16

975 Words
Zeynep Kahraman umutsuz bir romantikti, en azından bir zamanlar. Mahir Karaman kalbini paramparça edene kadar… Bugüne kadar birçok zor iş başarmış olmasa da bu durumu bir şekilde idare ettiğini düşünmüştü. Her zaman güçlü olmaya, dik durmaya ve hayatı zorluklarıyla kabullenmeye çalışırdı. Neşesini yitirmez, enerjisini kaybetmemek için uğraşır ve başına gelen tüm kötülüklere karşı yüzünde bir tebessüm bırakmak için kalbini zorlardı. Mahir Karaman, onun en büyük istisnasıydı. Nasıl ki ona âşık olduğunda her şeyi değiştirmiş ve nasıl onu kırdığında tüm gücünü çekip almışsa şimdi karşısına çıkıp konuşarak da bunu başarmıştı. Zeynep artık onu unutmak için harcadığı tüm enerjinin çöpe gittiğini biliyordu. Titreyen eli ve acıyla sıkışan göğsü, bunun en büyük ispatıydı. Hâlâ arkasına dönebileceğini ve attığı bu anlamsız adımları bir dakika bile koşmadan geri alabileceğini haykıran aklı da öyle… Şimdi arkasını dönüp adama koşarsa biliyordu ki onu bir daha bırakması için kovması dahi fayda etmezdi. Kalbi böyle gurursuzdu işte, Zeynep değil. Katiyen Zeynep değil. Kendiyle olan savaşını bitirmek adına sokağın başına geçip taksi beklemeye başladı. Gelen ilk boş taksiye bindiğinde yenilmesine ramak kalmıştı fakat nihayet arabanın arka koltuğuna oturup adresi verirken adamı arkasında bıraktığını biliyordu. Kendiyle çelişerek gözyaşları eşliğinde çantasından çıkardığı kitabı göğsüne bastırdı. Sessiz olmak istese de arada hıçkırıklar boğazını zorluyor, burnunu çekmek ise kaçınılmaz oluyordu. “İyi misin kızım?” Yaşlı şoförün sesiyle üzüntüsü şiddetlense de kendini gülümsemeye zorladı. “İyiyim, sağ olun. Sizi rahatsız ediyorsam özür dilerim.” Taksici gülümseyerek “Olur mu hiç öyle şey?” diye mırıldandı. Şoföre, geri dönüp Mahir’e gitmek istediğini söylese ne düşünürdü acaba? Taksici bey amca, ben onca yılın ardından Mahir’i unuttum sanıyordum ama gidip boynuna sarılmamak için kendimle savaşıyorum şu an; biliyor musun? Eve ulaştığında taksiciye parasını uzatıp arabadan indi. Neyse ki kendine ve kalbine yenilmemişti de adamın varlığından olabildiğince uzaklaşabilmişti. Şimdi Mahir hâlâ orada mıydı, değilse nereye gidecekti bilmiyordu. Artık kendine yenilse de önemi kalmamıştı. Apartmana girip ruhsuz adımlarla merdivenleri çıktı. Ev arkadaşı bugün geç gelecekti, oysa Zeynep bugün yalnız kalmak istemiyordu. Gözleri dolu dolu üçüncü kata ulaştığında çantasını karıştırıp anahtarını buldu. Bir yandan da kitabı göğsüne bastırmaya çalışıyor, dengesini kaybetse de inatla onu elinden bırakmayı reddediyordu. Mahir Karaman yine yapmıştı yapacağını. Zeynep onun gözlerindeki ciddiyeti, sesinin ona has sakin tonunu, yüzündeki anlamsız yorgunluğu düşünerek tekrar ağlamaya başladı. Büyüdüğünü sanmıştı, onu unuttuğunu ve artık güçlü olduğunu… Ablası Yade ısrarla adamla konuşmasını söylediğinde bu yüzden kaçmak istememişti. Artık güçlüydü ve Mahir’in bunu görmesini istemişti. Yıllar önce kalbini kırdığı kız olmadığını, onu görünce kendinden geçmeyeceğini göstermek istemişti. Oysa tek yapabildiği yine adamı izlemek olmuştu. Gözlerini bir an yüzünden ayırmamayı dilerken yutkunarak sesinin tüm anlamlarına ulaşmayı arzulamıştı. Demek ki hâlâ zayıftı, hayal büyüyememiş, akıllanmamıştı. Odasına ulaştığında kendini hediyeyle birlikte yatağına bırakıp daha çok ağladı. Uzun uzun, içinde biriken her şeyi dışarı atmaya yetecek kadar ağladı. Mahir’in yüzünü, mutsuz ve huzursuz bakan gözlerini, kendine olan güvenini yitirmiş gibi çöken omuzlarını, özrünü ve elini sıkarken ki hâlini düşünerek uzun süre ağladı. Bu kadar kolay olmasından nefret ediyordu. Aradan geçen zamana rağmen kalbinin değişmemiş olmasından, onu görünce yine kaybolmuş olmaktan nefret ediyordu. Daima farklı olacağını düşünmüştü. Arada bunu hayal ederek hayata tutunmuş, tekrar Mahir ile karşılaştıklarında ona tepeden bakıp umursamadığını kendine de ona da göstereceğine dair söz vermişti. Şimdi hepsinin boşa olduğunu anlıyordu. *** Ağlarken uyuyakalmıştı Zeynep. Huzursuz bir uykunun ardından uyandığında akşam olduğunu fark edip arkadaşına seslendi ama anlaşılan Nurgül hâlâ gelmemişti. Paketini bile açmadan sarıldığı hediyeyi yatağın üstünde bırakıp banyoya girdi. Duş alıp kendini iyi olduğuna ikna etmeye çalıştı ve Mahir’i düşünmemek için aklından saçma sapan şeyler geçirerek oyalandı. İzlediği filmleri, okuduğu kitapları, bildiği replikleri ve nihayetinde alfabeyi ve doğal sayıları içinden tekrarlayacak kadar zorlandığı dakikaların ardından bir kahve yapıp odasına döndü. Mahir’in hediyesi karşısında duruyor, baktıkça kalbini daha çok kırıyordu. Neden, neden, neden karşısına çıkmıştı ki sanki? Zeynep bunca çabayı boşuna mı göstermişti? Bunca yıl onu unutmak için çektiği acılardan sonra nasıl olur da onunla konuşmaya çalışırdı? Dudaklarını bükerek yine onu düşündüğünü fark etti. Daha fazla ağlamak istemiyordu. Bu yüzden hediyeyi açmaya karar verip yatağına oturdu. Bardağı çalışma masasının üzerine bırakıp paketi eline aldı. “Ufak bir hediye aldım senin için…” demişti Mahir. Gerçekten de gidip Zeynep’e özel bir kitap mı seçmişti? Ama neden? Sadece özür dilemek için miydi? Yoksa nezaketen mi almıştı bu hediyeyi? Paketi açıp yıpranmış kitabı elinde çevirdi, ilk sayfasını açıp kargacık burgacık el yazısını gördü ve bir an kalbi panikle atmaya başlasa da hayal kırıklığı satırların sonundaki tarihe bakarken heyecanının yerini aldı. Anlaşılan bu kitabı bir sahaftan almıştı Mahir. Yıllar önce birinin, başka biri için aldığı bir hediye olmalıydı. Kahvesine uzanıp minik bir yudum aldı. Ardından yere oturup sırtını yatağına yasladı ve kitabı okumaya başladı. Belki ona belli etmemek için elinden geleni yapmıştı ama kendine yalan söylemesinin bir anlamı yoktu. Zeynep Kahraman, ilk görüşte âşık olduğu, uzaktan gördükçe daha çok sevdiği ve hayatı boyunca hiç yapmadığı bir şey yapıp duygularını itiraf ettiği Mahir Karaman’ı hâlâ unutamamıştı. Mahir asla duygularını önemsemese ve Zeynep’i hayatında görmek istemediğini gayet açık bir şekilde belli etse de kalbi değişmemişti. Aradan onca zaman geçmiş, Zeynep değiştiğine inanmış ve gözden ırak olanın gönülden ırak olacağını umarak hayatına devam etmişti ama sonuç ortadaydı. Kalbi aptaldı ve hiçbir şey onu Mahir’e olan aşkından uzaklaştıramamıştı. O hâlde şimdi tek yapabileceği şey kitabı okumaktı. Belki onun yerinde bir başkası olsaydı kitabı camdan aşağı fırlatırdı ama Zeynep bu kadar gözyaşının ardından kendini kandırmaya çalışacak takatten yoksun olduğunun farkındaydı. Bu yüzden derin bir iç çektikten sonra kitabın ilk bölümünü açtı. “Dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir, hali vakti yerinde olan her bekâr erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı vardır. Böyle bir erkek yeni bir muhite ilk adımını atarken ne hissediyor, ne düşünüyor, kimse bilmez, ama bu gerçek civardaki ailelerin aklına öyle yerleşmiştir ki onu kızlarından birinin ya da diğerinin tapulu malı sayarlar.”[1] [1]Jane Austen, Gurur ve Önyargı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2016. Y.N: Ne yazık ki benim elinde böyle kıymetli bir eski baskı yok, o yüzden güncel bir baskıdan alıntı eklemek zorunda kaldım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD