Elimde ki kirli bezi kovaya daldırıyorum. Su bembeyaz halden kahverengiye dönüşüyor.
Kristal bardakta ki yansımamı görüyorum.
Uzamış sakallarıma dokunuyorum. Şuanda bir hizmetçiden çok bir evsiz gibi görünüyorum. Bu hanımıma bir hakaret gibi algılanabilir. Biran önce traş olmalıydım.
Son bir kere sildikten sonra kovayı bodruma götürüyorum.
Odama geçip bir gömlek giyiyorum. Bugün herkesle birlikte mağaraya gidecektim. Bayan Helga bunu daha önceden söyleyip işi bırakmamı istememiş olmalı ki sonradan söyledi. Herkesten sonra ben orada olacaktım.
Bir araç beni kapıda bekliyor. Bu alışık olmadığım bir durum. İçten içe araca binmeye çekiniyorum. Yanlışlık olduğunu hissediyorum.
Biraz ilerde, çardakta Maria oturuyor. Elinde bir kedi var. Canlı bir şekilde Bayan Helga ile konuşuyor. Onun yaşama sevincine sahip olmayı isterdim. Her daim gülümsüyor ve hiçbir sorunu yok. Onda kaybolmadan önce bakışlarımı çekiyorum ve araca biniyorum.
***
Tepelerin ardında ilerlerken, uzaklarda ki dağlar daha yakın görünüyor. Bu durum hoşuma gidiyor. Onlara yakın olmak hep hayalini kurduğum bir şeydi.
Araç mağaranın girişinde duruyor. Ona teşekkür edip, mağaraya giriyorum.
Etraf birkaç saniyede bir damlayan su sesi dışında sessiz. Karanlıkta olmak hoşuma gitmese de acele adımlar atmıyorum. Ezbere bildiğim asansöre gidene kadar, Maria’nın sıcak gülümsemesini hatırlıyorum.
Asansör sayamadığım kadar çok kat iniyor. Şuan asansör düşse ve ölsem... Üzülmezdim. Yalnızca bir boşluk beni sarardı. Hayatımı boşa geçirdiğim yılların sardığı bir boşluk. Ne birine seni seviyorum diyebilmiştim. Ne de biri bana sevgiyle sarılmıştı. Sevgi vermek ve almak konusunda hiçtim. Benim gibi birinin bunun hayalini kurması bile garip ama ben - basit ve sevgiye muhtaç bir insandım. Uzun yıllar yalnızca çalışmıştım. Çalışmış. Elimde ne vardı? Arazi, ev, para. Hiçbiri yoktu. Her şey gibi maddi durumumda boşluktu.
Sonunda asansör tekleyerek duruyor. Kaba demir sesleri kulağımı incitiyor. Adamların yanına gittiğimde hızla üzerimi değiştiriyorum ve diğerlerinin yanına katılıyorum.
Saatler sonra, yemek molası verdiklerinde bile durmuyorum. Burada hiçbir şey düşünmememi sağlayan bir şey var. Onu kaybetmek istemiyorum.
Yemeklerini ileride ki masada yerlerken, tam ters taraftan bir ışık geliyor.
Onlarında fark ettiğini düşünüp bakıyorum. Ama hepsi önlerinde ki yemekle meşgul.
“Öldüm mü? “diye düşünüyorum. Korkmuyorum. Işığa gitmem gerektiğini hissediyorum. Yavaşça ona doğru gidiyorum. Ben gittikçe ışık daha da büyüyor.
Bir çukurun içine giriyorum. İleride bir kadın duruyor. Hayır. Bir tanrıça. Öyle güzel ki gözlerimi ondan alamıyorum. Hem ışığı gözlerimi yakıyor hem de kalbimi bir sıcaklıkla besliyor. Ona çekiliyorum. Adımlarımı bilerek hızlı atıyorum. Yanına gitmemi bekliyor. Bende ona yakın olmak istiyorum. Gözleri bana bakmasa da izlediğini biliyorum.
“Onu kaybedeceksin. “
“Neyi? “diye soruyorum.
Sesim bu harikalığın karşısında titremeden çıkıyor. Nasıl? Normalde sesim cılız olsa da burada yankı bularak kaba bir ses tonuna ulaşıyor. Benim sesim olmadığını hissediyorum.
“Her şeyin ama hiçbir şeyin olan kadını."
Kimden bahsettiğini anlıyorum.
“Benim olmayan birini-“
“Kaybedebilirsin. Onu yakında kaybedeceksin. “
Ona bir şey olacak diye korkuya kapılıyorum. Ağzımı açacakken, tekrar konuşuyor.
“Ölmeyecek. “ Rahatlıyorum. Öyleyse ne olacaktı? Ben düşünürken, görüntü kayboluyor. Gitmesini istemiyorum. Ama yalnızca - yok oluyor.
Gözlerimi yerde yatarken açıyorum. Tepemde onlarca siyah göz var.
“Öldün sanmıştık. “ adamlar yaşadığımı görüp işlerine dönüyorlar.
Gördüğüm hayalin etkisinde kalkıyorum. Gözlerim biraz önce yürüdüğüm yere takılıyor. Rüya mı görmüştüm?