Zaman başlangıçta bunaltıcı derecede yavaş geçmiş, günler haftalara dönüşürken Zeynep eski rutinine ve yoğunluğuna kavuşmuş ve nihayet zamanın hızlandığını hissetmişti. Bu his onu canlı tutuyor, hayatının kıymetini bilmesini sağlıyordu. Ne olursa olsun zaman geçmeye devam ediyordu. Acı çekiyor dahi olsa bu acının içinde çakılı kalmak zorunda değildi. Ağlar, rahatlar ve hayatına devam ederdi. Hep yaptığı gibi…
Okullar açılmış, eylül ayı bitmeye yaklaşırken sonunda yeni sınıfıyla bir düzen kurmaya başlayabilmişti. Zeynep çocukları tüm kalbiyle, olabilecek her şekilde severdi. Ne zaman bir çocuk görse mutlu olur, tüm çocukları güvende tutmak ve mutlu hissettirmek isterdi. Bu yüzden mesleğini çok seviyor, çalıştığı her gün onu hayata bağlıyordu. İleride kocaman bir ailesi olmasını, çocuklarını ve hatta torunlarını da böyle sevip mutlu etmeyi hayal ediyordu.
Bu yüzden başta zorlanmış olsa da Mahir’i düşünmemeye, mektupları eline alıp durmamaya ve her şeyi arkasında bırakmaya çalışmıştı. Pek başarılı olduğunu düşünmüyordu, zira mektupları okumamış olsa da adamın sözlerine itimat etmediğinden her hafta parka gidip onu uzaktan izlemişti. Bir gün gelmeyeceğini, vazgeçeceğini, sıkılacağını ve kararını değiştireceğini düşünüyordu lakin Mahir Karaman, ne sebeple olduğunu bilmese de, gelmeye ve onu beklemeye devam ediyordu.
Duruşu aynıydı. Elinde mutlaka bir kitap oluyordu. Saçının uzunluğu, kıyafetleri ve ayakkabısı değişiyordu. Geri kalan her şey, her hafta kendini tekrar ediyordu. Bittabi, Zeynep de onu izlediği köşede saklanmayı sürdürüyordu.
Ama mektupları okumamıştı, bu da bir şeydi.
Nurgül onunla gurur duyduğunu söylüyordu. Mete’yi reddettiği için Zeynep’e biraz kızgındı, sebebinin Mahir olduğunu adı gibi biliyordu ama mektupları okumadığı için onu her seferinde takdir ediyordu.
“O uğursuz adam yüzünden oluyor tüm bunlar! İlk buluşmanızda da karşına çıkıp seni şaşırtmamış mıydı?”
İşin aslı bu doğruydu, uğursuz kısmı hariç tabii. Sorun Mahir’in uğursuz olması değil, Zeynep’in onu hâlâ önemsiyor olmasıydı. Belki ondan kaçıyor, kaçınıyor, saklanıyordu lakin kalbi adama bu denli bağlıyken bunların ne önemi vardı? Mete harika bir insandı, ona değer veriyordu ama aptal kalbi adama böyle saplantılıyken bunların ne önemi vardı?
Yine de mektupları henüz okumamıştı. Daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu ama bu da bir başarı sayılırdı.
***
Elindeki kitap bittiğinde arkasına yaslandı, gözlerini kapatıp soluklanarak yüreğinin yatışmasını ve kelimeleri hazmetmesini bekledi.
Ne zaman buraya, Zeynep’i beklediği yere gelse yanında onu en az iki saat öylece beklemeye itecek bir kitap getiriyordu. O gelmedikçe, onu beklemek her geçen gün biraz daha azap verdikçe bunu yapmaktan bıkması gerekirdi. Artık sözünü isteksizce tutması gerekirdi belki de. Oysa Mahir onu anlıyor, sabrediyor hatta her seferinde daha sabırsız bir şekilde parka geliyor, her seferinde elinde daha kalın bir kitap tutuyordu.
Gelecekti. Geleceğini biliyordu.
Tüm kalbiyle buna inanmak, bu umuda tutunmak istiyordu.
Zeynep bir gün onu anlayacak ve gelecekti.
Geçirdiği sessiz saniyelerin ardından oturduğu yerden kalktı. Bir süre parkın etrafında yürüyüp otobüs durağına geçti. Bu akşam da özel ders verecekti. Bu işin devamlı olamayacağını biliyordu ama hem kafasını boşaltmasını sağlıyor hem de onu bildiklerini hatırlamaya sevk ediyordu. Daha da iyisi bunaltmıyor, yormuyordu. Bir süre daha derslere devam edebileceğinden emindi.
Dersin ardından eve döndü. Saat sekizi geçmişti, arkadaşları akşam yemeği için onların evindeydi. Mahir’in “eskisinden de tuhaf” olduğunu düşündükleri için kendilerini zorla davet ettirmişlerdi, daha doğrusu bunu yapan Ali’ydi. Hoş, onların evinde misafir daima sevinçle karşılanırdı. Hele de çocuklardan birinin arkadaşları gelecekse Dilem Karaman’ın keyfine diyecek olmazdı.
Herkes yemeğini bitirdiğinde birlikte masayı ve mutfağı toplayıp temizlediler. Ali’nin kendini güçlükle tuttuğunu, her an bir pot kırabileceğini bildiğinden bahçeye çıkmayı kendi teklif etmişti. Birkaç gündür onu arayıp duruyor, son günlerde niye tuhaf davrandığını bilmek istiyordu. O kadar ısrarcıydı ki Mahir’in sabrı dahi taşmıştı. Kimseyle konuşmak istemese de belli ki onlarla konuşmak zorundaydı.
“Sonunda yalnız kaldık! Dilem teyze varken ağzımdan kaba bir söz çıkacak diye ödüm koptu!”
Ali önündeki meyve tabağından bir şeyler atıştırırken bir yandan da heyecanla konuşuyordu.
“Boğulacaksın oğlum, yavaş.”
Semih başını iki yana sallayarak arkadaşını uyardıktan sonra Mahir’e döndü. “Hayırdır Mahir? Neyin var dostum?”
“Bu ikiliye katılacağım aklımın ucundan bile geçmezdi ama gerçekten beni bile endişelendiriyorsun Mahir, bir sorun mu var?”
O çok sakin dostu, onun kadar sakin olan Burak da endişelendiğine göre Mahir hislerini onlara sandığından daha fazla belli etmiş olmalıydı. Aslında mutsuz, huzursuz değildi. Çoğunlukla çaresizdi. Sessiz ve çaresiz… İçinde konuşmaya, neşelenmeye dair en ufak bir arzu barındırmıyordu. Birazcık enerji bulacak olsa bunu zaten Zehra Ela’ya saklıyor, nihayetinde yine kendi içine dönüyor ve bekliyor, bekliyor, bekliyordu.
“Sorun yok,” diye başladı. Gözlerini ellerine çevirmişti. “Sorun, benim. Yaptığım aptalca şeyler.”
Ali ağzı dolu olmasına rağmen bir an kendini tutamayarak haykırdı. “Ne yaptın?”
Semih tiksintiyle ona bir peçete uzattı. “Allah aşkına düzgün ye şunları!”
“Pardon.”
O temizlenirken Mahir istemsizce güldü. Böyle çocuksu birinin onlardan büyük olması ve gelip Mahir’i sorguya çekmesi aslında gerçekten komikti.
“Ben bir ahmağım.”
“Eee?”
“Ali, biraz sessiz olur musun?”
“Bir şey mi dedik oğlum?”
Arkadaşları atışırken boğazını temizledi. “Her şey ablamın tuhaf isteğiyle başladı, sanırım. Benden evliliğe uygun gördüğü kızlarla görüşmemi, evlenebileceğim birini bulmamı istedi. Daha çok bunu diledi de diyebiliriz.”
Ali yine kendini tutamamıştı. “İyi de bunu biliyoruz zaten.”
“O buluşmalardan birinde...” Mahir sıkıntıyla soluklandı. “Zeynep’i gördüm. Tam da onun gibi görünen, bana onu hatırlatan biriyle görüşürken.”
“Yok artık!”
Semih öfkeyle Ali’nin omzuna vurup adamı susturduğunda Mahir devam etti. “Bir an geçmişi unutmuş gibi oldum. Ondan kaçan, saklanan, kurtulmak isteyen ben değilmişim gibi. Ve kendime engel olamadım. Tüm görüşme boyunca ona bakıp durdum. Bir şeyler farklı, tuhaf geliyordu. Ne olduğunu anlayamıyordum. Sanki Zeynep’i daha önce tanıyormuşum da o artık değişmiş gibiydi.”
Mahir daha fazla konuşmak istemiyordu. Düşünmek istemiyordu. Tek istediği eline bir kitap almak ve sesli okuma yapmaktı.
“Bu yüzden o lavaboya giderken onu takip ettim. Sadece selam vermeyi düşünüyordum. Çok anlamsızdı ama kendime engel olamadım ve karşısına çıktım. Sonra onunla konuştuk. Ve ben bir şey fark ettim.”
“Ceylin bunları duyunca aklını kaçıracak.”
Burak inleyerek Ali’ye döndü. “Allah aşkına beş dakika sus.”
“Tamam, tamam, bir şey demiyorum.”
“Yıllar önce benimle konuşmak istediğinde Zeynep’i gerçekten incittiğimi o gün fark ettim. Belki de beni anlamayacaksınız, biliyorum ama o zamana dek bunu gerçekten anlamamıştım. O zamanlar tek istediğim ondan ve sizin saçma sapan yorumlarınızdan kurtulmak, insanların hakkımda konuşmasına bir son vermekti.”
Semih kaşlarını kaldırırken şaşkın görünüyordu. “E özür dileseydin o zaman?”
“Diledim.”
“Ama?”
“Ama yine de rahatlayamadım. Onu düşünüp duruyordum. Düşünmek istemesem de düşünüyordum.”
“Yok artık!”
Ali’nin nidası hislerinin tüm anlamsızlığını nasıl da özetlemişti.
“Ona mektuplar yazdım.”
“Ne?”
Burak da sesini yükseltmişti şimdi.
“Ve sonra sen bana Mete’yle görüştüğünden bahsettin.” Mahir kaşlarını çatarak Ali’ye dönmüştü. “Bunu duyunca Zeynep’i bulmaya karar verdim ve sonunda onu buldum. Hâlâ benimle konuşmak istemiyordu. Ama sonunda mektupları almasını sağladım. Beni anlamasını istedim. Fikrini değiştirip benimle konuşmak isterse diye ona telefon numaramı verdim, her hafta onu bulduğum parka gidip gelmesini bekledim. Hâlâ da bekliyorum.”
İç çekerek avuçlarını gözlerine bastırdı. Gerçekten artık konuşmakta zorlanıyordu. Zeynep Kahraman ona dair ne varsa almış, geriye bu karmakarışık adamı bırakmıştı. Öyle ki Mahir arkadaşlarına bile adam gibi derdini anlatamıyordu.
“Ama niye?”
Ali hâlâ olayı anlamamış gibi görünüyordu. Ne kadar da haklıydı.
“Çünkü ben bir ahmağım.”
“Tamam da niye?”
Önce son konuşan Semih’e, ardından diğerlerine dikkatle bakıp yüzünü buruşturdu. “Çünkü aslında onu ilk gördüğümde resmen büyülenmiş, peşimden koştuğu için ona öfkelenmiştim. Çünkü eskiden dayanağı olmayan şeyler düşünen ve bunları yapacağına inanan bir adamdım ama zamanla yanılıp kibrimde boğuldum. Çünkü öyle aptalım ki onu kırıp bunu ancak yıllar sonra fark ettim. Çünkü öyle kalın kafalıyım ki onlarca kızla görüşüp konuştuğumda bile beni Zeynep’ten başka kimsenin çekmediğini anlayamadım. Çünkü Ali, sen onun başka biriyle görüştüğünü söylediğinde bu beni mahvetti. Çünkü Zeynep anlamıyor, ben bile anlamıyorum ama sanki zaman hiç geçmemiş de ben, beni büyülediği hâle geri dönmüş gibiyim.”
Nefessiz kaldığında gözlerini kapatıp yüreğinin yatışmasını bekledi. Boğuluyordu. Tüm bunlar yüzünden resmen boğuluyordu. Kelimeler onca zamandır bastırdığı yüreğinden kopup taşarken ne söylediğini kendi bile anlayamıyordu.
O sustuktan bir süre sonra Burak dehşet içinde konuşmaya başladı ama devam edemedi. “Yani sen...”
Ali ise her zamanki haşarı hâlinden sıyrılıp sakinleşmişti. Mahir’in omzunu sıkıp yüzüne bakmasını bekledi. “Sen o kıza âşıksın, değil mi?”
Mahir yutkunup arkadaşına baktı, en ufak bir ses dahi çıkaramamıştı. Bu durum onu gerçekten korkutuyordu. Bunun nasıl olduğunu, olabildiğini anlayamıyordu. O, Zeynep’i reddetmişti. Onu unutmuş, önemsememiş, hatırlamamıştı. Bunu Zeynep’e nasıl yapabilmişti? Nasıl onu aklından çıkarabilmişti?
“Seni affetmesini ve tekrar sevmesini istiyorsun.”
Başını kabullenmişlik içinde salladı. Evet, Zeynep’in onu anlamasına, affetmesine, yanında olmasına ihtiyacı vardı.
Hayır, hayır, onun Zeynep’e ihtiyacı vardı. Çünkü kendini kaybettiği onca zamandan sonra biraz olsun bu hissizlikten sıyrılabildiği, bir şeyler hissettiği ve hissetmeyi istediği tek an onu gördüğü zamandı. İlk görüşünde olduğu gibi Zeynep onu yine sarsmış, büyülemiş ve kendine çekmişti lakin tek bir farkla; bu kez ruhuyla. Gözleri değil bakışları, görünüşü değil duruşu, sesi değil sözleriyle bunu yapmıştı. İşte bu yüzden Mahir’in ona ihtiyacı vardı.