Ağlayan Şelale

1191 Words
Güneş tenimi arı ısırmış gibi yakıyor. Yanıyorum. Ateşin içinde yürüyor gibiyim. Etrafımdakilere bakıyorum, onlarda benim gibi. Tenleri terden parlıyor. Her an bırakacakmış gibi zayıf tutuyor elleri. Yalnız değilim. Derin bir nefes alıyorum. Dakikalardır almamış gibi uzun bir soluk bu. Saniyelik olarak elimde ki çapayı bırakıyorum. Uzakta bizi izleyen adam, anında bir baykuş gibi bakışlarını bana çeviriyor. Devam etmek zorundayım. Günün sonuna yaklaştığımı düşünüp, daha güçlü çalışıyorum. Zayıf kollarım benden ayrı gibi direniyor ve tutmamı engelliyor. Kendimi zorluyorum. Diğer günler gibi. Bir beden bana çarptığında dengemi kaybedip düşüyorum. Bana elini uzatıp yardım edeceğini düşünmüyorum bile. O bir beyaz. Ben ise diğer yüzlercesi gibi siyah. Kalkıyorum ve devam ediyorum. Sonra ne kadar zaman geçti emin değilim. Bir araba geliyor. Onu tanıyorum. İçinde benim için bu dünyada ki tek değerli kişi geliyor. Botları çıkıyor önce, sonra zarifçe kendisi. Yanında babası var ama benim gözlerim onun üzerinde. Gözlerimi bu sefer ondan ayrılmaya diretiyorum. Bu toprakların ve daha fazlasının sahibi olan adamın kızı. Beni tek ilgilendiren kişi, nefret ettiğim güneşin rengi saçlara sahip, yemyeşil gözlü bir kadın. Adını dahi bilmiyorum. Onu gördüğüm ilk an kalbime bir sıcaklık doldu. Bu her zaman hissettiğimden farklıydı. Bedenim ateş gibi yanmıyordu, bir yandan yanıp bir yandan da soğuyordu. O beni görmüyordu. Ben onun için bir köleydim. Daha fazlası olmak hayalimde de yoktu. Babasının koluna girdi ve biraz ileride ki kulübeye gittiler. Enseme vurulan tokatla arkamı döndüm. Ağzında bir sigara olan adam başıyla işe devam etmemi işaret etti. Saatler sonra babasıyla çıktı. Gideceklerini düşünürken, onlar buraya geldi. Heyecanlandım. Ellerim terli olmasına rağmen daha çok terledi. Başımı çevirdim. Beni görmesini istemezdim. Utanıyordum. Birkaç adam ile sohbet ettiler. Normalde şikayetçi olsalar da onların önünde hiçbir şey söylemediler. Yalanlarının ortaya çıkması çok uzun sürmedi. Arka sıralarda ki altmışlı yaşlarda ki adam yere düştü. Ölmüştü. Kimse şok olmadı. Yalanlarını biliyor olmalılar. Hiç önemsemeden arkalarını döndüler ve gittiler. Adamı bir çuval gibi sırtlayıp götürdüler. Ondan ne kadar farklı olduğumu bir kez daha gördüm. *** Bugün tarlada çalışacak işçilerin arasında değilim. İki aylık sürecek malikanede hizmetçilik yapma hakkını kazanmıştım. Kuraya katılmayı istemesem de yaptığım için memnundum. En azından bir süre sırtım yatak görecekti. Ev tıpkı her erkeğin hayalinde ki gibiydi. Bilardo odası, spor salonu ve koca bir havuz vardı. Dışarısının dekoru gözlerimi yakmıştı. Öyle parlak ki taşların gerçek olduğuna emindim. Yine canım yandı. Sahip olamayacağım şey, gözlerimin önündeydi. Bayan Helga isimli kadının eviydi. Kocası yurtdışında çalışmaya gitmiş. Kadın geldiğim günden beri beni istemediğini belli ediyordu. Muhtemelen beyaz birini beklerdi. Yine de nezaketini bozmadan bana bir söz söylemiyordu. "Hizmetçi! Çabuk hırkamı getir. " diyor hanımım. Aceleyle masada ki hırkayı alıyorum ve koşuyorum. Ona doğru öyle bir hızla koşuyorum ki ne bastığım dallar ne de düşme ihtimalim aklıma takılıyor. Sonunda ulaşıyorum. Sudan çıkan hanımım bana bakmadan elimden havluyu alıyor. Islak bedenine sarıyor. Gözlerimi yere sabitliyorum. Onların karşısında dururken, gözlerine bakamıyorum. Gözlerim yanlış bir şey söyleyecekmiş gibi korkuyorum. Kadın eliyle geri çekilmemi işaret ediyor. Bedenime değmek istemiyor. Dediğini yapıyorum. Bu tavırlara alışmıştım. Buraya ilk geldiğimde on iki yaşındaydım. Onca yılda insanların beni sevmemesine alışmıştım. Elinde ki ıslak kıyafeti silkeliyor. Bu hareket bana bir kırbacı hatırlatıyor. Köle kampındayken sırtıma aldığım darbeler hala izini koruyordu. Tarlada yakıcı güneşin altında çalışırken unuttuğum hatıraları hatırlıyorum. Mısır'dan geldiğimi hatırlıyorum. Mısır nasıl bir yer? Gerçekten orası benim ülkem mi? İçimde ki bu kaybolmuşluk hissi anavatanıma adım atınca gider mi yoksa ben kimsesiz ve hiçbir yere ait olmayan bir köle miyim? Eski adım Mohammed. Şimdi bana Steve diyorlar. Adım değişse de kimliğim değişmiyor. Aşağı düşmeye devam ediyorum. Köleyim. İsmimi kasabanın en zengin adamından da alsam- aynıyım. Bundan önce satıldığım sahiplerinden bana birçok isim koydu. Yine de en çok Steve'i seviyorum. Mohammed ismi bana yabancı gelir. Asıl adımı kendime hiç yakıştırmam. Bana benzemez çünkü. Ben sıska ve işe yaramaz biriyim. Adımı da kasabanın en sıska insanından aldım. Düşüncelerim beni kovalarken, hanımım önümden geçti. Güneş tenime çarpıyordu. Ama tarlada ki gibi değil. Güneşe bu sefer gülümseyerek bakıyorum. Artık benim düşmanım değil. Sonra bir ses duydum. Hanımımım arkadaşları gürültülü bir şekilde geldiler. Hepsi birbirinden güzel ve yakışıklıydı. Onlarn yanında hiç yokmuşum gibi hissediyorum. İnsandan öte, erkekten öte var olmamış bir varlık. İçimde bir duygu kaynıyor. Onlar birbirine sarılırken kıskançlıkla bakıyorum. Bana kimse böyle sarılmamıştı. Birbirlerinin yanaklarından öpüyorlar. Hiç kimse bana dokunmamıştı. Eksiklik hissi beni yakıyor. Onların arasına karışıp, güneşin keyfini çıkarırken şarap içmek istiyorum. Gerçek bir beyefendi gibi hanımların ilgi odağında olmak. Bunlar birer hayal. Ve hep de öyle kalacaklar. Sonra onu görüyorum. Tarlaya gelen kadını. Şaşırdığım için biraz uzun bakıyorum oda bunu fark ediyor ve bakışları bana değiyor. Hemen başımı çeviriyorum. Birlikte masaya gittiklerinde, rahatlıyorum. Onun burada ne işi vardı? Arkadaş olmalılar. Ona bir kez daha bakmak istiyorum ama bu mümkün değil. Birkaç güne kadar tarlada onun gelmesini sabırla beklerdim. Gelip iyi çalışıp çalışmadığımızı görmesini. Buraya de kendimi zorlayıp onu hatırlamamaya çalışırım. Kaybolduğum karanlıktan beni dakikalar için uzak tutmasını istemem. Sonra alışmak daha zor oluyor. Kendimi tutamıyorum. Ona bakıyorum. Bakıyorum ve görüyorum. Sarı