13.BÖLÜM

1645 Words
Elif sabah erkenden kalktığında ilk salona geçmişti annesinin dikiş makinesinin başında bekliyordu ama yoktu. Garip, her sabah annesi çoktan başlardı işe, makinenin başında olurdu. Mutfağa gittiğinde annesini oradaydı, masada oturuyordu, elinde çay fincanı, gözleri pencerede. Elif ona dokundu. Annesi irkildi, döndü. Yüzünde bir gerginlik vardı, gözlerinin altı şişmişti. “Günaydın kızım,” diye işaret etti. Ama gülümsemesi zorakiydi. Elif yanına oturdu. “İyi misin?” Meryem başını salladı. “İyiyim. Sadece biraz yorgunum.” Yalan söylüyordu. Elif bunu anlayabiliyordu. Annesinin elleri titriyordu, parmakları fincanı fazla sıkı tutuyordu. “Anne, bir şey mi oldu?” Meryem derin bir nefes aldı. Telefonu aldı, yazdı: “Dün akşam Ayşe abla aradı. Mahallede insanlar hâlâ konuşuyormuş. Aylin’in özür dilemesine rağmen. Bazıları senin hakkında yanlış şeyler söylüyormuş.” Elif okudu. Göğsünde bir ağırlık oluştu. Yine. Yine konuşuluyordu hakkında. Geçen gün Ayhanla yürürken o bakışları yakalamıştı gerçi. “Ne söylüyorlar?” diye yazdı. Meryem tereddüt etti. “Önemli değil kızım. Boş ver onları.” “Anne, söyle lütfen.” Meryem gözlerini kaçırdı. Yazdı: “Diyorlar ki… sen Yusuf’la bir şeyler yaşıyormuşsun. Aylin’in hayatını mahvetmişsin. Buraya geldiğinden beri mahalle huzursuzmuş.” Elif telefonu bıraktı. Elleri yumruk oldu, sonra açıldı. İçinde bir şey parçalandı, sonra toplandı, sonra yine parçalandı. “Ben hiçbir şey yapmadım,” diye yazdı. Parmakları titriyordu. “Ben sadece… sadece burada yaşamaya çalışıyorum.” “Biliyorum kızım. Ben de biliyorum.” Meryem elini Elif’in eline koydu. “Ama insanlar cahil. Görmek istemediklerini görmezler. Anlamak istemediklerini anlamazlar.” Elif başını kaldırdı, annesinin gözlerine baktı. Gözlerinde yaşlar vardı ama düşmüyordu. Sadece orada duruyordu, kırılgan ve ıslak. “Kursa gitmesem mi?” diye yazdı. “HAYIR!” Meryem ayağa kalktı. Telefonu aldı, büyük harflerle yazdı: “SEN GİDECEKSİN. SEN HAYATINI YAŞAYACAKSIN. İNSANLAR NE DİYORSA DESİN.” Elif okudu. Annesinin kararlılığı ona güç verdi. Başını salladı. Çünkü biliyordu saklansa da konuşacaklardı. Kahvaltı ettiler. Sessizce. Hazırlandı. Saçını topladı, çantasını aldı. Annesinin yanına gitti, sarıldı. “İyi dersler kızım,” dedi Meryem, sesiyle. Elif dudaklarından okudu. Kapıyı açtı, dışarı çıktı. Sokak her zamanki gibiydi. Ama bir şey farklıydı. Bakışlar. Hep bakışlar vardı. Kapının önünde duran iki kadın onu gördü. Biri diğerine bir şey söyledi. İkisi de döndü, baktı. Elif yüzlerini okumaya çalıştı ama çok hızlıydılar. Sadece bir kelime yakaladı: “Kız.” Elif başını öne eğdi, hızlı yürüdü. Ana caddeye vardığında kalabalık artmıştı. Bakkal önünde üç adam duruyordu, sohbet ediyorlardı. Elif’i gördüler. Konuşmaları kesildi, bir an. Sonra devam etti ama gözleri Elif’teydi. Elif yürümeye devam etti. Kalbi hızlanmıştı, avuçları terliyordu. Manavın önünden geçerken bir kadın ona doğru geldi. Orta yaşlı, tombul, başında tülbent. Elif’in kolundan tuttu. Elif durdu. Kadın konuşuyordu, dudakları hızlıydı. Elif okumaya çalıştı: “Sen… Meryem’in kızı… değil mi?” Elif başını salladı. Kadın devam etti. Ama çok hızlıydı, Elif çoğunu kaçırdı. Sadece birkaç kelime yakaladı: “…Yusuf… Aylin… yazık…” Elif geri çekildi. Kadının elini kolundan usulca çıkardı. Gülümsemeye çalıştı ama olamadı. Başını eğdi, yürümeye devam etti. Kütüphaneye vardığında nefes almakta zorlanıyordu. Göğsü sıkışmıştı, boğazı yanıyordu. İçeri girdi. Sessizlik. Kütüphanenin sessizliği onu sardı, sarmaladı. Elif bir sandalyeye oturdu, gözlerini kapadı. “Elif?” Gözlerini açtı. Selin karşısında duruyordu. Endişeli bakıyordu. “İyi misin?” Dudaklarını yavaş hareket ettirdi. Elif başını salladı. Yalandı ama söyledi. Selin ikna olmadı. Yanına oturdu. “Bir şey oldu mu?” Elif telefonu çıkardı. Yazmayı düşündü ama vazgeçti. Sildi. “Hiçbir şey. Sadece yorgunum,” diye yazdı. Selin okudu. Başını salladı ama hâlâ şüpheliydi. “Tamam. Ama bir şey olursa söyle, olur mu?” Elif onayladı. Kursa girdiler. Dört bilgisayar, dört öğrenci. Lale çoktan gelmişti. Elif’i görünce gülümsedi, el salladı. Elif yanına oturdu. Lale telefonu çıkardı, yazdı: “Günaydın! Nasılsın?” “İyiyim,” diye yazdı Elif. Yine yalan söylemişti. Bu aralar buna ihtiyacı vardı. Lale ona baktı. Gözlerini kıstı. “Emin misin? Yüzün solgun.” “Evet, eminim. Sadece sabah erken kalktım.” Lale ikna olmadı ama üstüne gitmedi. “Tamam. Bugün Excel öğreniyoruz. Heyecanlı mısın?” “Çok,” diye yazdı Elif. Ama değildi. Aklı hâlâ sokaktaydı, o kadının bakışındaydı, annesinin endişesindeydi. Selin derse başladı. Excel programını açtı, hücreleri gösterdi, formülleri anlattı. Elif not aldı ama zihninde kalmıyordu. Sadece yazıyordu, mekanikçe, hissiz. Lale ara ara ona baktı. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu ama sormuyordu. Mola geldiğinde dışarı çıktılar. Lale çikolata çıkardı yine, Elif’e uzattı. “Al.” Elif aldı. Açtı, ısırdı. Aklı o kadar bulanıktı ki tat bile alamıyordu. Lale yazdı: “Elif, bir şey soracağım. Ama cevap vermek zorunda değilsin.” Elif baktı. “Sor.” “Sen… insanlar seni rahatsız mı ediyor? Yani, engelin yüzünden?” Elif dondu. Nasıl anlamıştı? Nasıl görmüştü? “Neden soruyorsun?” diye yazdı. “Çünkü bugün sabah çok farklısın. Dalgın, üzgün. Ve… ve ben insanları gözlemlemeyi severim. Senin yüzünde bir şey gördüm. Acı gibi bir şey.” Elif yazmayı düşündü. Sonra vazgeçti. Sonra yine yazdı: “Evet. Biraz. Mahallede… insanlar konuşuyor. Hakkımda. Yanlış şeyler söylüyorlar.” Lale okudu. Kaşlarını çattı. “Ne gibi?” “Uzun hikaye.” “Zamanım var. Anlat.” Elif tereddüt etti. Sonra anlattı. Aylin olayını, Yusuf’u, özür dilemeyi, ama dedikodunun devam etmesini. Hepsini yazdı, uzun uzun. Lale okudu. Yüzü kızardı, öfkelendi. “Yuh artık. İnsanlar daha ne kadar cahil olabilir? Sen hiçbir şey yapmadın!” “Biliyorum. Ama onlar bilmiyor. Ya da işlerine gelmiyor.” Lale telefonu bıraktı. Elif’in elini tuttu. “Bak şimdi. Ben sana bir şey söyleyeceğim. Ve bunu iyi dinle.” Elif baktı. Lale dudaklarını belirgin kıldı, yavaş konuştu: “Sen güçlüsün. Sen değerlisin. İnsanlar ne derse desin, sen kendinsin. Onların sözleri seni tanımlamaz. Sen, sensin. İnsanlar konuşur Elif ama onlar konuşuyor diye sen kendin olmaktan vazgeçme.” Elif’in gözleri doldu. Lale devam etti: “Ben de biliyorum böyle şeyleri. Annem öğretmen, engelli çocuklarla çalışıyor. Hep anlatır. İnsanların nasıl acımasızca davrandığını, nasıl dışladığını. Ama aynı zamanda nasıl güçlü olduklarını da anlatır. Sen de güçlüsün Elif. Bunu unutma.” Elif başını salladı. Gözyaşlarını sildi. Telefonu aldı, yazdı: “Teşekkür ederim. Sen… sen çok iyi birisin.” “Ben sadece dürüstüm.” Lale gülümsedi. “Ve artık arkadaşız. Arkadaşlar birbirini destekler.” İkisi yan yana oturdular. Sessizce. Ama bu sessizlik rahattı, huzurluydu. Ders bitti. Herkes toplandı, çıktı. Elif ve Lale birlikte yürüdüler. “Şimdi ne yapacaksın, işin var mı?” diye yazdı Lale. “Bilmiyorum. Eve gideceğim sanırım.” “Benimle gelsene. Annem seni görmek ister. İşaret dili de biliyor. Öğretmenlik yaparken öğrenmiş.” Elif şaşırdı. “Gerçekten mi?” “Evet. Gel, tanış onunla. İyi gelir sana.” Elif düşündü. Eve gitseydi ne yapacaktı? Oturup annesiyle sessizce yemek mi yiyecekti? Televizyon mu izleyecekti? “Tamam. Gelirim.” Lale sevindi. “Harika! O zaman hadi, evim yakın.” ----- Lale’nin evi üç kat yukarıdaydı, dar bir apartmanda. Kapıyı Lale’nin annesi açtı. Kırklı yaşlarda, kısa saçlı, gözlüklü bir kadındı. Elif’i görünce gülümsedi. “Hoş geldin! Sen Elif olmalısın.” Dudaklarını belirgin kıldı. Elif başını salladı. Kadın elini uzattı, işaret etti: “Ben Birsen. Memnun oldum.” Elif şaşırdı. İşaret dili! Gerçekten biliyordu. “Ben de memnun oldum,” diye karşılık verdi. İçeri girdiler. Ev küçük ama sıcaktı. Raflar dolusu kitap, duvarda çocuk resimleri, köşede piyano. Birsen hanım çay yaptı, üçü salonda oturdular. Elif’e sorular sordu nereden geldin, nasıl buldun İstanbul’u, kursda neler öğreniyorsun. Elif cevap verdi. İşaretle. Rahatlamıştı. Çünkü Birsen Hanım onu anlıyordu. Gerçekten anlıyordu. Bir ara Birsen Hanım sordu: “Mahallede rahat mısın?” Elif duraksadı. Ne söylemeli? Yalan mı söylemeli? Sonunda dürüst oldu. “Hayır. İnsanlar konuşuyor. Hakkımda. Yanlış şeyler.” Birsen Haanım başını salladı. “Anlıyorum. Durumundan dolayıdır. Üzgünüm.” “Neden özür diliyorsun? Sen bir şey yapmadın.” “Biliyorum. Ama yine de üzgünüm. Çünkü insanlar bazen çok acımasız olabiliyor. Özellikle farklı olanlara.” Elif bu cümleyi görünce içi burkuldı. “Sen de mi yaşadın böyle şeyler?” Birsen hanım gülümsedi. Acı bir gülümsemeydi. “Evet. Öğretmen olduğumda, engelli çocuklarla çalışmak istediğimi söylediğimde herkes ‘neden?’ diye sordu. ‘Normal çocuklara ders versene,’ dediler. Ama ben istedim. Çünkü onlar özel.” “Özel mi?” “Evet. Onlar dünyayı farklı görüyor. Ve bu güzel bir şey. Sen de öylesin. Sen dünyayı sessizlikle görüyorsun. Ama bu seni eksik yapmıyor. Seni farklı yapıyor.” Elif’in gözleri doldu. Kimse ona böyle söylememişti. Kimse onu “özel” olarak görmemişti. Yakınları dışında birinden bu sözleri duymak ona güzel hissetirdi. Birsen hanım devam etti: “Mahallede insanlar konuşacak. Her zaman konuşacaklar. Ama sen dinleme onları. Sen kendi yolunu çiz. Tamam mı?” Elif başını salladı. “Tamam.” Lale’nin evinden çıktığında Elif iyi hissediyordu. Daha rahat, daha güçlü. Belki her şey düzelmeyecekti. Belki mahalle hep konuşacaktı. Ama artık umursamıyordu. Eve doğru yürürken ana caddeye geldi. Hava kararmıştı, sokak lambaları yanmıştı. Birkaç insan hâlâ dışarıdaydı—erkekler kahvede oturuyordu, kadınlar balkonda duruyordu. Elif onların yanından geçti. Bu sefer başını öne eğmedi. Dik yürüdü. Gözlerini kaçırmadı. Biri ona baktı, bir şey söyledi. Elif okumadı bile. Sadece yürüdü. Eve vardığında annesi kapıda bekliyordu. Endişeli yüzü Elif’i görünce rahatladı. “Neredeydin kızım? Geç kaldın.” “Arkadaşımın evine gittim. Annesi çok iyi biri. Benimle işaretle konuştu.” Meryem gülümsedi. “İyi. Çok iyi. Nasıl hissetiyorsun?” Elif düşündü. “Daha iyi. Çok daha iyi.” O gece yatağına uzandığında Elif pencereden dışarı baktı. Sokak karanlıktı ama sokak lambaları parlıyordu. Uzaktan bir köpek havlıyordu, bir araba geçiyordu. Dünya dönüyordu. Ve Elif de onunla dönüyordu. Belki mahalle konuşuyordu. Belki hep konuşacaktı. Ama artık Elif dinlemiyordu. Çünkü o artık sadece “sağır kız” değildi. O Elif’ti. Sadece Elif. Ve bu yeterliydi. ----- Elif uyumak üzereyken telefonu titredi. Ayhan’dan mesaj: “Elif, yarın müsait misin? Sana bir yer göstermek istiyorum. Çok güzel bir cafe var, seversin.” Elif gülümsedi. Cevap yazdı: “Tamam. Saat kaçta?” “Öğleden sonra üç. Seni evinden alırım.” “Tamam. Görüşürüz.” Telefonu bıraktı. İçi rahatlamıştı. Ayhan… Ayhan gerçekten iyi bir abi olmuştu. Ona hiç acımamıştı, hiç farklı davranmamıştı. Sadece… arkadaş olmuştu. Gözlerini kapattı, uykuya daldı. Ve o gece kabus görmedi.​​​​​​​​​​​​​​​​
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD