İzmir’in soğuyan havası, evlerin içini de sessizliğe boğmuştu. Cemal Keskin, hastaneden yeni çıkmıştı. İlk kemoterapisi başlamıştı ve vücudu alışık olmadığı bu mücadeleye zorlanarak giriyordu. Evdeki hava gergin, her adım dikkatliydi. Murat, sabahları okula gidiyor, dersleri zihninde değilmiş gibi takip ediyor, sonra hızlıca eve dönüyordu.
Bir gün kapı çaldı. Annesi, başörtüsünü düzelterek kapıyı açtı. Gözlerinin önünde yıllardır görüşmedikleri dostları duruyordu: Sadık Yılmaz – Piyade Kıdemli Başçavuş – ve eşi, yanlarında da kızları… Beste.
Cemal’in rahatsızlığını duyar duymaz yola çıkmışlardı. Sadık, dostunu yalnız bırakmazdı. Yıllarca aynı birlikte görev yapmış, iyi günde kötü günde omuz omuza durmuşlardı. “İnsanın zor zamanında kimseyi yanında bulamazsa, o dostluk eksiktir,” derdi hep. Ve o sözünü tutmuştu.
Murat kapı eşiğinde belirdiğinde önce babasının sesini duymuştu:
“Oğlum, gel bak kim gelmiş.”
Murat, salona adım attığında gözleri önce tanımadığı bir genç kıza takıldı.
Uzun dalgalı saçlar, sade ama zevkli bir kombin, boynunda ince bir kolye. Gözleri Murat’ınkine değdiği anda hafifçe başını eğdi. Gülümsedi.
Beste:
> “Merhaba, Murat. Beni hatırladın mı?”
Murat, birkaç saniye durdu. Sonra kafasını hafif yana eğerek dikkatli baktı.
Murat:
> “Şey… Özür dilerim, tanıdık geldiniz ama…”
Beste gülümsedi ama içi burkuldu. Oysa o Murat’ı tanımıştı. Hem de ilk bakışta. Yıllar geçmiş olsa da yüzü, duruşu, gözlerinin içindeki ifade aynıydı. Ama Murat onu hatırlamıyordu. Oysa çocuklukları, aynı askerî lojmanlarda, aynı bayram sofralarında geçmişti. O günleri unutan sadece biriydi: Murat.
Sadık:
> “Tanımaz olur musun? Senle aynı kumsalda kumdan kale yapmıştınız. Beste bizim kız.”
Murat, hafif utandı.
Murat:
> “Tabii ya… Özür dilerim, o kadar yıl oldu ki. Değişmişsin. Hoş geldiniz.”
Beste’nin gülümsemesinde kısa bir donukluk oldu. Ama çabuk toparladı.
Beste:
> “Olsun, ben seni hemen tanıdım. Geç oldu ama yine karşılaştık.”
Salonda sıcak bir sohbet başlamıştı ama Murat’ın içinde bir huzursuzluk vardı. Beste’nin bakışları derindi. O, sadece geçmişten gelen bir tanıdık değil gibiydi. Ama Murat’ın kafası karışıktı. Özellikle Leyla’ya karşı yeni filizlenen hisleri, bu yabancı gibi görünen tanıdığın yanında sanki yok oluveriyordu.
Beste sessizce babasının yanına geçti. Cemal’in elini tuttu.
Beste:
> “Geçmiş olsun. Annem her gece sizin için dua ediyor.”
Cemal, yorgun bir tebessümle karşılık verdi.
Cemal:
> “Sağ ol kızım. Allah razı olsun. Dualarınızla ayaktayız.”
Aralarında birkaç dakika sessizlik oldu. Sonra Sadık, Murat’ın omzuna hafifçe dokundu.
Sadık:
> “Oğlum, baban bu süreçte seni yanında görmek istiyor. Biliyorum okul zor, hayat karışık… Ama bazı kararlar vakit kaybetmeden verilmeli. Hayat, ne zaman ne gösterecek belli değil.”
Murat, gözlerini yere indirdi. Babasının yüzüne bakamadı. Sanki o cümlelerin içinde bir mesaj vardı. Duyduğu ama duymamış gibi yaptığı.
Murat:
> “Anlıyorum amca.”
Sadık, konuyu fazla uzatmadı ama son sözü anlamlıydı.
Sadık:
> “Bizim eski bir sözümüz vardı Cemal’le. ‘Evlatlarımız bir gün bizim bıraktığımız yerden yürüyecek’ derdik. O gün belki gelmiştir.”
---
Misafirler çıktıktan sonra Murat pencerenin önünde durdu. Aklı darmadağındı. Beste… O ismi duyunca bile çocukluğundaki bir kuş sesi gibi hissetmişti. Tanıması gerekiyordu, ama unutmuştu. Peki neden?
O sırada Leyla aradı. Ekranda adı belirdi. Murat istemsizce gülümsedi. Sığınağıydı Leyla. O karmaşanın içinde nefes aldıran tek yerdi.
Ama artık o nefes, içinden geçmekte olan fırtınayla zorlanıyordu.
---
Beste eve dönerken pencereden dışarı bakıyordu. Murat’ın onu hatırlamamasına takılmak istememişti ama kalbine bir sızı oturmuştu. Çocukken en çok güldüğü kişi, şimdi ona “tanıdık geliyorsunuz” diyordu.
Ama onun için Murat hep tanıdıktı. Hâlâ da öyleydi.
Ve içten içe biliyordu:
“Bir gün bana döneceksin Murat… O günü bekleyeceğim.”