saçlarını, arkadaşına bakarken parlayan yemyeşil gözlerini. Bana baksa gözleri yine böyle parlar mı? Gözlerim dudaklarına kayıyor. Gülümseyen dudaklarına. Ama o beni görmüyor. Kalbim öyle hızlı atıyor ki duyup benden nefret etmesinden korkuyorum. Benim gibi birinin onu sevmesi, gururunu kırabilir. Bakışlarımı ayaklarıma sabitliyorum. Birazdan beni çağıracaklar. Buraya geldiğime ilk kez pişman oluyorum. Bakmasam bile yine onu görüyorum, ay parıltısı gülüşünü. İç çekiyorum. Şelale akıntısı yüksek sesle bağırıyor. Kalbimde ki aşk şarkısını yansıtıyor. İki beyaz kuğu yavaş yavaş yüzüyor. Sakinlikleri içimde bir yere dokunuyor. Bir kuş su içmek için konuyor. Çiçeklerin kokusunu alabiliyorum. "Hizmetçi, buraya gel." ellerimi önümde birleştirip, önüme bakarak yanlarına gidiyorum. Telaşlıyım. Ellerim terli. Bana bakacağından değil ama yine de beni görecekmiş gibi endişeliyim. "Keşke saçımı düzeltseydim." diyorum içimden. Kirpi gibi saçlarım ne kadar düzelirse... Daha önce görmediğim bir kadındı beni çağıran. Siyah saçları ve simsiyah gözleri var. Bana değişik bir parıltıyla bakıyor. Daha önce görmediğim bir şey. Ondan korkmam gerektiğini hissediyorum. "Gel bakalım." sigarasını içiyor. Çok yavaş konuşuyor. Öyle ki bu iki kelimeyi saniyeler geçtikten sonra bitiriyor. Erkekler bana bakarak gülüyorlar. Bunun bir oyun olduğunu anlıyorum. Benimle dalga geçmek istiyorlar. Gitmek istemiyorum. Koşup, saklanmak istiyorum. Ama istemesem de onlara bu eğlenceyi veriyorum. "Koluma masaj yap." çıplak kolunu bana uzatıyor. Siyah ellerimle koluna dokunuyorum. Kadın sigarasını içmeye devam ediyor. Arkadaşları çok komik bir oyun izliyormuş gibi gülüyor. "Gülmeyin!" dese de o da gülüyor. Onun da güldüğünü hissediyorum. En çok canımı yakan bu oluyor. Ellerim soğukta kalan kedi gibi titriyor. O hiçbirinden farklı değil. Kadın kasıtlı olarak kendini geri çekiyor ve elim yanlışlıkla göğsüne değiyor. "Napıyorsun sen!" bağırırken ayağa kalkıyor. "Masaj yapıyorum efendim." diye nazikçe fısıldıyorum. Kendi sesimden utanıyorum. Cılızlığım, korkaklığım. Hepsi yeni edindiğim şeyler gibi batıyor. Oysa... alışmalıydım. "Göğsüme dokundun, pis sapık." beni itiyor. "Yanılmış olmalısın Marg. O erkek bile değil. Baksana. " uzun boylu ve kaslı bir adam yanıma geliyor. Kolumu tutuyor. Sıkışı canımı yakıyor. Havaya kaldırıp, bırakıyor. İnce kolum sallanarak düşüyor. Gülüyorlar. "Kolu bir kibrit gibi!" eğilip gözlerime bakıyor. Korku beni felç etmiş gibi. Kıpırdayamıyorum. "Biraz yemek ye." kasıtlı olarak heceliyor. Beni küçük düşürmeye çalışıyor ve başarıyor. "Yoksa..." parmağını göğsüme vuruyor. "Rüzgarda uçup gidersin. Sonra ne yaparız biz?" pis gülüşünü tekrar duymak istemiyorum. Arkamı dönüyorum. Koşmaya çalışırken, benim hakkımda söylediklerini duyuyorum. Durmam gerek, geri dönmem gerek. Ama yapmıyorum. Güzel gelen şelale artık o kadar da güzel gelmiyor. Bana ağlıyor gibi duruyor. Tıpkı gözlerim gibi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD