4.Bölüm "Emanet"

2578 Words
4.Bölüm “Emanet” # Emanet, Kalbin Terazisidir; Kime Verdiysen , Vicdanının Ağırlığını da Ona Tarttırırsın. # Bahar Sancak… Asil canavar motoru ile beni eve bıraktı. Yolu tarif etmek için ona doğru biraz daha yaklaşıp kulağına konuşuyordum. Her yaklaştığımda kokusunu alıyorum. Onunda vücudu geriliyor hissediyorum. Galiba şu temastan hoşlanmayan insanlardan. Yol üzerinde dondurmacı görünce gerçekten durup bana kakaolu dondurma aldı. Bir kilo hemde, kocaman paketi görünce; “Yuhhh bu neee??? Ordu beslemiyorum ben evde!” diye şaşkınca tepki gösterdim. Asil; “Sen şimdi eve gidince o mal değneğinden kurtulduğuna sevinmek yerine depresyona girersin. Bunu kaşık kaşık ye işte, belki iyi gelir depresyonuna.” Gözlerimi devirdim… “Ben öyle her acıda depresyona girseydim ohooo… Şu an tımarhanede olmam lazımdı.” “Öyle bir öküzle nişanlı kalıp akıl sağlığını koruyabildiğin için sana madalya takmam lazım. Hatırlat bunu bana.” “Ne madalyası???” “Yılın enayisi!” “Yolda giderken motorunu devireyim de gör!” “Direksiyon bendeyken gücün yetmez buna.” deyip çalıştırdı canavarını. Aslında mesafe az kalmıştı eve ama yinede motorla gitmeyi tercih ettim. Asil'e evi tarif ettim, binanın önünde durunca motordan inip; “Çok teşekkür ederim Dilek Ağacım… Her şey için. Sen olmasan o pisliğin elinden kurtulamazdım.” “Rica ederim, benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı. Yanlış anlamazsan telefon numaralarımızı birbirimize versek olur mu? Seni rahatsız edecek olursa beni ara direkt.” “Çok gururlu birisi o, peşime düşeceğini sanmam ama için rahat edecekse vereyim numaramı.” deyip telefonumu çıkardım çantamdan. Asil'e uzattım, o da kendi telefonunu bana uzattı. Numaramı tuşladım ekrana. Aynı anda telefonları birbirimize uzattık tekrar. Güldük yine bu hareketimize. Asil'i ben Dilek Ağacım diye kaydettim ve ekranı ona çevirip gösterdim. O da beni Özgür Kıvırcık diye kaydetmiş. Saçlarımdan dolayı alışkınım bu lakaba. Tekrar teşekkür edip vedalaştım. Binaya girdim. Bu işin birde Deva boyutu var. Onur'u çok seviyordu. Yine ayrılmamam için baskı yapacak bana. En iyisi söylememek. Eve girdim ve seslendim hemen; “Devaaaa, Devaaa… Ben geldim ablacığım.” “Odamdayım ablaaa, hoşgeldin.” “Yemek yedin mi?” “Evet tokum. Seanstan çıkınca yedim dışarda… Ben tokum ve çok dersim var sen keyfine bak.” “Tamam güzelim.” Çok iyi denk geldi… Sabaha kadar çıkmaz odadan ne güzel. Yeni ayarladığım psikoloğa ikinci gidişi. Doktorla telefonda konuşmuştuk, ilk seans çok yavan geçti. Hızlı bir ilerleme olmaz, yavaş yavaş ve emin adımlarla ilerleyelim demişti. Tütsü yakmış yine… Gül kokusundan anladım. Her şeyi gül kokulu. Çok seviyor o kokuyu. Üzerimi değiştirdim, siyah eşofman takımlarımı giydim. Asil'in aldığı dondurmayı kucağıma aldım ve ağlaya ağlaya hepsini yedim. Boğazım soğuktan acıdı, yinede umursadım. Hasta olup gebermekte tercihlerim arasında olabilir. Dondurmam bitince salondaki kanepeye uzandım ve yine harcadığım zaman için, verdiğim emeklerim için gözyaşı dökmeye başladım. Ağlayarak öylece orada uyumuşum… Rüyamda annemi gördüm, omuzlarımdan sarstı beni ve; “Aç gözünü kızım, uyan ne olur!!!” dedi. Uyandım… Kan ter içinde kalmışım, neler olduğunu anlamadım. Sonra kulağıma boğuk boğuk sesler geldi. Başımı kaldırıp baktığımda, seslerin Deva'nın odasından geldiğini anladım. Neden böyle tuhaf sesler çıkarıyor acaba? Kalkmak istiyorum ama uykunun şoku ve annemi rüyamda o şekilde görmenin verdiği korkuyla bir an kıpırdayamadım. Derin bir nefes alıp verdim. O an kapı sesi duydum. Deva odadan çıktı ve mutfağa geçti. Çekmece sesi geldi, acaba su mu içecek diye düşündüm. Sonra bana doğru gelmeye başladı. Camdan vuran sokak lambasının ışığı, salonda loş bir ortam oluşturmuştu. Deva’yı belli belirsiz görebiliyorum. O karanlığın içinde gözleri, bakışları bir tuhaf. Sonra aniden ışığın etkisi ile elinde parlayan metal şeyi gördüm. Kocaman bir bıçak var. Yerimden hafifçe doğrulup oturur vaziyeti aldım. "Deva, iyi misin?" diye sordum. Cevap vermeyip üzerime doğru hızlıca adımladı. Bıçağı bana doğru salladı. Kolumla yüzümü korumak istedim. Bıçak, sağ kolumu baştan başa kesti. Can havliyle Deva’yı iteleyip sırt üstü düşmesini sağladım. Anında üzerine oturdum, kollarını dizlerimin altına aldım. Bıçak olan elini kımıldatamadı. Gözüne baktım. "Kendine gel Deva! Ne yapıyorsun? Benim, ablan!" dedim. Başını hızlıca sağa sola salladı ve; "Sen bizim için zararlısın, tehlikelisin. Senin nefes almaman lazım.RH.” dedi. Bir tane tokat attım; "Kendine gel! Kimin için zararlıyım ben? Kimin için tehlikeliyim? Kendine gel!" deyip bir tokat daha attım. "Deva! Uyuyor musun hâlâ sen yoksa? Kendine gel, neler oluyor?" dedim. Sürekli kendine gel diyordum çünkü kendinde olmadığı çok belliydi. Attığım tokatların şiddetini o an için ayarlayamadım. Tokattan dolayı mı yoksa başka bir şeyden mi, bilemiyorum, bayıldı. Sehpanın üzerindeki telefonu alıp 112’yi aradım. Kardeşimin kendinde olmadığını, bıçakla bana saldırdığını söyleyip yardım istedim. Ev adresini verdim. Bıçağı alıp mutfağa koydum ve mutfağın kapısını kilitledim. Kendine gelir mi diye bakındım ama baygındı hâlâ. O an gözüm saate ilişti. Gecenin körü diyebileceğim bir zaman. Saat üç ve hâlâ Deva'nın odasında gül kokulu tütsü yanıyor. Ne oldu bu kıza? Neden bu hâle geldi? Koluma havlu kağıt ile tampon yapıp bekledim. Bir süre sonra kapı çaldı. Gidip açtığımda hem sağlık görevlileri hem de polis kapıdaydı. Aynı anda gelmişler. İçeriye geçtiler. Polisler olay yerine hızlıca göz attı, ayaküstü bana birkaç soru sordular. Sağlık görevlileri baygın yatan Deva’yı sedyeye koyup damar yolu açtı ve ambulansa taşıdı. Benim de koluma pansuman yaptılar; orada geçici olarak sardılar. Kesiğin bir bölümü biraz derinmiş galiba. Bıçağın ilk darbe aldığı kısımdı. Oraya dikiş atmamız lazım dediler. Dışarı çıktığımızda camlardan bir iki komşunun bu tarafa baktığını gördüm. Anne baba yok ne hâle geldi bu kızlar diye akıllarından geçiriyor hepsi eminim. Ben de ambulansa bindim ve hep birlikte önce hastaneye geçtik. Acilde bana yedi tane sütur atıldı. Deva'ya da kan ve idrar tahlili yapılmış. Ancak ben onun yanına alınmadım. Polis ve doktor dışında kimse girmiyor. Onu farklı bir bölüme yatırmışlardı. Bir saat sonra polis, karakola götürdü bizi. Sorduğum sorulara cevap alamıyordum. "Karakolda öğrenirsiniz," deyip geçiştirdiler hep. Ekip arabasıyla karakola geldik. Bizim yaşadığımız mahallenin karakoluydu ama tanıdığım hiç kimse yoktu bu karakolda. Çünkü bizim polisle falan işimiz hiçbir zaman olmamıştı. Devayı sorguya aldılar. Aklıma gelenlerle elimi cebime attım, telefonumu aldım ve babamlar vefat ettikten sonra her türlü avukatlık işimizi, resmi işlerimizi halleden babamın da arkadaşı avukat Rahmi amcayı aradım. İnşallah uyanır da cevap verir diye düşündüm. Tam kapatacağım sırada, uykulu bir ses tonuyla telefonu cevapladı. “Alo, buyrun.” "Rahmi Amca, ben Bahar. Rahmetli Mikail'in kızı, rahatsız ediyorum kusura bakma ama durumlar hem çok karışık hem de çok acil. Bizim mahallenin karakolundayız. Hemen gelebilir misin? Sanırım Deva’nın başı belada.” "Ne oldu kızım? Tamam, gelirim. Sen bana ön bilgi ver." "Bilmiyorum… Evdeydim ben. Öylece uyuyordum. Ne olduysa aniden odasından çıkıp bıçakla bana saldırdı. Galiba yasaklı madde kullanmış, çünkü kesinlikle kendinde değildi. Bir de 'RH' diye bir şey dedi ama ne olduğunu inan bilmiyorum." "Tamam kızım, geliyorum. Elimden gelen ne varsa yapacağım, merak etme," deyip kapattı. Daha sonra aklıma Deva'nın psikoloğu geldi. Onu da aradım. Ücreti neyse ya da artık nasıl bir yöntemi varsa anlaşıp bir şekilde hallederim. Kardeşim için ne gerekiyorsa yapmalıyım. Bana annemden babamdan kalan tek emanet. Uzun uzun çaldırdım telefonu. Nihayet doktor hanım da cevapladı. "Efendim, Bahar Hanım. Buyurun, bir sıkıntı mı var?" diye sordu. "Pınar Hocam, çok üzgünüm. Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için ama biz karakoldayız ve Deva şu anda ifade veriyor. Çok kötüydü… Kriz mi desem, başka bir şey mi…? Ne olduğunu bilmiyorum ama bana saldırdı. Lütfen gelebilir misiniz? Size attığım konuma… Belki bir faydanız olur." "Tamam. Gerekli izinleri alabilirsek sorgusuna ben de girebilirim. Dediğiniz gibi, belki de bir faydam olur. Hemen geliyorum, siz konumu atın," dedi. Telefonu kapatınca konumu yolladım. Umarım Rahmi Amcam, Pınar Hanım ve ben üçümüz elimizden gelen her şeyi yaparız da Deva’ya ne olduğunu anlayıp onu kurtarabiliriz. Saat 4.30 sularında Rahmi Amcam karakolda yanımdaydı. Sorgu odasına girdi. Rahmi amcamdan yaklaşık 20 dakika sonra da doktor geldi. Polis memurlarıyla konuşup o da sorgu odasına girdi. "Ben de girmek istiyorum," dedim. Ancak bana izin verilmedi. "Herhangi bir sivili alamayız," dediler. Tam 3 saat o sandalyede öylece bekledim. Nasıl bir sorgu anlamadım, hep mi böyle uzun sürer bu işler bilmiyorum. Üç saatin sonunda önce Rahmi amcam geldi. Onu görünce ayağa kalktım. "Ne oldu?" diye sordum. "Deva'nın buradan dönüşü yok, kızım. Nezarete aldılar. Tutuklu yargılama talebiyle Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilecek. Sorgusu çok kötü geçti. Yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Bu durumu savunabileceğim tek bir madde bile yok," dedi. "Ne oldu?" diye tekrar sorduğumda Pınar Hanım’ı gördüm. Gözleri dolu doluydu. Bizimle çok samimiyeti olan bir kadın değil ama sorguda ne olmuş olabilirdi ki bu kadın ağlamış, diye aklımdan geçirdim. Yanımıza geldiğinde, "Gel bizimle Bahar, hadi bahçeye çıkalım. Hava alalım. Neyin ne olduğunu tekrar konuşalım. Zaten Deva nezarette görmek istesen de şu an göremezsin," dedi. Elimi tuttu ve yürümem için biraz ilerletti beni. Ben de onlara uydum, hep birlikte dışarıya çıktık. Karakolun önündeki ufak bahçede bir tane bank vardı. Oraya oturduk. Sağıma Rahmi Amca, soluma Pınar Hanım oturdu. "Neler oldu?" diye sordum. Rahmi Amca; “İşin uzmanı sizsiniz Pınar Hanım, anlatın,” dedi. Derin bir nefes alıp verdi Pınar Hanım ve; “Haberler maalesef çok kötü. Deva sapkın bir tarikatın üyesiymiş. O tarikata ilk girdiğinde, içinde yükselebilmek için bazı yanlışlar yapmış. Çok özür dilerim, bu söylediklerim çok ağır ama… Önce babanı, sonra anneni öldürmüş. Maalesef bu işin buradan dönüşü imkânsız diyebilirim,” dedi. Ayağa fırladım, ağzım açık kaldı. Rahmi Amca’ya baktığımda başıyla 'evet' anlamında bana onay verdi. “Nasıl yapmış, neden yapmış? Nasıl bir tarikat bu? Bizim tarikatla, cemaatle işimiz olmaz. Hiç olmadı şimdiye kadar,” dedim. Pınar Hanım; “Bu sizin bildiğiniz Anadolu’daki kendi halindeki tarikat ya da cemaatlerden değil. ‘Sapkın tarikat’ diye o yüzden belirttim. Yurt dışı kaynaklı. İsmi ‘Rose Hiram’ ve ‘Soylu Gül’ anlamına geliyor. Bu tarikatın içinde kast sistemi gibi bir yapı var. İlk girenler en alt tabaka oluyor ve üst tabakalara ulaşabilmek için, yani sınıf atlayabilmek için bazı görevleri yerine getirmeleri lazım. Bu görevlerden biri de, yaşamasını gereksiz gördükleri yaşlı ve hasta insanların hayatına son vermek. Yani, bildiğiniz katil olmaları gerekiyor. ‘Assassins’ denilen sınıfa geçiş yapabilmek için hasta olan babanızı, onların verdiği bir ilaçla öldürmüş. ‘Assassins’ katiller kategorisi… Kelime anlamı olarakta katil demekmiş. Assassins sınıfında da biraz gözde olmaya çalışmış. Babanızdan sonra annenizi, verdiği bir ilaçla kalp krizi geçirterek öldürmüş. Ancak kan dökemediği için, yani kanlı bir şekilde ayin tarzında bir ölüm gerçekleştiremediği için o sınıfın en alt tabakasında kalmış. Bugün ise, o sınıfın en üst tabakasındaki biri, kardeşinizi size karşı kışkırtmış ve sizin kanınızı dökmesi için bir nevi hipnoz dediğimiz yöntemle size saldırmasını sağlamış. Her şeyi itiraf etti. Tarikatın adını da açıkça kullandığı için, 'Serbest kalırsam zaten beni de ortadan kaldırırlar,' diyerek tutuklanmak istediğini söyledi. Ben, maddenin etkisinde ve hipnoz yöntemiyle size saldırdığına dair rapor hazırlasam bile, anne ve babanızın ölümünden dolayı maalesef cinayetle yargılanacak. Hastaneye yatırılıp tedavi olması bir ihtimal… Ancak o kadar mantıklı ve düzgün cevaplar verdi ki, ben bile ona ‘hasta’ diyemem şu an, aklı gayet başında,” dedi. Ağlamaya devam ettim. Pınar hanım derin bir nefes alıp verdi ve; “Siz, ‘içine kapanık, annemle babamın ölümünden sonra böyle oldu’ demiştiniz bana. Hatta hem annenizin hem de babanızın cenazelerini sabah ilk bulan kişi Deva’ydı, yanlış hatırlamıyorsam öyle söylemiştiniz. Aslında katil olduğu için ilk bulan kişi Deva olmuş,” dedi. Dünyam başıma yıkıldı. Omuzlarım çöktü, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, elimden başka bir şey gelmiyor çünkü. Rahmi amcanın eline kapandım ve; "Ne olur, görmemi sağla Deva’yı. Bir kere de olsun görebileyim, 2 dakika izin verirler, dünyanın sonu değil sonuçta. Onu oradan kaçırabileceğim bir durumum da yok, lütfen Rahmi amca, bir şey yap, görebileyim," dedim. "Tamam kızım, polislerle bir kere daha konuşayım, sen biraz sakin olmayı dene, izin verirlerse nezarete geçer, birlikte görürüz," deyip kalktı. Pınar Hanım bana baktı ve; "Bahar, çok özür dilerim, ilk seansta üzerine çok gitmedim, sonraki seanslarda bana dökülür diye düşündüm ama seanstan önce yapacağını yaptı. Bu tarikatın gücü ne kadar, onu bilemiyorum. Belki senin hayatın bile tehlikede olabilir. Devayı bu tarikata arkadaş çevresi çekmemiş, onun beynini yıkayıp bu sapkın tarikata dahil eden kişi nişanlın Onur. Büyük ihtimalle anne ve babanızın ölümüne kışkırtan kişi de o. Hatta sizin ölümünüzü bile isteyen kişi o olabilir. Lütfen dikkat et ve nişanlından şikayetçi ol," dedi. Bir insan ömründe kaç defa yıkılabilir bilmiyorum. Kendimi şu an enkaz gibi hissediyorum. Pınar Hanım'ın anlattıklarını kulağım duyuyor fakat beynim algılamıyor, kabul etmek istemiyorum. Benim nahif içine kapanık dediğim kız kardeşim kesinlikle anne ve babamın katili olamaz. Öyle bir tarikata dahil olamaz, kim zorlarsa zorlasın o tarikata giremez. Onur'u çok severdi, çok güvenirdi, tamam ama zekidir, başkasının etkisinde yanlış işlere kapılıp gitmez diye aklımdan geçirdim. O sırada Rahmi amca seslendi bana. İzin alabilmiş, karakola girip Rahmi amca ile birlikte bir alt kata indik. Bayan polis nezarethanenin kapısının önünde, hızlıca üzerimi aradı ve telefonumu aldı. Rahmi amcayla beraber o içeri geçtik. Deva nezaretteki banka oturmuş, dizlerini karnına çekmiş, öylece bomboş karşıyı izliyor. "Deva!" diye seslendim. Başını hızlıca bana çevirdi ve; "Çok özür dilerim abla, ama girdiğim bu dipsiz kuyunun çıkışı yoktu. Lütfen benim için üzülme, annemin ve babamın yanına gideceğim. Sakın buna engel olmak için herhangi bir şey yapma," dedi. “Deva sen bu değilsin!!! Ne olur her şeyin yalan olduğunu söyle, ergenlik krizindeyim de, aklım karışıktı de, anne ve babamın ölümünü kaldıramadım de, ama katilim deme, sen yapmadın değil mi kardeşim? Annemizi ve babamızı sen öldürmedin, lütfen, yalan, yalan