bc

Aşk, En Nihayetinde

book_age12+
194
FOLLOW
3.0K
READ
family
HE
second chance
drama
sweet
love at the first sight
like
intro-logo
Blurb

Geçmişin izlerini silmek kolay değildir. Mahir, üniversite yıllarında reddettiği Zeynep’le yıllar sonra bir görücü usulü tanışmada karşılaşır. Ancak Zeynep'in artık ona karşı hiçbir şey hissetmediğini fark ettiğinde buna çok şaşırır. İçindeki boşluk onu geçmişin karanlık köşelerine sürüklerken pişmanlıklar ve unuttuğu duygularla yüzleşir. Zeynep'i kırdığı, ona zarar verdiği için vicdanı hiç susmaz. Ama her şeyin telafisi var mıdır? Mahir, geçmişiyle yüzleşirken Zeynep’in kalbini yeniden kazanabilecek mi yoksa kaybettiği bir sevgiyi sonsuza kadar terk mi edecektir?

chap-preview
Free preview
1
Yazın gelişini, evin neşeyle doluşunu ve güzel uyku çekebildiği günlerin uzaklarda kalışını bir kere daha hissederek gözlerini açtı. Mahir Karaman, sülalesinin tüm huysuzluklarını sahiplenen biri olarak uyandırılmaktan nefret ederdi. Hele hele bağırıp çağıramadığı biri tarafından uyandırılmak çıldırtıcıydı. Yine de acımasızca sırtında tepinen kızın neşeli gülüşleri onu yerinden kaldırmayı başarmıştı. “Mahir! Uyan! Benimle oyna!” Küçük kuzeni bunu belli bir ritimle söylüyor ve sürekli tekrar ediyordu. Ellerini arkasına doğru uzatıp onu yakalamaya çalışsa da başarılı olamadı. “Tamam, uyandım işte cimcime, dursana!” Küçük tatlı belası kahkahalarla gülerek yatağa zıpladığında derin bir nefes alıp onu kollarının arasına çekti. Minik bedenini ağırlığıyla ezmemeye özen göstererek bir parça ablukaya aldı. “Şimdi seni gıdıklayacağım!” “Anne! Anne! Anne! İmdat!” O kaçmaya çalışırken kızın başının üzerini öpüp gülümsedi. Ardından kollarını açıp yataktan inmesine izin verdi. Nasıl olmuştu bilmiyordu ama evin en küçük üyesi Zehra Ela, kendi abileri yerine Mahir’e kafayı takmıştı. Sürekli yanında durmak ve onunla oyunlar oynamak istiyor, bazen Mahir onunla ilgilenmezse insanın vicdanını sızlatan gözyaşları eşliğinde küsüp saklanıyordu. Ailede böyle ufak ve sevimli bir üyeyle daha önce tanışmadığından olsa gerek Mahir kıza her türlü tavizi verip onu şımartmaya alışmıştı. Kendini tutamıyordu. O sevimli, kocaman, yemyeşil gözlere bakarak insan nasıl olumsuz bir şey düşünebilirdi ki? Yerinden kalkıp kıyafetlerini değiştirdi. Banyoya girip elini yüzünü yıkarken herkesin burada olduğunu anlamış ve yatağa dönmesinin imkânsız olacağını bildiren gürültüler kulağına ulaşmıştı. Bir yanı yokluklarında özlemleriyle dolarken bir yanının gürültüden hazzetmemesi ilginçti. Saçlarını düzeltip önce mutfağa geçti. Annesi yine döktürmüş olacaktı ki kokular bile midesinin guruldamasına sebep olmuştu. “Günaydın herkese.” Annesinden önce ablası ve krepleri çevirmek için çaba bile harcamayan sevgili dostu dönüp cevap verdi ona. “Günaydın Mahir!” Onlara bakarken gözlerini devirmemek mümkün değildi. İkisi de birbirini tamamlayan koca tebessümler, una bulanmış eller ve önlükleriyle fazla sevimli görünüyordu. Yeni evli de değillerdi hâlbuki! Niye bu aşırı neşeli hâlleri bitmek tükenmek bilmemişti ki? Ablası kollarını açınca kıza sarılıp geri çekildi. Yanağını uzatması üzerine bir kez daha gözlerini devirip iki yanağını da öptü. “Hoş geldiniz abla.” “Hoş bulduk! Çok özledim seni Mahir! Günaydın!” Yade ona bir kere daha kollarını açınca iç çekerek ablasına sarıldı. Onu sımsıkı kucaklayıp saçlarını okşadıktan sonra arkadaşına sarılmak için geri çekildi. Asaf şükürler olsun ki ablasının aksine sakindi de boğulma hissinden kısa sürede kurtulabilmişti. “Nasılsınız bakalım?” “Mükemmel. Ah, bir dakika! Asaf krep yanıyor!” İkisi telaşla işine dönerken mutfağa koşturan Zehra Ela’yı kucaklayıp bahçeye çıktı. Halası masayı hazırlıyor, babası ve eniştesi de sandalyeleri yerleştirmekle uğraşıyordu. Kardeşi ve kuzenleri ise telefonlarıyla meşguldü. Annesi henüz ondan bir iş istemediğine göre Zehra Ela ile oynayabilirdi. “Günaydın,” diyerek sandalyelerden birine oturup Zehra Ela’yı da kucağına yerleştirdi. Günaydın, demek dışında kimse onu umursamamıştı. Zira ablası, Safa Aras ve Asaf yazın eve geldiğinde Mahir’in pek önemi kalmazdı. Safa Aras, Ankara’da okuyor; ablasıyla olmanın keyfini çıkarıp İstanbul’a pek gelmiyordu. Ablası ve Asaf da çalıştığı için izinleri dışında uzun süreli ziyaretler yapmaları pek mümkün olmuyordu. Hâliyle onların eve gelmesi demek bu curcunanın da ortaya çıkması demekti. “Mahir, beni parka götür!” “Bugün olmaz cimcime.” “Mahir!” “Abi, diyeceksin prensesim.” Eniştesine aldırmayıp kıza göz kırptı. Bu onların gizli sırlarından biriydi ama Mahir, Zehra Ela’ya böyle ufak tefek şeyler için izin veriyordu. Yaptığının çocuk psikolojisi açısından zararlı olmadığını umuyor ve ileride kendi kendine onun bu alışkanlığı bırakacağını düşünüyordu. “Baba!” “Efendim prensesim?” “Ben Mahir diyeceğim!” Zehra Ela huysuzlanıp kucağından inerken kızı bırakıp bir şeylerin ucundan tutmaya karar verdi. Sofra hazırlanıp herkes yerine oturduğunda da ailenin birbirinden bağımsız konuşmalarına kulak vermeye çalışarak kahvaltısına odaklandı. Annesi, ablası ve halası gizli bir iş çevireceklerinin habercisi olan fısıltılarıyla kaşlarını çatmasına sebep olurken erkekler iş üzerine konuşuyordu. Çocukların gündemiyse sosyal medya dışına çıkmıyordu pek. Safa Aras hariçti tabii. O, sevgilisiyle mesajlaşıyordu. Mahir bu konuyu yalnız kaldıklarında onunla öyle detaylı konuşacaktı ki şimdi sesini çıkarmıyordu. “Eee Mahir, bu sene ne yapacaksın? Karar verebildin mi?” Asaf bunu sorarken elbette onun neler düşündüğünü biliyordu ama sormaktan usanmıyordu. Yalnız olsalar Mahir onu yumruklardı çünkü bu, şu sıralar, yani yaklaşık iki yıldır, duymaya dahi tahammül edemediği yegâne şeydi. “Bunu sonra konuşuruz Asaf.” Adam kaşlarını çatıp ona bakarken ablası kocasını uyarır gibi dürttü. “Asaf!” Sanki Mahir onları görmüyor ve duymuyormuş gibi adamın kulağına bir şeyler söyleyen ablasına bakıp iç çekti. Kendini tutmasa bu ev artık yuva değil*, diye sitem etmeye başlayacaktı. Mübalağa yapmayı sevdiğinden değil ama iki yıldır içindeki kaos sebebiyle bir parça saçmalama özelliği kazandığındandı. Çayının kalan yudumunu bitirip kendine ait bulaşıklarla birlikte ayağa kalktı. Mutfağa geçip elindekileri lavaboya yerleştirdi ve hazır elini bulaştırmışken tezgâhtaki bulaşıklarla birlikte hepsini durulayıp makineye dizdi. Yakında aklını kaçırdığına kesin kanaat getirecekti, sıkıntıdan ev işi yapar olmuştu. Neyi vardı böyle? Ne zaman aklını başına toplayacaktı? Besbelli bu da Mahir’in sınavıydı ama bu sınav ne zaman son bulacaktı? “Kızdın mı Mahir?” En yakın arkadaşı ve eniştesi Asaf çekingen bir şekilde yanına yaklaşırken ona aldırmadan işine devam etti. Elbette kızmıştı. Durumdan en çok rahatsız olan o değilmiş gibi insanların bunu ısıtıp ısıtıp önüne getirmesinden nefret ediyordu. Sorun şuydu ki Mahir üniversiteyi bitirdikten sonra bölümünü sevmediğini fark etmişti. İhtiyacı olsaydı elbette isteksizce de olsa bir iş arardı ama ailesinden düşünüp kafasını toparlamak için izin istediğinde kimse ona karşı çıkmamıştı. Mahir yönetici olmak istemiyordu. Ablası gibi mühendis de olamazdı. Asaf’ın işiyse onun için tam bir kaçış sebebiydi. Babasıyla ve eniştesiyle çalışmak da aklına yatmıyordu. Mahir hayattan ne istiyordu? Çocukluğundan beri kendine hedefler koyar, bunları aşamalı olarak gerçekleştirir ve hiç pişmanlık duymazdı. Üniversiteye hazırlanırken de böyle olmuştu. Okulun ilk yıllarında kendini çok da isteksiz hissetmemişti. Ne olduysa işler ciddiye bindiğinde, mezuniyet yaklaştığında olmuştu. Kendi seçtiği bölümü bitirmek istemiyor, iş arama fikrinden rahatsızlık duyuyor ve ne yapacağını bilmiyordu. Durum başta korkunç değildi. Belki her şeyden uzak kalır ve düşünürse fikri değişirdi. Ne yapacağını bulur yahut kendini ikna ederdi. Böyle düşünmüştü lakin olmamıştı. İki yıldır bomboş bir hayat sürüyor ve bu, onu içten içe çürütüyordu. Faydalı olmak istiyordu. Sevdiği işi bulmak ve en sevdiği eyleme, çalışmaya, geri dönmek istiyordu. Düzenli, planlı hayatını geri istiyordu ama temelde ne istediğini bir türlü keşfedemiyordu. Devletin ona imkân sunduğu her sınava girip çeşitli meslek dallarını araştırıyor, akademik bilgilerini unutmamak adına sürekli ders de çalışıyordu ama durum değişmiyordu. Mahir Karaman, tüm hayatını kontrol ettiğini iddia ettiği bir yerden, kendine yabancı kaldığı bir yere düşmüştü. Şimdiyse ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. İşte bu yüzden ailesi veya arkadaşı ona yardımcı olma amacıyla böyle şeyler sorduğunda kendini çıldıracakmış gibi hissediyordu. Mahir’in durumu önemsemediğini mi sanıyorlardı? Hepsine öğütler vererek çalışmaya teşvik eden kişi, bu durumu umursamıyor olabilir miydi? “Özür dilerim Mahir. Belki aklında bir şey vardır diye-” “Asaf, konuyu kapat.” İşini bitirip ellerini mutfak havlusuyla kuruladı. Arkadaşına bakarken kaşlarını çatmıştı. “Canımı sıkıyorsun.” “Biliyorum ama iyiliğini istiyorum sadece. Oturup konuşsak ya şöyle uzun uzun, ne dersin?” “Ev biraz sakinleşsin, bakarız.” Asaf ona çocuk gibi bakarken gözlerini devirdi. Ablası resmen arkadaşının genetiğini bozmuştu. O ciddi, olgun adam her geçen gün Yade Karaman gibi çocuklaşıyordu. Yakında dil çıkarıp evin içinde koşturursa şaşırmazdı. “Barıştınız mı?” Yade neşeyle içeri girdiğinde inlememek için kendini tuttu. Asaf, ablasına sarılıp gülerken “Büyüyün ve şu cicim aylarından çıkın artık, lütfen ya!” diye söylendi. “Kıskanma, biz böyle mutluyuz.” Ablası dil çıkarırken onları yalnız bırakıp mutfaktan çıktı. Odasını toplayıp dışarı çıkmaya karar vermişti. Ailesiyle olmak güzeldi lakin Asaf’ın sözleri sürekli kaçtığı düşüncelerini diriltmeye yetmişti. Belki bir bayır çıkar, bir çayıra oturup göğe bakar ve aniden aklına ne yapması gerektiği gelirdi. Kim bilir? *** Hayaller ve hayatlar çoğunlukla örtüşmüyordu. Odasını toplamış, bir duş alıp giyinmiş ve telefonunu bile yanına almadan evden çıkmaya karar vermişti. Tam kapıya yaklaştığındaysa annesi yanına gelerek o güzel yüzü, sakin ifadesi, küçük tebessümüyle tüm planlarının önüne geçti. “Canım, nereye gidiyorsun?” “Biraz dolaşayım diyordum anne.” Elini şefkatle koluna yerleştirip gülümsemesine rağmen Mahir’in yeni hâllerine karşı en büyük endişeyi onun hissettiğini biliyordu genç adam. Bu yüzden ona hayır diyebilmek daima en zoruydu. Böylesine mükemmel bir anneniz olurdu ve sizden hayatı boyunca bu kadar az şey talep ederdi de ona hayır diyebilir miydiniz? “Ablanlar yeni geldi Mahir. Hemen üzülür, biliyorsun. Bir şey dedik de kesin canını sıktık diye evham yapar.” Bilmez miydi? “Doğru. Sonra gideyim en iyisi.” Kadını kolunun altına alıp bahçedeki kalabalığa isteksizce geri döndü. Zehra Ela, babasıyla yeni öğrendiği oyunlardan birini oynuyordu. Mahir, Zehra Ela için ne kadar özel de olsa babasının yeri başkaydı tabii. Kız çocukları, ablasından da bildiği üzere, babalarına düşkündü. Asaf, gençlerle oturmuş sohbet ediyordu. Halası ve ablası da yine o şüpheye düşüren fısıltılı konuşmalarına devam ediyordu. Ailesi her zamanki gibiydi yani. “Gizli gizli ne konuşuyorsunuz siz sabahtan beri kuzum?” dedi Yeşilçam filmlerinden uyarlanmış bir ses tonuyla, annesine bakarak. Gülerek “Hiç…” diye mırıldandığında inanamayarak başını annesine doğru eğdi. “Dilem Karaman benden bir şeyler saklamaya çalışıyor, bir yaşıma daha girdim.” “Aşk olsun Mahir!” Kadın utanmış gibi kaçarken güldü. Yine onu deli edecek bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Yoksa babası bu yaz da bir arkadaşının yanında staj yapmasını mı önerecekti? Mahir adama kolay kolay itiraz etmezdi. Hatta son iki yıla kadar bir dediğini iki ettiğini anımsamıyordu. Kurallar onun her şeyiydi. Anne ve babasına nasıl itiraz ederdi ki iyi bir evlat? Sonuçta iyi niyetli oldukları her zaman bilinirdi. Fakat son zamanlarda, aradığı işi keşfetme sürecindeyken gelen birçok öneriyi utana sıkıla, kendine kızsa da geri çevirmişti. Babasının gözlerinde hayal kırıklığı görmekten deli gibi korkuyordu ama şu sıralar bir iş kabul edemezdi. Yine bir öneri olursa ne yapardı bilmiyordu doğrusu. “Abi, bir gelsene!” Kuzeni Ömer’in yanına oturup çocuğun gösterdiği oyuna dikkatle baktı. O kendini kaptırmış, nasıl oynandığını ve grupta ne kadar ileri seviyede olduğunu anlatırken içinde ufacık bir kıskançlık hissetti. Basit bir oyun da olsa Ömer de Yağız da kendini hemen kaptırabiliyordu. Elbette oyunları belirli zamanlarda oynama izinleri olması da bunun sebeplerinden biri olabilirdi ama amaçları için çabaladıklarını görmek güzeldi. “Sen de biraz oynamak ister misin?” “Yok Ömer, oyna sen. İzleyerek de yeterince eğleniyorum zaten.” Sessizce, birkaç dakika kuzenlerinin oyununu izledi. Onlar kendini oyuna tamamen kaptırdığındaysa gözlerini göğe çevirip birkaç kez iç çekti. Bu zamanlar da sahiden geçecek miydi? Mahir olduğu yeri yadırgamaya son verebilecek miydi? Hissettiği öyle korkunç bir histi ki düşünürken bile ruhu daralıyordu. Kendini amaçsız, başıboş dolaşan, gereksiz biriymiş gibi hissediyordu. İçinde hiçbir şeye karşı istek duymuyor, neye elini atmak istese boş dönüyor, bulunduğu yerde bir türlü huzura kavuşamıyordu. En sevdikleriyle olduğu şu güzel anda, içinde büyük bir minnet ve şükür çoğaltması gerekirken diliyle söylese de kalben hissetmeyi başaramıyordu. Yakında tüm aileyi kendinden uzaklaştırıp da sevgilerini yitirirse ne yapardı hiçbir fikri yoktu. *Şebnem Ferah - Ay

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
519.4K
bc

HÜKÜM

read
223.0K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.9K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook