GERÇEK SEBEP ....

1239 Words
Sekiz ay… Dile kolay, sekiz koca ay geçti Cihan gideli. Günleri, geceleri birbirinden ayıramaz oldum. İçimdeki özlem bazen taşar, bazen sessizce boğazımı düğümler. Her sabah aynı duayla uyanıyorum: “Ne olur dön, Cihan… Ne olur.” Ama kapı hâlâ sessiz, avlu hâlâ onsuz. Bu sabah da erkenden uyandım. Ev sessizdi. İçimde dayanılmaz bir sıkıntı vardı. Kendimi toparlamak için başımı örtüp konağa yöneldim. Biliyordum, orada her zaman beni huzura kavuşturan bir çift göz vardı: Gülümser anne. Onun yanında biraz olsun yüreğim rahatlıyordu. Ama bir o kadar da biliyordum ki, Rojda hala yine diken gibi sözleriyle içime batacaktı. Avluya adımımı attığımda gözlerim hemen Esma’ya ilişti. Görümcem, sedirin kenarında oturmuş yün eğiriyordu. Beni görünce hemen ayağa kalktı, gülümsedi. “Hoş geldin abla,” dedi. Sesinde içtenlik vardı, gözlerinde de hep bana hissettirdiği o destek. Tam karşılık verecekken, arkamdan o tanıdık, canımı yakan ses işitildi “Heey, gelin hanım! Kocan nerde ha sekiz ay oldu? Adamı da kaçırdın kim bilir ne nerdi vardı da gitti" Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. İçimden “Allah’ım, sabır ver” diye geçirdim. Döndüm, baktım. Rojda hala, kollarını beline dayamış, kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. O bakış öyle alaycı, öyle küçümseyiciydi ki… yüreğime hançer gibi saplandı. Esma hemen yanıma geldi, sessizce koluma dokundu. “Boş ver abla,” der gibiydi. Ama Rojda hala durur muydu? “Zaten kesin öyledir,” dedi, sesini daha da yükselterek. “Hem baksana, sekiz ay oldu adam yok ortada. Bir de üç ay geçti evleneli, çocuk da yok! Şimdi de Cihan gitti, bir yıl oldu evleneli ortada bebek yok. milletin ağzına düştük. Hah! Ben derim de bakın görün, bu işte bir iş var.” Sanki her cümlesi kalbimi sıkıştırıyordu. Dudaklarımı ısırdım, gözlerim doldu ama cevap vermedim. Esma, bir adım öne çıkıp Rojda halaya sertçe baktı: “Hala, yeter artık. Şeyda abla zaten zor günler geçiriyor. Bu lafların hiç hoş değil.” Ama Rojda hala dudaklarını büzüp alaycı bir kahkaha attı “Ne varmış canım? Ben gerçeği söylüyorum. Hem Buket’in kızı değil mi bu? Onun da çocuğu olmuyordu. Zar zor bunu doğurdu. Aynı işte! Kökten belli bu. Daha neyi bekliyorsunuz?” O an içimdeki sabır taşım çatladı. Tam konuşacakken, Gülümser anne kapıdan çıkageldi. Başında örtüsü, üzerinde sade elbisesiyle dimdik yürüyordu. Yüzünde o her zamanki sakin ifade vardı ama gözleri öfkeyle parlıyordu. “Rojda abla!” diye seslendi sert bir tonla. “Yeter artık. Oğlumun işi olmasa, karısını bırakıp gider mi? Sen de bilirsin Cihan’ı. Sevdasıyla yanıp tutuşan bir oğlan, gelinine sahip çıkmaz mı? Yapma böyle! Daha yeni evliler. Olur elbet çocukları. Hele Cihan gelsin de, her şey yoluna girer. Sen merak etme.” Sözleri içime biraz su serpti. Sanki biri bana kalkan olmuştu. Ama Rojda hala hâlâ susmadı. Elleriyle havayı iki yana savurarak, başını salladı “Kesin öyledir diyorum işte. Bana kalırsa boşuna bekleme. Hem çocuk yok, hem adam yok. Daha neyin hayali kuruluyor ki?” Gözlerim doldu, boğazıma kocaman bir düğüm oturdu. Konuşmak istesem de sesim çıkmadı. Gülümser anne bana baktı, gözlerinde hem şefkat hem de kararlılık vardı. Sonra dönüp Rojda halaya bir kez daha sert bir şekilde seslendi: “Yeter! Gelinim benim başımın tacıdır. Cihan da dönünce görürsün nasıl sarılır eşine. Allah büyük. Sen sus artık, fitne çıkarma!” O an gözlerimden yaşlar süzüldü. Esma elimi tuttu, sıkıca kavradı. Fısıltıyla, “Ağlama abla, biz senin yanındayız,” dedi. Ben sustum, içimden yalnızca dua ettim “Ne olur dön Cihan… Sensiz geçen sekiz ay bana yıllar gibi geldi. Ne olur dön de, şu insanların sözleri değil, senin varlığın doldursun evimi.” ***** Cihan Soğuk beyaz ışıklar odanın her köşesine yayılıyordu. Duvarda asılı saat, tik taklarıyla zamanın yavaş aktığını hatırlatıyordu bana. Amerika’ya adım attığım gün, hayatımın böyle bir dönemece gireceğini biliyordum. Ama yine de bu kadar ağırını hayal etmemiştim. Şimdi, sekiz aydır her sabah aynı manzaraya uyanıyorum: steril bir hastane odası, metalik kokular, beyaz önlükler… Ve her seferinde aklımda aynı isim: Şeyda. İşim gücüm bahaneydi. Şirketin New York’taki şubesine gelmem gerektiğinde, herkes “Cihan kariyer peşinde” diye düşündü. Oysa bu yolculuğun tek nedeni beynimdeki o uğursuz gölgeydi. Doktorlar ameliyat dediler, risk dediler… Başka çarem yoktu. Şimdi, sekiz ay sonra ilk defa bu kadar yaklaşmışken, hâlâ içimdeki tek gerçek şey Şeyda’nın yüzüydü. Kendimi pencereden dışarı bakarken buldum. Hastane penceresinden görünen gökdelenler, gri gökyüzüne saplanmış dev iğneler gibi duruyordu. Türkiye’nin mavi göğü, Şeyda’nın saçlarının arasından süzülen rüzgârın kokusu… Hepsi benden binlerce kilometre uzaktaydı. İçimde bir yer hâlâ onun kokusunu arıyordu. Gözlerimi kapattım, ellerim istemsizce titredi. Kapı aralandı. Sessizce içeri giren tek bir adam vardı: Ferman. Çocukluk arkadaşım, kardeşim gibi. Bu zorlu süreçte tek nefes aldığım insan. Elinde bir dosya vardı, gözlerinde ise söylemekten çekindiği bir sürü söz. “Hazır mısın?” dedi, sesi kısık ve titrek. “Ameliyat için birazdan gelirler.” Başımı hafifçe salladım. “Hazır mıyım bilmiyorum,” dedim. “Ama başka çarem yok.” Ferman gözlerini kısarak bana baktı. “Şeyda’nın haberi olsaydı be Cihan…” dedi. Sesinde bir sitem, bir de kırgınlık vardı. “Karın o senin. En azından yanında olurdu. Böyle yalnız başına…” Bir an gözlerim boşluğa daldı. Şeyda’nın yüzü zihnimde belirince göğsüm sıkıştı. Dudaklarımda buruk bir gülümseme belirdi. “Eğer bilseydi,” dedim yavaşça, “bu ameliyattan sağ çıkmazsam daha da yıkılırdı. Ama şimdi… şimdi bana kızgın olduğunu sanıyor. Bıraktığımı, umursamadığımı düşünüyor. Öyle bilsin… Daha az canı acır.” Ferman derin bir nefes aldı, yumruklarını sıktı. “Ah be Cihan,” dedi. “Neden böyle yapıyorsun kardeşim? Yanında biri olsaydı en azından, bir sıcak el, bir nefes… O kız seni hâlâ seviyor. Sen de onu seviyorsun. Niye bu kadar ağır yükleniyorsun kendine?” Ona döndüm, gözlerimde hem minnet hem yorgunluk vardı. “Sen varsın ya,” dedim. “Sen dostum değil misin?” Ferman’ın yüzünde bir gölge belirdi, gözleri nemlendi. Sesi bu defa sert ama kırık çıktı: “Dostunum tabii lan! O nasıl söz?” dedi. Sonra sustu, odanın içine bir sessizlik yayıldı. Sadece kalbimin atışını ve dışarıdaki ambulans sirenini duyuyordum. Başımı yastığa yasladım. “Şeyda…” dedim içimden fısıltıyla. “Ne olur affet beni. Ne olur dua et bana. Çünkü tek tutunduğum şey senin duaların.” Ferman yanımdaki sandalyeye oturdu, ellerini dizlerine koydu. “Bitti mi artık?” diye sordu, sesi çok kısık. “Hazır mısın gerçekten?” Gözlerimi kapadım, derin bir nefes aldım. “Hazırım,” dedim. “Ama neye, bilmiyorum.” Tam o sırada kapı çalındı. İçeri iki hemşire girdi, tekerlekli bir sedye getirdiler. Ferman ayağa kalktı, gözleriyle bana “güçlü ol” dedi. Ben ise sadece Şeyda’nın yüzünü düşündüm. O yüz, bütün korkularıma rağmen hâlâ bana güç veriyordu. Ameliyathaneye doğru ilerlerken, Ferman’ın sesi kulağımda çınladı “Kardeşim… ne olursa olsun seni bekleyen biri var orada. Unutma.” Soğukluğun en derinine indiğim an, ameliyathane kapısından içeri alındığım andı. Beyaz ışıklar öylesine parlaktı ki, sanki gökyüzünden yere inmiş yıldızların arasında yatıyordum. Tekerlekli sedyenin üzerinde, başımı hafifçe sağa çevirince tavandaki lambalar bir bir kayıp geçiyordu gözlerimin önünden. Her lamba bana bir anı hatırlattı: Şeyda’nın kahkahası, gözyaşları, bana “gitme” deyişi… Hemşireler hızlı ve mekanik hareketlerle etrafımda dolaşıyordu. Ellerimde iğnelerin, kollarımda soğuk metal aparatların izleri. Bir doktor eğilip yüzüme baktı, gözlerinin üzerinde buğulu bir cam gibi duran maskesinin ardından, sakin ama yabancı bir ses duyuldu: “Cihan Bey, birazdan uyuyacaksınız. Derin nefes alın. Her şey kontrolümüz altında.” Derin nefes… Söyledikleri kolaydı. Oysa benim için her nefesin içinde Şeyda’nın kokusu vardı. Son kez burnumdan ciğerime dolan havayı hissederken, içimden dua ettim: “Allah’ım, bana dönmek nasip olsun. Bana Şeyda’ya kavuşmayı nasip et. Eğer olmazsa… bari onun gözyaşlarını kurut.” Göz kapaklarım ağırlaştı, dünyam yavaş yavaş sisler arasında kayboldu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD