Leyla telefonu yatağın üzerine bıraktı, ağır adımlarla pencerenin önüne geçti. Camdan dışarı bakarken gökyüzü sanki daha karanlık, yıldızlar sanki daha uzak görünüyordu. Elini kalbinin üzerine koydu; orada, içini yakan bir ağrı vardı. Murat neredeydi? Neden onun telefonu Beste’nin elindeydi? Hani artık görüşmüyorlardı? Kafası karmakarışıktı, kalbi ise paramparça. İçinde büyüyen o huzursuzluk, gözlerine yaş olarak yansımak üzereydi.
O sırada, hastanenin soğuk koridorunda Murat elinde iki kahveyle geri döndü. Beste’ye baktı, bakışları sorgulayıcıydı. Beste tereddütle, “Leyla aradı,” dedi. Murat birden irkildi, kalbi hızla çarpmaya başladı. “Cevap verdin mi?” diye sordu endişeyle. Beste, bakışlarını kaçırarak, “Evet…” dedi.
Murat’ın yüzü gerildi, gözleri öfkeyle parladı. Sesini yükseltti:
“Ne hakla? Beste, ne yapmaya çalışıyorsun sen?”
Beste, ne diyeceğini bilemeden sustu. Sanki kelimeler boğazında düğümlenmişti. O an Sadık Bey araya girdi, sesi sertti:
“Delikanlı, kızımla bu şekilde konuşamazsın.”
Murat, acıyla gülümsedi. Gülüşü öfkeyle karışık, kırgın bir çığlık gibiydi.
“Benim babam içeride ölümle burun buruna! Kızınız ise bana destek olacağına, sevgilimle aramı bozmak için fırsat kolluyor.”
Beste’nin gözleri doldu, dudakları titredi. Sessizce fısıldadı:
“Annen aç dedi…”
Murat elindeki kahveleri sertçe sandalyeye bıraktı, telefonu aldı. Sesi kararlıydı ama içi parçalanıyordu:
“telefon benim annemin değil.”
Arkasını dönüp hızlı adımlarla çıkışa yöneldi. Ardında öfkenin, kırgınlığın ne ve çaresizliğin bıraktığı ağır bir sessizlik kaldı. Beste ise Murat’ın gidişini gözleriyle takip etti. Yüreği burkulmuştu. Dudaklarından sessizce dökülen tek bir cümle vardı:
“Ben sadece yanında olmak istemiştim…”
Koridor, herkesin suskunluğunu içine çekiyordu...