Alıcısına kavuşamayan mektuplar birikmeye başlamıştı fakat bu, ne Mahir’in içini dökmesine ne de Zeynep’i görme, düşünme yahut onunla konuşma iştiyakını hafifletmeye yetmişti. Kelimenin hakkını veriyor; şiddetle, hâlâ onunla ilgili şeyler arzuluyordu. Bunlar kaynağı belirsiz, geçmişte yaptıkları düşünülürse bir o kadar da anlamsız lakin önlenemez isteklerdi. Geçen her gün ve yazdığı her mektupla fark etmişti ki zaman, hislerini kabullenmeye başlamasından başka hiçbir işe yaramamıştı. Artık direnemiyordu bile! Hayır, direnmeyecekti. Artık kendini kontrol etmeye çalışmayacaktı. Zeynep’i görmeli, onunla konuşmalı ve bu karmaşayı bir çözüme kavuşturmalıydı.
Bu kez kararlıydı. Gerçekten. Şaşılası bir şekilde kararlıydı. Zeynep Kahraman’ı bulacak ve ona aklından geçenleri bir bir anlatacaktı. Hatta mümkünse mektupları eline tutuşturacak ve Zeynep okuyana dek ağzını dahi açmayacaktı. Şüphesiz yazdıkları söyleyebileceği her şeyden daha nitelikli gelirdi. Derdini anlatmakta daha başarılı olurdu.
Ama nasıl?
Günler geçip gidiyordu lakin hâlâ bu sorunun bir cevabı yoktu. Mahir kimsenin yardımı olmadan onu bulamayacağını adı gibi biliyordu. Ya Yade Karayel’i bu işe dâhil edecek ve ömrünü bunun pişmanlığı altında kendine kızarak geçirecekti ya da Ali ile konuşacak ve kendini arkadaşlarına rezil rüsva edecekti.
Mesele gururu değildi. Mahir, Zeynep’i ne kadar incittiğini bilirken kendi gururunu düşünmeyeceğini biliyordu. Zamanında nasıl kızın gururunu düşünmediyse şimdi de buna kendi için yeltenmeye hakkı yoktu. Onun derdi seçeneklerden hangisine yönelirse yönelsin konunun kapanmayacağını bilmekti. Ablası da Ali de asla ama asla Mahir’i kendi hâline bırakmazdı. Sorular sorar, neyin değiştiğini bulmak için peşinde dolanır, Mahir’in sinirlerini iyiden iyiye bozar hatta daha o Zeynep’in karşısına çıkmadan kızı bulup konuşmaya çalışabilirlerdi. Bu bir facia olurdu.
Bir seçenek daha vardı, diğerlerinden daha kolay sayılırdı ama Mahir bunu nasıl göze alacaktı?
Zeynep’in telefon numarasını elbette biliyordu. Sosyal medya hesaplarından da ona ulaşabilirdi. Bunu yapabilirdi tabii ama yapamıyordu. Telefonunu eline alıyor ve artık ezberlediği numaraya bakarak kara kara düşünüyordu.
Arasam mı? Mesaj mı atsam? E-posta mı göndersem? Okuluna kargo mu yollasam? Okulun önünde belki gelir umuduyla mı beklesem? Ablamı mı arasam? Ali’yi yok sayıp Ceylin’e mi ulaşsam?
Onlarca fikir zihninde dönüp duruyordu ama hiçbiri Mahir’e doğru olanmış gibi gelmiyordu. Ne istediğini bilmiyordu ama bunları istemediğini adı gibi biliyordu. Tuhaftı, yorucuydu ama böyle düşünüyordu.
Böyle olunca vazgeçmeyi aklına getiriyor sonra da kalp atışlarının hızlandığını ve uzun zamandır ona uğramayan öfkesinin kanını kaynattığını hissediyordu.
O kız var ya, bizim bölümden Mete ile görüşüyormuş.
O, senin peşinde koşardı, garibim Mete de uzaktan sizi izleyip dertlenirdi.
Belli ki aklını kaçırıyordu. Aksi hâlde kendiyle bu denli çelişmesini nasıl açıklayabilirdi ki?
Telefonunun sesi düşüncelerini bölerken derin birkaç nefes alıp ekrana baktı. Bakmasa da ablası olduğunu tahmin etmek zor değildi. Tabii görüntülü arama yaptığını da…
“Efendim abla?”
Telefonu kendinden bir parça uzaklaştırırken tek derdi ablasının onu rahatlıkla görebilmesini sağlamaktı. Aksi hâlde dakikalarca onu yönlendirir ve istediği konuma getirmek için delirtirdi.
“Mahir! Nasılsın canım?”
Kızarmış yanakları, neşeli gülüşü ve enerjisiyle Yade Karayel karşısındaydı. En büyük zaaflarından biri... Eskiden de ablası evin neşesiydi ama Asaf hayatına girdiğinden beri kadın daha da mutlu, huzurlu ve anaç biri hâline gelmişti. İmkânı olsa Mahir’i bir battaniyeye sarıp kollarında sallardı, bundan emindi.
“İyiyim abla, sen nasılsın? Safa Aras ve Asaf nerede?”
“Buradayım Mahir.”
Asaf’ın sesi ve bir şeylerle uğraştığını düşündüren tıkırtılar kulağına ulaşırken gülümsedi.
“Safa Aras arkadaşlarıyla maça gitti. Ben de Asaf’a dedim ki Mahir’i arayalım, annemler varken rahat rahat sorguya çekemiyorum.”
Doğru ya, nasıl unutmuştu Mahir bunu?
“Peşini bırakacağımı mı sanmıştın yoksa?”
Yade kaşlarını oynatarak gülerken “Ne haddime!” dedi usulca. Elinde olmadan o da gülmüştü. “Sor bakalım sorularını.”
“Özel dersler nasıl gidiyor?”
“Aslında güzel. En azından henüz boğuluyormuşum gibi hissetmedim.”
“Bu güzel bir haber... Belki biraz daha zaman geçince içinde bir istek canlanır.”
“Belki.” Derin bir nefes alıp ablasına sevgiyle gülümsedi. Çok söyleniyordu ama aslında onu gerçekten özlüyordu. Bu gidişi üniversiteye gidişinden çok daha farklıydı ve yokluğuna gittikçe alışması gerekirken aksine ablasını daha çok özlediğini düşünüyordu. En temelde Mahir biliyordu ki ne Asaf ne diğerleri ona ablası kadar yakındı. Mahir’in ilk arkadaşı ablasıydı, her zaman öyle olmuştu. “Sen nasılsın? Bebek nasıl?”
“Ben çok iyiyim, hiç merak etme. Annemlere de tembihle. Düzenli olarak doktora gidiyorum, beslenmeme ve dinlenmeye de özen gösteriyorum. Zaten Asaf’ı biliyorsunuz, imkânı olsa beni yataktan çıkarmaz.”
“Doğru.”
Asaf elinde bardaklarla Yade’nin yanına yerleştiğinde sözlerini ispatlar gibiydi.
“Görüyorsun ya, meyve suyumu bile elleriyle hazırlıyor.”
Ablası çenesini kaldırıp bardağı dudaklarına götürürken istemsizce güldü. Hiç büyümüyordu, hiç.
“Aferin Asaf, iyi koca oldu senden.”
“Mahir...”
“Kötü bir şey demiyorum, hemen kızma. Sen nasılsın?”
“İyiyiz biz, merak etmeyin. Her zamanki gibi işe gidip geliyor, Safa Aras ile ilgileniyor ve şimdi bir de bebek için hazırlık yapıyoruz. Hiçbir sorun yok.”
Bir süre daha konuştular. Ablasının aile hakkındaki sorularını da cevapladıktan sonra telefonu kapatmaya niyetlendi lakin Yade sanki bir sırrı paylaşıyorlarmış gibi fısıltıyla konuşarak ekrana yaklaşırken Mahir de istemsizce duraksadı.
“Mahir, biliyor musun ne oldu?”
“Lütfen bana falancanın kızı İstanbul’a gelmiş, diye başlayan bir şey söyleme abla. Yalvarıyorum sana.”
“Yok canım, falancanın kızı da kim?” Yade Karayel kibirle çenesini kaldırıp gözlerini kıstığında sakince bekledi. “Zeynep, İstanbul’a dönmüş. Tatilin sonuna geldik diye bir fotoğraf paylaşmış da...”
Son kelimeleri söylerken sesleri uzatmıştı, sırf Mahir’i delirtmek için.
“Hım...” diyebildi sadece, yutkunup gözlerini kaçırdı.
“Bilmiyorum, ilgini çeker mi ama...”
Kaşlarını kaldırıp susarken nasıl da keyifliydi kadın? Sırf Mahir ilgisini belli etsin diye ona işkence ediyordu resmen.
“Ama?”
“Sanırım nerede yaşadığını da bu fotoğrafla öğrenmiş oldum.”
Ağzı açık kalmıştı. Geçen birkaç saniye boyunca kendini toparlamak için uğraştı lakin boşunaydı. Nasıl her şey böyle üst üste gelebilirdi? Hadi gelsin ama onun hayatında bunlar genelde olumsuz şeyler olurdu. Tam aradığı şey öylece karşına çıkmıştı şimdi. Bir çaba bile göstermeden… Bu mümkün müydü?
“Bakıyorum bu konu ilgini çekti sevgili kardeşim.”
“Abla...” Mahir tek elini dizine bastırıp soluklandı. “Ben şimdi kapatayım, olur mu?”
“Peki canım. Sana mesaj atarım. İyi geceler!”
“İyi geceler.”
Asaf gülerek sözlerini tekrarladığında telefonu kapatıp bilgisayarının başına koştu. Sakin olmak için uğraşıyordu ama merakını dizginleyemiyordu. Kızın son paylaşımını gördüğünde derin bir nefes alıp arkadaşına sarılarak poz veren Zeynep Kahraman’ı inceledi. Bronzlaşan ve mümkünmüş gibi daha da güzelleşen cildine, yüzünü saran samimi tebessüme, sinirlerini bozması gerekirken kalp atışlarını hızlandıran kırmızı elbisesine, dudağının kenarını süsleyen gamzesine bakıp soluklandı. Aradığı işte oradaydı. Daha birkaç saat önce çekilmiş fotoğrafıyla tatilinin bittiğini haber veriyordu. Mahir’in onu bulması için başka bir cesaretlendirmeye daha ihtiyacı mı vardı?
Telefonu titrediğinde ablasından gelen mesaja baktı.
“Fotoğrafta etiketlediği konuma baktım. Belki bu Zeynep’in adresi değildir, bilemiyorum ama bana öyleymiş gibi geliyor.”
Mesajın sonuna eklediği adres tanıdıktı. En fazla kırk dakikasına mal olacak bir mesafedeydi. Mahir oraya gidebilir, etrafa şöyle bir bakınabilir ve Zeynep’le belki de tesadüfen karşılaşabilirdi. Bu hepsinden iyi olurdu. Zeynep belki öyle şaşırırdı ki onu kovmayı akıl edene dek Mahir konuşmayı başarırdı. Çünkü arasa yahut mesaj atsa ve Zeynep onunla görüşmek istemese Mahir ne yapacağını bilmiyordu.