Evin içini saran gürültü bir parça hafiflediğinde saat on ikiye yaklaşıyordu. Zehra Ela babasının kucağında uyuyakalınca halası evlerine gitmek için ısrar etmiş, onlar gittiğindeyse evi bir sessizlik sarmıştı. Mahir istemsizce bu sessizlikten rahatsız olmuştu. Gün içinde her ne planlandıysa birazdan ortaya çıkacakmış gibi hissediyordu. Halasının giderken ona göz kırpması da şüphelerini doğrulamaya yetmişti zaten. Acaba akıllarına ne gelmiş olabilirdi yine? Ne planlıyorlardı?
Telefonuna gömülmüş, başını da ablasının kucağına yerleştirmiş olan kardeşini fark edince kendi dertlerini bir kenara bırakıp onunla ilgilenmeye karar verdi. Bu yaşta sevgili de ne demek oluyordu? Hatta direkt ne sevgilisi, diyesi geliyordu çocuğa bakarken. Mahir, Safa Aras’ı başıboş mu bırakmıştı yoksa? Nasıl onun hayatındaki bu büyük meselelerden haberi olmazdı?
“Eee Safa Aras, okulunu anlatsana biraz,” dedi yanlarına giderek.
Normal şartlarda hemen doğrulup konuşmaya başlaması gerekirken kardeşi seslendiğini bile fark etmedi.
“Safa Aras?” dedi ses tonunu kontrol etmek için insanüstü bir çabaya girişerek. Mahir’i duymuyor muydu yoksa umursamıyor muydu?
“Safa Aras, abin seni çağırıyor.”
Ablası hâlini anlamış olacaktı ki yumuşacık bir sesle konuşurken ona gülümsüyor, Safa Aras’ı da dürterek doğrultmaya çalışıyordu. Kardeşi nihayet gözlerini telefonundan ayırabildiğinde kaşlarını çatarak bir parça utanmasını bekledi Mahir. Bu çocuğa ne olmuştu böyle? Artık abisinden çekinmiyor muydu yani? Mahir, onun saygısını yitirmesine sebep olacak ne yapmış olabilirdi?
“Affedersin abi, bir şey mi dedin?”
Aklı başına gelmiş gibi değildi ama en azından ciddiyetini geri kazanmaya başlamıştı. O dikkatini toplamaya çalışır gibi başını iki yana sallayıp telefonu elinden bıraktığında kaşlarının daha fazla çatılması mümkün müydü, onu düşünüyordu Mahir. Bu farklılık onu oldukça şaşırtmıştı.
“Okulun diyordum, nasıl gidiyor?”
“İyi, gayet iyi…”
“Tüm derslerini geçtin mi?”
“Tabii.”
Çocuk yerinde rahatsız bir şekilde kıpırdanırken ablası araya girdi. “Canım, Safa Aras artık çocuk değil. Sorumluluklarının bilincinde.”
“O yüzden de bu yaşta sevgilisi var ve sanki buraya ailesini görmeye değil de onunla mesajlaşmaya gelmiş gibi davranıyor?”
“Mahir…”
Ablası ve şu sıralar arkadaşından ziyade eniştesi olarak görmeye başladığı Asaf aynı anda araya girdiğinde umursamadan kardeşine bakmayı sürdürdü.
“Meselenin tam olarak ne olduğunu söyler misin abi? Sevgilimin olması mı yoksa onunla mesajlaşıyor olmam mı?”
Kardeşinin sesindeki sitemi hissettiğinde derin bir nefes aldı. Onunla hiç münakaşa etmemiş değildi lakin bu ses tonu ve altında biriken isyana yabancıydı.
Sakin bir sesle tekrar denemeye karar verdi. Durumundan rahatsız olmasının sebebi değiştiğini görmesi ve geleceği için endişe duymaya başlamasıydı. Bu yüzden elinde olmadan sinirleniyordu ama kendini tutması gerektiğinin farkındaydı. Sadece çok şaşkındı, orası kesin.
“Sen karar ver Safa Aras? Beni neyin kızdıracağını bilecek yaşa geldin sonuçta.”
Kardeşi, sanki söylemek istediği yüzlerce şey varmış da kendini tutmaya çalışıyormuş gibi derin nefesler alıp verdi. Onu izlerken Mahir içini saran yabancılık hissinin bir kat daha çoğaldığını hissetti. Hadi ablası evlendiği için böyle değişmişti, Safa Aras’a ne oluyordu? Mahir ablasına ciddi bir konu konuşulduğunda hiç bu şekilde bakmış mıydı da Safa Aras karşısında böyle durmaya cüret ediyordu?
“Sanıyorum mesele sevgilimin olması.”
“Mahir, ne oluyor?”
İşte babası da gelmişti, şimdi tam olmuştu. Oturuşunu düzeltip arkasına yaslandı. Annesi yatmış olmalıydı, babasının üzerinde pijaması vardı.
“Konuşuyoruz baba. Yatıyor musunuz?”
“Evet. Sesiniz yükselecek mi?”
Gözlerini kısıp kardeşine baktıktan sonra şaşkın bir hâlde onlara göz atan babasına döndü. “Hayır, bu yaşta kavga edecek değiliz.”
“Pekâlâ, o zaman iyi geceler.”
Herkes mırıltıyla cevap verdikten sonra babası onları yalnız bıraktı. Mahir şimdi kendini biraz daha sakin hissediyordu fakat yine de kardeşine kızgındı. Bu tavrı, habersizce yaptıkları ve yaşına başına bakmadan aşka cesaret ettiği için sinirliydi. İnsan evlenmeyi düşündüğü zaman arayışa girmeliydi ona soracak olursanız. Evlenmedikten sonra yıllar boyunca bir insanla sevgili olmanın ne anlamı vardı? Yahut onca yıl sevgili olduktan sonra her şeyin bitmeyeceğinin garantisi mi vardı?
Her koşulda Mahir’e göre erkendi, çok erken. Önce hayatını yoluna koyması, derslerine odaklanması gerekiyordu.
“Henüz evlenmeyi düşünmediğinden eminim.”
Safa Aras bariz bir alayla gülerken Mahir yumruğunu sıktı. Ablası bu kez “Safa Aras…” diye araya girmişti ama çocuk umursamıyordu besbelli.
“Abi, iyi misin sen?”
“Anlayamadım?”
Dişlerini sıkarak bekledi. Kendini tutmaya çalışmak gerçek bir işkenceydi.
“Okurken evlenmeyi düşünecek değilim herhâlde.”
“O hâlde gidip derslerine çalış. Okulun bittiğinde düşünürsün bunları.”
“Derslerime çalışıyorum zaten.”
“Telefonu elinden bırakamadığın ortada!”
Yumruğunu öyle çok sıkıyordu ki eli uyuşmuştu. Kardeşine ne için daha çok kızdığını kendi bile anlayamıyordu artık. Böyle onu kızdıracak cümleler kurduğu için mi yoksa kendini aptal bir ergene dönüştürüp telefona bağımlı hâle geldiği için mi? Belki usturuplu davransa sevgilisi olmasını bile sorun etmeyecekti ama çocuk her hâliyle aptal görünüyordu şu an gözüne. Tüm gün telefon elinde öylece kalmış, çoğu zaman sohbetlere katılmaya dahi tenezzül etmemişti. Mesajlaştıkları yetmiyormuş gibi birkaç kez telefonla konuşmaları, hatta görüntülü arama yapıp sanki Mahir kızla tanışmayı umursuyormuş gibi aileyi de konuşmaya dâhil etmesi iyice kızdırmıştı Mahir’i. Eve geleli yirmi dört saat olmamıştı ama asker yolu gözleyen karasevdalı biri gibi davranıyordu kardeşi. Nasıl sinirlenmeyecekti?
“Ona da mı karışacaksın?”
“İstersem her şeye karışırım!”
Safa Aras ablasının omzundaki elini itip tamamen ona doğru döndüğünde Mahir gelecek şeye hazırlanma fırsatı bulamadı. Kardeşi büyük bir öfkeyle konuşurken aklına verecek tek bir cevap gelmiyordu, şok içinde onun öfkesini tadıyordu yalnızca.
“Hiçbir şeye karışamazsın! Sen önce kendi hayatına bak. Tüm ömrümü senin dediklerini yaparak geçirdim zaten. Ama artık büyüdüm, kendi kararlarımı verebilecek ve bunların sorumluluğunu alabilecek yaşa geldim. Sen istemiyorsan sevgilin olmasın, bana ne? Ama ben birine âşık oldum ve onunla mutluyum. Derslerimi de ihmal etmiyorum, aksine eskisinden daha büyük bir istekle çalışıyorum. Çünkü kendi istediğim bölümü okuyor ve gelecekte ne istediğimi biliyorum. Anladın mı?”
O sustuğunda Asaf araya girmek için çabalayan Yade’yi durdurdu, Safa Aras dişlerini sıkarak başını eğdi, Mahir ise gerçek bir pişmanlık içinde oturduğu yerden kalktı. Normal şartlarda bu sözlere gerçekten kızardı, cevabı da bir hayli ağır olurdu. Oysa o an tek yapabildiği “Anladım,” demek oldu.
Birisi size saygı duymuyorsa bunu öfkeyle elde edemezdiniz. Mahir bunu çok iyi biliyordu. Zaten insan saygı duyduğu birinin sözlerine karşı böyle öfkelenmezdi de. Belki başta sorması gereken Safa Aras bana olan saygısını nasıl kaybetti değil, acaba bu zamana kadar bana hiç saygı duydu mu, olmalıydı. Ne de olsa çocuk, ömrünü onun söylediklerini yaparak geçirmekten hoşlanmadığını az evvel söylemişti.
Harika bir insandı. Hayatı boyunca ne istemediyse şimdi oluyordu. Faydalı biri olmak? Ailesi için iyi bir evlat olmak? Kardeşleri ve kuzenlerine karşı tüm gücüyle yardımcı olmak? İyi bir örnek olmak?
Ne halt ediyordu? Sahiden onun derdi neydi? Safa Aras haklıydı. Önce kendisine bakmalı, kendi yolunu bulmalıydı. Ona ne oluyordu da ne iş yapacağını bile bilmezken küçük kardeşinin hayatına burnunu sokabiliyordu?
Odanın kapısını çarpmak için çırpınan öfkeli tarafına aldırmadan kapıyı usulca kapatıp kilitledi. Bir Karaman için uyku aslında en güzel kaçıştı ama Mahir bu gece uyuyabileceğini sanmıyordu.
***
“Bravo Safa Aras… Hakikaten bravo!”
Yade iç çekerek eliyle alnına birkaç kez vurdu. Her şeyi söyleseydi de keşke şu son lafları etmeseydi. Neden Mahir’in yarasını deşmişti sanki zalim çocuk?
İçinden kardeşinin kafasına bir tane patlatmak geçiyordu ama evli barklı, olgun bir insan olarak kalmakta kararlıydı. Hem onca lafı ettikten sonra ağlayarak abisinin yanına koşmuyorsa pişman olmaya niyeti yok demekti Safa Aras’ın. Bu çocuk kendini niye bu kadar doldurmuştu?
“Safa Aras, sen de artık yat istersen. Bunları yarın konuşuruz.”
Asaf sakin sesiyle bunları söyledikten sonra kardeşi yüzlerine bile bakmadan kalkıp gitti. Yade de üzgün bir hâlde Asaf’a sarılıp yüzünü kocasının göğsüne sakladı. “İlk defa böyle kavga ettiler.”
Ağlamasına ramak kalmıştı. Ne diyeceğini de bilmiyordu. Mahir çok üzgün ve kızgın olmasa bu kadar sert konuşmazdı ama Safa Aras’ın sebeplerini kestiremiyordu. Ne yapmalıydı?
“Bu Mahir için biraz ağır oldu. Kardeşine örnek olmak için kendini paralıyordu her zaman. Safa Aras’ı affetse bile kendine karşı yumuşaması uzun sürecek.”
Bu kez kendini tutamayarak ağlamaya başlamıştı Yade. O böyle olmasını istemiyordu. Eski hâllerini geri istiyordu. Şişman olduğu için onunla dalga geçen, ders çalışmak söz konusu olduğunda bir diktatöre dönüşse de normal şartlarda tatlı-sert bir abi gibi davranabilen Mahir’i geri istiyordu. Neden çocuğun dünyaya dair tüm istekleri yitip gitmişti ki?
“Ağlama canım.”
“Asaf, Mahir çok üzgün...”
“Biliyorum. O yüzden ona yardım etmek istiyorum fakat hiç hevesi yok.”
“Bize de kızmıştır kesin.”
“Sana kıyamaz ama bana kızdığını biliyorum.”
Geri çekilip Asaf’ın gülümseyen yüzüne baktı. Onu yatıştırırken nasıl da rahattı böyle? Yade bilmese ortada bir sorun olmadığını düşünürdü. Keşke sükûneti bulaşıcı olsaydı.
“Bugünün eğlenceli olması gerekiyordu! Mahir’i kızdıracaktık şüphesiz ama bir şekilde ikna edersek mutlu olacağını düşünmüştüm.”
“Yarın konuşuruz artık.”
“Kapısını kilitlemiştir kesin. Nasıl konuşacağız?”
Tekrar ağlayacakmış gibi hissediyordu kendini. Dudaklarını büküp yalnız Asaf’a geçen nazıyla devam etti mutsuzluğunu yansıtmaya.
“Anneme söyleriz, o isterse kapıyı açar.”
“Hah!”
Asaf, Yade’nin yüzündeki şaşkın ifadeye bakarken güldü. Ardından dikkatli bir şekilde karısını kucağına aldı.
“Madem şımarıklığın üstünde, biraz daha yardımcı olayım sana.”
Yade keyifle kollarını boynuna dolarken başının üzerini hafifçe öptü.
“Merak etme, bu zamanlar da geçecek. Yarın Mahir’le konuşuruz. Sizin harika planınızla dikkati biraz olsun başka şeylere yönelir ve böylece aklını başına toplayabilir. Yahut gerçekten de her şey senin hayal dünyanda olduğu gibi gelişir ve mutlu mesut yaşamına devam eder.”
Yade onu kıkırdayarak dinliyordu. Koca kız olmuştu, hâlâ büyüyememişti. Yine de kimseye yakalanmadan odaya çıkabilmeleri için sessizliğini koruması şarttı. Birileri onları böyle görürse Asaf utancından aklını kaybederdi şüphesiz. Kaç yıllık evli olurlarsa olsunlar, anne ve babasına karşı daima utangaçtı.
“En nihayetinde, su akar yolunu bulur canım. Değil mi?”
Öyleydi sahi. Zaten Yade, Asaf konuşurken her şeyi kabul etme potansiyeline sahipti.