Zaman her şeyin ilacıydı. Öyle olmalıydı. Herkes öyle söylerdi. Mahir buna inanıyordu ama bir sorun vardı. Belki de o, bu kaidenin bir istisnasıydı. Çünkü geçen zaman aklını başına toplamasına yetmemişti. Hâlâ ne istediğini bilmeyen, o işe yaramaz adamdı. Hâlâ ailesinin hakkında fısıldaşıp durduğu o çaresiz adamdı.
Zaman neden ona da yardımcı olmuyordu ki?
Aslında cevabı biliyordu. O öylece yerinde dururken zaman geçmekten başka ne yapabilirdi ki? Mahir’in kendi yolunu bulması lazımdı. Kendine iyi gelmesi gerekiyordu. Eğer bunu yapabilirse her şeyin yoluna gireceğinden emindi. Ama ders çalışmak dışında hiçbir şey yapmayı beceremiyordu. Tüm sınavlara girmiş, akademik kariyerinde bir hayli emek sarf etmiş, başlangıçta bir sürü iş teklifi bile almıştı ama zaman geçtikçe insanların gözünde işe yaramaz biri hâline gelmiş olmalıydı.
O çaresiz fısıltı aklına dolarken elindeki kâğıtları bir köşeye bıraktı. Allah’ım, ne yapacağım?
Birçok insanın ona güç veren mottoları varken Mahir’in yalnızca çaresizliğine vurgu yapan böylesi bir mottoya sahip olması bile canını sıkıyordu. Zaman gelip geçiyor ama o, olduğu yerde saymaya devam ediyordu işte. Allah’ım ne yapacağım? Ne yapmalıyım? Yolumu nasıl bulacağım? Bu hep böyle mi devam edecek?
Ablası teklifsiz bir şekilde odasına girince irkilip yerinden kalktı.
“Girebilirsin tabii.”
“Mahir, baksana Asaf ile ne aldık!”
İç çekerek ablasının elindeki poşetlere uzandı. Bebeğin haberini alalı daha ne kadar olmuştu? Elbette henüz cinsiyeti bile belli değildi ama Yade Karayel hiç durur muydu? Asla. Şimdiden alışverişe başlamıştı. Bu gidişle çocuğun liseye kadar kıyafet alması gerekmeyecekti.
“Biraz acele etmiyor musunuz abla?”
“Hayır, tatil bitince vaktimiz olmaz ki!”
“Bunu söyleyen ilk kişi olarak hayallerini yıkmak istemezdim ama…” Mahir alaycı bir gülüşle ablasına bakarken Yade ciddiyetle onu dinliyordu. “Ankara’da da bebek giysileri satan yerler varmış. Benden duymuş olma!” Yade koluna vururken güldü. “Haksızsam söyle.”
“Haksızsın.”
“Tam olarak nerede haksızım?”
“Ben çalışıyorum. Asaf da çalışıyor. Doğum iznine kadar zaten yoğun olacağım ama doğum yaklaşırken hem yorgun hem yoğun olursam nasıl bebeğime kıyafet bakacağım?”
“Varsayımlar, diyorsun.”
“Kötü bir dayı mı olacaksın Mahir Karaman?”
Ablası sinirlenirken gülerek yatağına oturdu. “En iyisi olacağım.”
“Aferin. Şimdi aldıklarımıza bak.”
“Peki ablacığım.”
Yade yanına otururken Asaf da odaya girdi. Mahir ona aldırmadan ilk poşeti açıp içindeki minicik tulumu eline aldı. Ablasının çok sevdiği pijamasına benzeyen, sarı renkli ve tavşan desenli bir tulumdu. Mahir içinin sevgiyle doluşuna hayret ederken sanki kumaşı incitebilirmiş gibi nazikçe tutuyordu.
“Çok güzel, değil mi?”
“Senin pijamana benziyor.”
“Asaf, duydun mu? Mahir de fark etti.”
Arkadaşı ablasının yanına otururken tulumu özenle katlayıp poşete yerleştirdi. Zehra Ela’dan ötürü bu hisse alışkın olacağını düşünmüştü ama belli ki her seferinde aynı duygusallık içini saracaktı. Gözlerine kadar ulaşan bir tebessümle, mavi renkli bir yeleği alıp inceledi.
“Bu biraz büyük değil mi?”
“Bebekler çabuk büyür Mahir.”
Yade bilgiç bir sesle konuşurken kendini yine tutamadı. “Tabii, onca çocuktan sonra sen bu işin uzmanı oldun.”
“Mahir!”
“Tamam, tamam.”
Eldiven, pijama, şort, tişört ve daha nicesini birlikte incelediklerinde aradan neredeyse yarım saat geçmişti. İçindeki huzursuzluğun yatıştığını hissederek ablasına gülümsedi. “Keşke artık İstanbul’a dönseniz...”
“Ama Ankara çok güzel!”
Mahir iç çekerek cevap vermekten kaçındı. Hep birlikte olsalar her şey daha kolay olurdu. Yine de onların hayatına karışmaya hakkı yoktu.
“Bu arada…”
Yade imalı bir sesle konuşurken ablasına baktı.
“Zeynep’i takip ettiğimi söylemiş miydim sana?”
Konu aniden değişirken bakışları dehşetle bezendi. Ne demekti bu? Nasıl takip ederdi Zeynep’i?
O adı anılmaması gereken biriydi. Mahir onu düşünmemek için ciddi çabalar sarf ediyor ve hayatına girmemek için mantığını kullanarak kızdan kaçınıyordu. Bu, epeyce irade gerektiriyordu ama şu ana kadar başarılı olduğunu düşünüyordu. Şimdi tutup da nasıl ablası Zeynep’i rahatsız ederdi?
Asaf aklından geçenleri biliyormuş gibi alayla gülerken kaşlarını daha çok çattı.
“Aşkım, Mahir söylediğini gerçek manasıyla anladı.”
“Nasıl yani?”
“Kızı takip ettiğini düşünüyor.”
Sözlerini vurgulamak için iki parmağını havaya kaldırıp evrensel yürüme işaretini yaparken gülüyordu.
Yade de kahkahalarla gülmeye başladığında kaşlarını çattı. Bir süre ikisinin alay eden gülüşlerini dinleyip nihayet açıklamaya zahmet ettiklerinde gözlerini de kısmıştı. Sanki sosyal medya denen illete dâhil olmamak bir cehalet örneğiymiş gibi davranmalarına sinir oluyordu.
“Canım, takip ettim derken…” Yade tekrar gülmeye başladığında konuşması yarıda kaldı. Asaf sözcüklere gerek duymayarak kızın telefonunu çıkarıp bir uygulama açtı ve arkadaşına gösterdi.
Mahir, Zeynep’in fotoğrafını görünce vücudunun verdiği tepkinin etkisiyle öfkesi aniden kayboldu. Bir anda kaçtığı tüm gerçekler önüne çıkmış, nefesi kesilmişti. Kendini tutamayarak diğer fotoğrafları da incelemeye ve altlarında yazanları okumaya başladı. Anlaşılan o, Zeynep’i düşünmemek için uğraşıp dururken kızın hiç böyle bir derdi olmamıştı. Memleketine gitmiş, arkadaşının kınasına katılmış ve İngilizce kursuna yazılmıştı. Daha gerilerde öğrencileriyle ve okuldaki arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğrafları da vardı ama Mahir’in önceliği kızın kınada çekilmiş fotoğrafıydı. Kalp atışları hızlanırken iç sesi kızın kırmızı giydiğini söyleyip duruyordu. Bu elbise kırmızı! Beyni onunla dalga geçiyordu ama umurunda değildi. Kırmızı giymişti! Mahir’in kıyafette en nefret ettiği renk olabilirdi bu. Ama… Ama Zeynep nasıl böyle güzel görünebilirdi ki?
“Mahir?”
Ablasının sesiyle telefonu hızlıca kıza geri uzattı. Daha fazla bu tehlikeli aleti elinde tutmak istememişti.
Şaşkınlık dolu bir sesle “Elbisesi kırmızı…” diye mırıldandı.
Ekrana kısa bir an göz atıp ona dönen ablası şimdi açıkça gülümsüyordu. “Ama çok güzel, değil mi?”
İtiraf etmek istemiyordu ama yalan söyleyemezdi. Susmak bile yorucuyken yalana başvurması söz konusu değildi. Bu yüzden güçlükle yutkundu. “Evet,” dedi usulca. “Çok güzel.”
“Sana söylemiştim, değil mi Mahir?”
Ablası saçlarını küçükken yaptığı gibi okşarken kızamamıştı bile. Elini itmek yerine tutmak ve ondan bir parça güç almak istiyordu. Çünkü gerçekten ama gerçekten yorulmuştu.
“Neyi?”
“Âşıksın Mahir.”
Kaşlarını çatarak ablasına baktı. “Âşık mıyım?”
“Evet.”
“Abla, kızı tanımıyorum bile.”
“Bazen bunun önemi yoktur.”
“Ve ben Zeynep’i bile isteye reddedeli yıllar oldu.”
“O zaman farklı biriydin.”
“Eh, emin ol Zeynep de farklı biriydi.”
Bana âşık olduğunu düşünüyordu, diye geçti aklından. Eğer gerçekten âşık olsaydı hâlâ böyle hissediyor olmaz mıydı? Ama Mahir onun değiştiğini, hislerinden arındığını biliyordu. Bunu bakışlarında görmüştü.
“Hâlâ inkâr etmek istiyorsan sen bilirsin ama bir gün bunu yaptığın için çok pişman olacağını adım gibi biliyorum.”