2.Bölüm “Dilek Tutalım”
# Dilekler Yıldızlara Emanet Edilir. Gerçekleşmeleri İçin Yürekte Umut, Adımda Cesaret Gerekir. #
Bahar Sancak…
Asil ile uyarı alalı bir hafta olmuştu. Bu arada, Ladin Oteller Grubu olarak 5 yıldızlı bir otel personeli statüsüne yükselmiştik. Bunun sonucu olarak, tüm elemanlara yeni bir sözleşme imzalatıldı. Şartlar aslında bizim için çok da ağır değildi; yalnızca, sebepsiz yere işten çıkmak isteyenlere bazı yaptırımlar uygulanacaktı. Bu hayat pahalılığında kimsenin durup dururken işten çıkacağını düşünmüyorum. Bir yerde, sözleşme aslında bizi korumak içindi.
Bu sabah da, her zamanki gibi koşturmacayla otele geldim. Resmen üç mekan arasındayım; evlenince oturacağımız ev, şu an oturduğum ev ve çalıştığım otel…
Gerçekten çok yoruluyor, çok yıpranıyorum. Onur, yükü tamamen bana bıraktı. En son otele ziyarete geleceğim söz, demişti ama bir haftadır telefonla bile zor görüşebiliyoruz.
Bahanesi de hep aynı; "Çok çok yoğunum, çok fazla yoruluyorum, beni yorma sevgilim.”
Artık bu durum beni iyiden iyiye kızdırıyor. O çok yoruluyorsa bende çok geriliyorum. Aklıma getirmek istemiyorum ama galiba yine aldatılıyorum. Bu düşünce bir türlü içimden çıkmıyor çünkü daha önce de böyle olmuştu. Aynı durumu yaşıyorum.
Tek endişem yine kendim için;
# Evlilik arifesinde böyle bir şey yaşarsam, ayrılmak gibi bir duruma cesaret edebilir miyim? #
Nedense, "Evlenince düzeliriz" düşüncesi de iyiden iyiye köreldi içimde. Artık evlendikten sonra da ihanete uğrama ihtimalim var diye düşünüyorum.
Personel odasında, resepsiyonist kıyafetlerini giydim: Siyah etek, siyah yelek yok… Otel el değiştirdiğinden beri kıyafetimiz, pantolona döndü. Bu da bizim için daha iyi oldu; daha rahat hareket ediyoruz. Siyah pantolon, siyah yelek, klasik beyaz gömlek ve boynumuzda fular ile gayet şık bir kombinimiz olmuştu.
Üzerimi hızlıca değiştirdim. Kıvırcık saçlarımı yarım bağladım. Saçlarım aşırı kıvırcık değil ama dümdüz de değil; dalgalı saçın bir tık üstü diyebilirim. Bonus kafa gibi aşırı kıvırcık değil fakat yinede bağlamazsam kesinlikle baş edemiyorum. Aslında, serbest bıraktığımda Sema saçlarımı çok beğeniyor fakat bakımı zor olduğu için bağlamaktan ya da toplamaktan yanayım.
Üzerimi giyinip, hazır olduğumdan emin olunca, otelin büyük ve görkemli girişine geçtim. Bazı ufak tefek dokunuşlar, tadilatlar yapılmaya başlanmıştı. Özellikle aydınlatmaya özel ilgi gösterilmiş, her yer ışıl ışıl olmuştu. Saate baktığımda, mesaimin başlamasına henüz 20 dakika vardı. Sema yanıma geldi, göz kırptı ve;
"Sana bir müjdem var, ama karşılığını mutlaka alırım," dedi.
“Gerçekten benim için müjdeyse karşılığını mutlaka veririm. Söyle bakalım, ne oldu?"
“Bizim kıl kuyruk Devran'ın elinden tüm yetkiler alınmış, sadece gerçek işi olan personel müdürlüğünü yapacak. Mesai saatleri, izinler, iş disiplini falan falan… Eğer onu da düzgün yapmazsa işten atılacak. İki defa ihtar almış bile. Üçüncü de otelden atılacak. Hadi gözümüz aydın, en büyük sapıktan kurtulacağız yakında," dedi.
Gözlerim parladı adeta…
"Ay, çok sevindim, gerçekten!" diye cevapladım. "Artık tüm otel çalışanları olarak rahat ederiz.”
Sema ile hem konuşup hem de makineye doğru ilerledik. İkimiz de birer kahve aldık.
O sırada, Sema'nın telefonu çaldı. Elindeki kahveyi bana uzattı, "Telefon konuşması önemli, ikisini de sen iç," dedi. Aklıma gelenle yüzümde muzip bir sırıtma ifadesi oluştu. Koşar adım otelden çıktım ve Asil'in çalıştığı ön bahçeye doğru ilerledim. Asil de yeni gelmişti, üzerinde yine gri tulumu var. İşe başlayacaktı sanırım.
"Asil!" diye seslendim, ona doğru koşarak ilerliyordum. Ama yanımda bir hareketlilik oldu, döndüğümde spor giyinmiş iki adamın bize doğru geldiğini gördüm. Ne olduğunu anlayamadım. Tekrar Asil'e döndüm, o da adamların olduğu tarafa bakıyordu. Yavaşça, adamları tekrar incelediğimde, yerlerinde sabit durduklarını fark ettim. Bize doğru gelmediler, hatta göz göze gelmemek için başlarını çevirdiler. Ne olduğunu anlamadım.
"Herkes bir tuhaf oldu zaten. Neyse sana bir müjdem var ve günaydın bu arada," deyip hemen kahvenin birini ona uzattım.
"Günaydın, ne bu neşe?" diye sordu.
Bankı işaret ettim, o tarafa doğru yürüdük.
"Senin yanına dilek tutmaya geldim," diye ekledim.
"Dilek tutmaya mı? Ne alaka?" dedi.
"Ya geçen gün seninle konuşmuştuk ya, hani çok gereksiz bir uyarı aldığımızda, Devran Bey'in tüm yetkileri alınsa gibisinden…"
"Evet, hatırladım," dedi..
"Resmen senin yanında ettiğim dua kabul oldu şimdi. Yine dua etmeye geldim işte. Dilek tutmada diyebiliriz. Bundan sonra sen benim dilek ağacımsın," dedim ve kahkaha attım.
Gözlerimi kapatıp dilek tuttum. Asil de güldü ama;
"Kabul etmiyorum, o gün gözlerini kapatıp içinden dilek tutmamıştın. Sesli şekilde söylemiştin.Yine aynı şekilde yap. Ayrıca, dilek tutma, dua et… Hadi bakalım, dinliyorum," dedi.
Ben de gülümsedim ve;
"Allah'ım, şu aklımdaki ve yüreğimde ki karışıklığı gider, atacağım adımdan emin olmak istiyorum. Bu akıl karışıklığı ile evlenmek istemiyorum. Her şey net olsun istiyorum. Bana net bir şekilde vermem gereken karar için yol göster… Çoookkk Âmiiinnn,” dedim.
Asil'in kaşları çatıldı. Yan yana oturuyoruz, ben ona yan profilden bakıyordum. Derin bir nefes aldı ve;
"Eğer aklın karışıksa, başkasının hayatına bu şekilde giremezsin. Bahsettiğin kişi büyük ihtimalle nişanlın. O insanın hayatına akıl ve gönül karışıklığı ile girip, hayatını altüst edemezsin," dedi.
"Bilemem, belki de hayatı alt üst olacak kişi benimdir. Belki de duyguları ile oynanan, kandırılan benimdir. Yani kısaca bu hikayenin masumu belki de benim ama bilmiyorum. Öğrenmeyi çok istiyorum fakat nasıl öğrenirim, onu da bilmiyorum. O yüzden aklım çok karışık," dedim.
Yüz ifadesi yine sertti Asil'in, dümdüz karşıya bakıyordu. Ben Asil'e bakıyorum hâlâ. Çözmeye çalışıyorum sanki O'nu. Sert bir ses tonu ile;
"Peki, bu hikayenin masumu gerçekten sensen ve gerçekler önüne bir bir dökülürse, doğru adım atmaya cesaretin olacak mı?"
"Emin değilim ama böyle bir belirsizlikle yaşamaktansa, bir kere cesur bir karar verip o kararın arkasında durmak daha mantıklı. Ay, hiçbir şey bilmiyorum şu an," diye cevap verdim. Kahveden bir yudum alıp devam ettim;
"Neyse, en azından sabah sabah güzel bir haber aldık bence ve birlikte bu haberin tadını çıkaralım," diyerek karton bardağımı Asil'e doğru uzattım. O da kendi kahvesini uzattı ve ‘şerefe’ der gibi bardaklarımızı tokuşturduk. Birer yudum aldık aynı anda. İkimiz de istemsizce kahkaha attık. Kahkahamızın ardından, üzerimizde bir gölge belirdi. Asil, "Dejavu," dedi.
Başımı kaldırıp baktım. Bu sefer Sema değildi gelen, Devran Bey'di… İkimiz de ayağa kalktık.
"Devran Bey???" dedi Asil.
Devran dingili;
"Sohbetinizi bölmek istemem ama, [iki elini beline koyup bana baktı] her neyin peşindeysen, vazgeç. İntikamım acı olur. Sen yokken ben vardım. O yüzden doğrucu Davut Bahar Hanım kendine gel. Beni zorlama," dedi ve cevap vermemi beklemeden gitti.
Ne demek istedi anlamadım. Asil'le önce onun arkasından baktık sonra dönüp birbirimize baktık.
Asil ;
"Şimdi bu seni tehdit mi etti, ben mi yanlış anlıyorum?" Diye sordu.
Omuz silktim ve;
"Aman, hiç umurumda değil. Yakında yine birine asılır, başka birine yakalanır, yeni bir ihtar alır ve defolup gider. En fazla bir hafta veriyorum," dedim.
Asil hâlâ sinirliydi. Bana mı sinirli, yoksa Devran'a mı sinirli olduğunu anlamadım. Galiba benim nişanlım ile ilgili söylediğim sözlere bozulmuş da olabilir. Sanırım nişanlımı sevmediğimi, mecburiyetten evlendiğimi düşünüyor.
Özel hayatımızı konuşabileceğimiz kadar samimiyet yoktu. Mesela Asil'in medeni durumu neydi? Geldiğinden beri otelin bekar ve çapkın kızları sohbet etmek için bu bahçeye geliyordu ama 20 saniyeden fazla sürmüyordu aralarında ki muhabbet. Son üç gündür de hiç bir kadın bu süs havuzunun yanına gelmedi. Ne deyip uzaklaştırdı kadınları buradan hiç bilmiyorum.
Sema bile Asil'den hoşlandı. Daha doğrusu kadınlara karşı olan seviyeli tavırlarını gördükçe ‘hayatta böyle ciddi erkekler de varmış’ dedi.
Otel lobisinin bir kısmından ve resepsiyon bölümünden Asil'in çalıştığı havuz bölümü net görünüyordu. Farkında olmadan kendimi O'nu izlerken buluyordum gün içinde bazen. Gerçekten sadece kadınlara karşı değilde tüm insanlara karşı ciddi boyutta mesafeli birisiydi. Bir haftadır doğru düzgün arkadaşlık kurmadı kimseyle. Ayak üstü bile sohbet etmedi. Benim dışımda… Benimle bu kısa sohbetleri de zaten mecburiyetten oldu.
Bahçıvan kardeş sanırım gizemli olmayı seviyor.
Asil'in elindeki karton bardağa uzattım elimi ve;
“Mesaimiz başlamak üzere. O müdürden önce ben kovulursam gözüm açık giderim. Özür dilerim Asil, benim yüzümden sende mimlendin kıl kuyruğun gözünde. Lütfen dikkatli ol, kovulma bu müdür yüzünden.”
“Sıkıntı etme beni kovamaz. Zaten yetkisi yok seni de kovamaz, kovduramaz. Keyfine bak hadi kolay gelsin. Dilek tutmak istediğinde buradayım. Bankta buluşalım.”
Gülümsedim…
“Tamam çok teşekkür ederim. Diğer kızlar duymasın eline çaput alan gelir yanına.”
“Gelemezler,” deyip işine devam etmek için arkasını döndü.
Ayy herkeste bir tuhaf bu aralar bu otelde… Bende otele doğru yürüdüm, Asil'in yanına koştur koştur gelirken bana yaklaşan spor giyimli iki adam aynı yerde duruyordu. Beni görünce yan dönüp kendi aralarında konuşmaya başladılar. Yine hiçbir şey anlamadım.
……..
Gün boyu çok yoğunduk. Gelenler, çıkış yapanlar, fiyat alanlar derken akşam olmuştu bile. Tam çıkacağım sırada telefon geldi. Aslında iki gün sonra gelecek olan bulaşık makinesi bugün gelmiş. Nasıl olduda iki gün önce geldi şaşırdım.
Sema'ya çıksam olur mu diyeceğim sırada rezervasyonsuz bir grup geldi. Bırakamadım ve çok kararsız olan bu Rus turist kafilesini ikna edip hepsine isteklerine göre oda ayarladım.
Daha sonra Onur'u aradım… Meşgule aldı ve mesaj attı;
Nişanlım Bey : Çoookkk uzun bir toplantım var. Bitince ararım seni.
Olmasa şaşardım zaten.
Rus kafile odalarına çekilince koştur koştur üzerimi değiştirdim ve otelden çıktım. Durağın olduğu tarafa giderken Asil'i gördüm. Karşı kaldırımda duruyordu. Üzerini değiştirmiş siyah pantolon ve siyah tişört giymiş. Kendiside esmer tenli biri. Siyahlar içinde baya karanlık adam tarzında olmuş. İki eli cebinde dimdik dikiliyordu. El sallayıp hızlıca ilerledim. Başıyla aldı selamımı, çok ciddi duruyordu.
Otobüse binince içimden bulaşık makinesi servisine saydırıyordum. Her şeyin geç gelmesine alışmıştım. Aslında erken gelmesi de iyi değilmiş.
Evimize en yakın durakta indim ve hızlıca eve doğru ilerledim. Yolda servisi aradım. İkinci çalışta açtı telefonu;
“Merhaba ben iki dakikaya evde oluyorum. Makineyi ne zaman getirirsiniz?”
“En fazla 20 dakika abla. Senin eve yakın yerde servisteyiz zaten. Son kurulumu yapıp geliriz.”
“Tamam kolay gelsin,” deyip kapattım telefonu.
Binaya girdim. Nefes nefese kaldım resmen koşturmaktan. Derin bir nefes alıp verdim ve evin kapısını açıp içeri girdim.
Adamlar gelmeden evi havalandırmak vardı aklımda. İçeri girince burnuma sigara kokusu geldi. Anlam veremedim. Salona adımladım kimse yok. Kahkaha sesi duydum. Önce korktum, sonrasında duyduğum sesler ile anladım az sonra karşılaşacağım manzarayı.
Yatak odası tarafına doğru adımladım. Kapıyı sessizce açtım.
Onur ve iş yerinde sarışın bomba dediği Saadet isimli kadını gördüm. Bunun yüzünden defalarca kavga etmiştik. Her kavgada çok kıskançsın ve abartıyorsun diye üste çıkmıştı. Terbiye fakiri bu kadınla oldukça uygunsuz bir pozisyonda gördüm ikisini.
Artık inkar edemesin istiyordum…
Mutfağa geçtim sessizce. Ne yapabilirim diye boş boş bakındım. Tezgah üzerinde bi sürahi su duruyordu. Zaten yenilmiş içilmiş, baya uzun toplantı yapılmış belli.
Sürahiyi alıp yatak odasına geldim, kapının önünde durdum, suyu fırlatarak olduğu gibi ikisinin üzerine döktüm.
Saadet önce çığlık attı sonra kendini yana atıp üzerini örtmeye çalıştı.
Onur'un ağzı bi karış açık kaldı.
“Allah sizin belanızı versin. En güzel günü bende yaşamış ol adi herif. Ömrünüz bahar görmesin.” deyip elimdeki cam sürahiyi de onlara doğru fırlattım.
Umarım Onur'un kafasına değmiştir, oradan da Saadet karısının kafasına sıçramış ikisinin de kafası kırılmıştır.
Nişanlı olduğumuzu biliyordu. Onun yüzünden defalarca kavga ettiğimizi de biliyordu. Ondan nefret ettiğimi de biliyordu. Uzak durmak yerine altına yatmayı tercih etmiş.
Lanet olsun ikisinede. Onur beni yine şaşırtmadı…
Korktuğum başıma geldi…