konuşuyorum de, lütfen," dedim. Yan yana olsak ayaklarına kapanıp yalvarırdım. Deva; "Abla, babam çok hastaydı, aklı gidip geliyordu, kendine bile faydası olmayan biriydi. Yattığı yerde üzülüp duruyordu, ölmek onun içinde, bizim için de kurtuluş diye düşündüm. Düşünmemi sağladılar. Sonra annemin kalp rahatsızlığı, derken babamın yokluğuna üzülmesi ve hırsını bizlerden çıkarması gereksizdi. Annem narsist biri, seninle de çok kavgaları oldu. Sanki babamızı biz hasta etmişiz, biz öldürmüşüz gibi başına gelen her şeyin sorumlusu bizmişiz gibi tavırları vardı. Annemin yaşaması da gerekmiyordu. Ama sen öyle değildin, sadece sana saldırdığım için pişmanım. Ömrüm boyunca bir faydam olmadı sana hep zararım dokundu bir şekilde. Hem maddi hem manevi. Bu dünyadan gitmeden son bir tavsiyem olsun, Onur'dan uzak dur," dedi. Bayan polis; “Süre doldu lütfen yukarı çıkar mısınız?" diye uyardı bizi. Yerinden bile kımıldamadan, tekrar başını karşıya çeviren Deva’ya baktım. Bu demek oluyor ki, konuşmak istemiyorum, git. Zaten konuşmak istesem polis izin vermeyecekti. Yukarı çıktım… Rahmi amca ile birlikte Onur'dan şikayetçi oldum. O sırada telefonum çaldı. Arayan Sema'ydı ve on dakika önce de Asil aramış beni. Saati yeni fark ettim sabah 08:30 olmuş. İşe gitmediğim için merak ettiler galiba. Rahmi amcama bakıp; “Rahmi amca işyerinden arkadaşım arıyor. Bir saniye bekler misin?" deyip telefonu cevapladım. Sema; "Kızım, mesaiye geç kaldın, neredesin?" "Karakoldayım Sema, gelip gelmeyeceğim belli değil. Bir yolunu bul ve beni idare et," dedim. "Tamam, ben idare ederim ama kıl kuyruğun gözü senin üzerinde, biliyorsun durumları, ne söyleyeyim? Hasta desem, raporun yok,” "Bilmiyorum, uydur bir şeyler, bir yolunu bul, ne zaman gelirim, gerçekten bilmiyorum, görüşürüz," deyip kapattım. Rahmi amca iki elini omzuma koydu, gözlerime baktı ve; "Bahar, çok zor bir durum ve belki de daha zor günler seni bekliyor. Yapma kızım, elinde bir tek işin kaldı, bari onu kaybetme. Hatta tehlikeye bile atamazsın şu durumda. Lütfen kendine gel ve bir an önce işine dört elle sarıl. Şu saatten sonra sana tek faydalı olacak şey o işin ve asla kaybedemezsin. Zaten Deva için yapılabilecek hiçbir şey yok. Olsa bile, sen değil, ben yapacağım, avukat olarak. Gelişmelerden seni haberdar edeceğim. Hadi kızım, ben götüreceğim seni işe, gel bakalım," deyip elimi tuttu. Birlikte karakoldan çıktık. Rahmi amcamın arabasına binip otele doğru ilerlemeye başladık. Yol boyunca bana nasihat etti ama şu an algılayabilecek durumda değilim. İnsanın yorgun ve üzgünken çalışmak zorunda olması, kalkıp bir şeyler yapmak zorunda olması çok zor bir şeymiş. Mutsuzluktan ölüyorum resmi ama Rahmi amcamın dediği o cümle beynimde yankılandı: "Elinde bir tek işin kaldı." Doğru, elimde bir tek işim kaldı ve ben o işe dört elle sarılmalıyım. Özür dilerim annem, özür dilerim babam, emanetinize sahip çıkamadım. # # # # # # #
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD