özlemle uyandım. Belki de biraz nefes almak için, belki de içimdeki yükü hafifletmek için, soluğu konağın yolunda aldım. Meryem’i ve Miran Efemi görecektim. Onların yanında biraz huzur bulurum diye düşündüm. Miranı da çok özlemiştim benim miniğim o kadar tatlı bir bebekti ki insanın anne olası geliyordu ona bakınca. Ama bunun için cihanın gelmesi gerekiyor.
Gelir gelmez bebek yapacağım Cihan efendi de görecek.
Konağa bebek sesi lazım değil mi...
Konağın taş duvarları göründüğünde kalbim hızlandı. Avluya adım attığımda, karşımda Meryem belirdi. Saçlarını ensesinden toplamıştı, yüzü yorgundu ama gözlerinde bir anneye ait o tarifsiz parıltı vardı. Göz göze geldiğimizde tebessüm etti. O tebessümde acı da vardı, umut da.
“Şeyda, hoş geldin,” dedi, sesi yumuşak ve samimiydi.
Onu kucakladım. İçimde bir şeyler sızladı. Meryem artık başka biriydi; anne olmanın verdiği o ağırbaşlılık, o dinginlik yüzüne sinmişti. Sarvan ağabey de tam bir baba olmuştu; avluda sessizce dolaşıyor, gözleri sürekli bebeğin üzerinde, hareketleri daha koruyucu, daha dikkatliydi.
Sonra Miran Efe’yi gördüm… O minicik, daha iki aylık bebek. Kundağının içinde, yanakları al al, dudakları kıpır kıpır. Kalbim bir anlığına eridi. Elleri küçücük, tırnakları sanki bir tül kadar narin. Yanına çöktüm, avuç içlerimle yüzünü sevdim. O masum kokusunu içime çektim; süt ve sabun karışımı o tatlı koku bütün yorgunluğumu aldı.
“Canımın içi…” diye fısıldadım. Küçük yanaklarını öptüm, alnına dudaklarımı koydum. İçimde bir boşluk vardı ama o minicik varlık, sanki kalbimin kırık yerlerine merhem oluyordu.
Ama işte o an, gözüm konağın bir köşesine kaydı. Orada, gölgeli bir yerde, Aze durmuş bana bakıyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş, yüzünde o küçümseyici ifade. İçimdeki öfke birden alev aldı. Onun bakışı, Cihan’ın gidişini hatırlattı bana. O an içimdeki bütün sabır kırıntıları yok oldu.
Miran Efem’i öpüp Meryem’e geri bıraktım. Ayağa kalktım. Gözlerimi Aze’den ayırmadan yanına yürüdüm. Yanına vardığımda kolundan sertçe tuttum.
“Gel,” dedim dişlerimin arasından. Sesim fırtınadan önceki uğultu gibiydi.
Sürükler gibi onu konağın kilerine götürdüm. İçeri girdiğimizde kapıyı sertçe kapattım. İçerisi serindi, ama benim içim yanıyordu. Gözlerimi dikerek sordum:
“Sen nasıl bir insansın Aze? Cihan’a her şeyi anlattın! Eline ne geçti ha? Bak Cihan gitti. Mutlu musun?”
Aze hiç geri adım atmadı. Kollarını daha da sıkı sardı göğsünde, kaşlarını çattı.
“Cihan ağabeyi kandırmana izin verecek değildim. Kocama aşıksın ama Cihan ağabeyle evlendin. Bunu bilmeye hakkı vardı.”
Sözleri yüzüme tokat gibi çarptı. Nefesim kesildi, ama öfkem daha da büyüdü.
“Sana ne ha? Sana ne?” dedim öfkeyle. “Sen kimskn ki evlenmemek için evden kaçan bir kızsın! Sonra Gökhan’la evlendin. Mecbur kalıp seninle evlendi, yoksa yüzüne bile bakmazdı! Ama Cihan… Cihan bana aşıktı, beni seviyordu!”
Aze’nin gözleri parladı, sesi titreyerek yükseldi:
“O zaman sen de onu seveydin de kocamın yakasını bırakaydın!”
O an gözüm kararır gibi oldu. Elim kendiliğinden kalktı, tokadım şak diye yüzünde patladı. İçimdeki öfke ellerimden taşmıştı.
Sert bir nefes alıp devam ettim:
“Siz evlendiğiniz zamandan bu yana bir kez olsun Gökhan’la konuşmadım ben! Benim hayatımda sadece Cihan oldu! Ama sen… sen onu bile bana çok gördün!”
Aze yüzünü çevirdi, gözlerinde hem kin hem acı vardı. Dudakları titredi, sonra bağırarak:
“Sen değilsen kim sabah akşam kocama mesajlar atıyor?”
Bir anlık sessizlikten sonra sinirden kahkaha attım. Öyle bir kahkaha ki acıdan çatlıyordu.
“Ben nerden bileyim kocanın yediği haltları?” dedim. “Sakın bir daha evliliğime burnunu sokma! Yemin ederim, bir daha yaparsan bu kadar sakin kalmam! Benim hayatımda sadece Cihan var! Başka kimse yok, olamaz da!”
Son sözlerimden sonra kapıyı sertçe açtım, ardıma bile bakmadan çıktım. Avlunun güneşi yüzüme vurdu, gözlerim yanıyordu. İçimde hâlâ öfke vardı ama en çok acı vardı. Çünkü Cihan yoktu… ve ben ne kadar bağırırsam bağıreyim, hiçbir şey onu geri getirmeyecekti.
Avlunun kapısından çıktığımda içimdeki öfke hâlâ dinmemişti. Aze’nin yüzünde patlayan tokadın yankısı kulaklarımda çınlıyordu ama bu bana hiçbir şey kazandırmamıştı. İçimde kocaman bir boşluk, kocaman bir sızı vardı hâlâ. Çünkü aslında kızgınlığımın en büyük sebebi o değildi… Cihan’ın yokluğu, gidişi ve ardından bıraktığı sessizlikti. Ne kadar bağırırsam bağıreyim, kalbimin en derinindeki o özleme dokunamıyordum.
Adımlarım beni yeniden Meryem’in yanına götürdü. O, sedirin kenarında oturmuştu, kucağında minicik Miran Efem. Sarvan ağabey biraz uzağımızda bir şeylerle uğraşıyor, gözünü bir an bile aileden ayırmıyordu. Onların o hâlini gördükçe kalbim hem ısındı hem de daha çok acıdı. İçimden “keşke Cihan da yanımda olsaydı, keşke bizim de böyle bir ailemiz olsaydı” dedim.
Meryem, beni görünce hafifçe gülümsedi. O gülüşte anneliğin yorgunluğu da vardı, huzuru da. Yanına oturdum. Miran’ın minicik elleri kundağın arasından çıkmış, havada kıpır kıpır sallanıyordu. Yanağını Meryem’in göğsüne yaslamış, huzurla uyumaya çalışıyordu.
“Ver bana biraz, kucağımda seveyim,” dedim usulca.
Meryem başıyla onayladı ve dikkatlice bana uzattı oğlunu. Miran Efem kucağıma geldiği an sanki içime bir ışık doğdu. O minicik başını göğsüme yasladı, nefesi tenime vurdu. Burnuma o sıcacık, süt kokulu nefes geldiğinde gözlerimden yaş süzüldü. Dudaklarımı onun yumuşacık alnına bastırdım.
“Sen nasıl tatlı bir şeysin böyle, canımın içi…” dedim kısık bir sesle. Küçücük parmaklarını avucumun içine aldım. Minik parmakları benimkilerin arasında kayboldu. O an öyle bir his geçti ki içimden… sanki bütün boşluk doldu, bütün kırıklar iyileşti. Ama biliyordum, sadece bir anlıktı bu.
Meryem bana bakıyordu. Bakışları anlam doluydu, sanki içimde kopan fırtınayı görüyordu. Bir süre sessiz kaldı, sonra yavaşça, “Çok özlemişsin galiba, değil mi?” diye sordu.
Başımı salladım. Boğazımda kocaman bir düğüm vardı. “Çok… Hem de öyle çok ki Meryem… her gün biraz daha artıyor. Onsuz nefes almak bile zor geliyor. Gözlerimi kapattığımda yüzünü görüyorum, açtığımda yokluğunu. İçim sürekli yanıyor.”
Meryem elini dizime koydu, yumuşacık bir dokunuşla. “Zaman her şeyi hafifletiyor, Şeyda. İnsan sandığından güçlüdür. Hele sevgiyle bekliyorsa…”
Sözleriyle gözlerim doldu. “Ama Meryem, ben… ben sanki bekledikçe daha çok yanıyorum. Onsuz geçen her gün, içimde bir parçayı daha alıp götürüyor. Sanki nefesim yarım, kalbim eksik. Gözlerimi kapatıyorum, bana ‘geleceğim’ dediği anı hatırlıyorum. Ama bazen… bazen ‘ya dönmezse’ diye bir korku sarıyor beni. İşte o zaman nefesim kesiliyor.”
Meryem, yüzüme uzun uzun baktı. Dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm vardı ama gözleri hüzünle parlıyordu. “Dönecek,” dedi. “Biliyorum, dönecek. Çünkü senin gözlerinde onu ne kadar sevdiğini görüyorum. Böyle bir sevgiyi bırakmaz. Sen sadece sabret.”
O an dayanamadım, Miran’ın küçücük alnına bir öpücük daha kondurdum. İçimden “Keşke Cihana sevgimi daha erken göstere bilseydim. Keşke gitmesine engel ola bilseydim" diye geçirdim
Başımı kaldırıp Meryem’e baktım. “Sen çok güzel bir anne olmuşsun,” dedim, sesi titrek bir hayranlıkla. “Ve Sarvan ağabey de çok iyi bir baba. İkinizi böyle görmek bana hem umut veriyor hem de özlemimi artırıyor. Ben de… ben de bir gün kucağımda Cihan’ın çocuğunu taşımak istiyorum. Hayatımda ilk defa, anneliği bu kadar çok istiyorum.”
Meryem’in gözleri doldu, başını eğip sessizce gülümsedi. “O gün gelecek, Şeyda. Sen yeter ki kalbini diri tut.”
O an Miran hafifçe kıpırdadı, minik dudaklarıyla bir emme hareketi yaptı. Gülümseyerek ona baktım. “Sen benim de içimdeki boşluğu doldurdun biliyor musun küçük bey? Ama asıl boşluğu doldurcak kişi kocam. Oda gelecek değilmi"
Kucağımdaki bu minicik can bana biraz huzur verdi. Ama içimdeki yangın hâlâ devam ediyordu. Sessizce içimden tekrar ettim: “Ne olur dön Cihan… sensiz geçen bu bir ay bana asırlar gibi geldi.”