“Aslında bu aşk meselesi açılmışken…”
Şimdi sesinde binlerce gizli mana yüklü hâlde ablası konuşmaya başlamıştı. Teker teker gelin de diyemiyordu, resmen sırayla başlıyordu Karayel çifti can sıkmaya.
“Eee?” dedi kaşlarını çatarak.
“Annem ve halamla bir süredir düşündüğümüz bir şey vardı. Onlar senden çekindiği için ben söylemeye karar verdim. İtiraz edeceksin, biliyorum ama şimdiden söyleyeyim, abla emri bu! Kesin itaat gerektiriyor, aksi hâlde dedemi arayıp Mersin’den dönmesini söyleyebilirim.”
Boş çatalı masanın üzerine bırakırken nutku tutulmuştu. Demek tahminlerinde yanılmamıştı ve mesele öyle korkunçtu ki annesi ve halası tam bir cadı olan ablasını üzerine salmıştı. Bu nasıl bir acımasızlıktı böyle? Daha ne olduğunu bilmeden kabul etmeye zorlanıyordu!
“Neymiş o emir?”
Asaf gülmemek için kendini tutuyor, ablası konuşurken ciddiyetle ona bakıp başını sallıyordu. Söylediği her kelimeyle birlikte Mahir’in gözleri irileşiyordu. Kelimelerin birleşip de bir anlam kazanmasının ardından cevap verebilmesi için yarım dakika geçmişti.
“Hayatında biri yok. Sosyal bir hayatın olmadığı için böyle giderse de hiç olmayacak. Sevgili, flört gibi meselelerde tutucu olduğunu da biliyoruz. Eh yaşın da geldi, geçiyor. Düşündük ki Mahir, görücü usulü görüşmelere gidebilirsin. Adaylar tamamen ailemiz ve yakın çevremiz arasından, bizim seçeceğimiz kızlar olacak. İçlerinden birine ufacık da olsa bir yakınlık hissedersen yahut birine aniden âşık olursan görüşmeye devam edersiniz. Çok güzel olmaz mı Mahir, hı?”
“Ne?”
“Harika olacak. Asaf’a da tüm kalbimle katılıyorum. Evlenmeye karar verirsen bu da senin toparlanmana yardımcı olacak. Nişan, düğün, ev hazırlığı gibi şeyler öyle masraflı oluyor ki içindeki o despot adam geri dönecektir. Hem öyle olmasa bile aşk sana iyi gelecek Mahir, bundan eminim.”
“Abla, aklını mı kaçırdın sen?”
Mahir’in de bir sınırı vardı. Kaba olduğunu biliyordu ama kendini tutamamıştı.
“Mahir…”
Asaf uyarır gibi seslendiğinde parmağını uzatıp ona doğru sallamaya başladı. “Sen de bu işin içindesin. O yüzden o lafları ettin, değil mi? Bunu sana hiç yakıştıramadım enişte!”
Bu, Mahir’in Asaf’a karşı en büyük kozlarından biriydi. Adamın yüzünün düşmesi de bunun en büyük ispatıydı. Enişte demesi aralarına aşılmayacak bir mesafe yerleştirmekle eşdeğerdi. Birkaç kez şakayla karışık söylediyse de daha önce asla bu kelimeyi ciddiyetle dile getirmemişti. Yaptığının çocukça olduğunu biliyordu ama madem Mahir’e savaş açmışlardı, onun da canını yakmak istemişti.
“Mahir!”
Ablası kaldırdığı parmağını tutup indirirken burnundan soluyordu.
“Benimle de Asaf’la da böyle konuşamazsın. Biz sadece senin iyiliğini istiyoruz. Zorla evlen demiyoruz, farkında mısın? Yalnızca bir adım atmanı istiyoruz. Hem Asaf’ın bu meseleyle ilgisi yok.”
“İstemiyorum.”
“Sana söyledim, bu işten kurtulamazsın.”
“Abla…”
Mahir derin birkaç nefesle öfkesini dizginlemeye uğraştı. Bu beyhude bir çabaydı, orası kesindi ama hakikaten kızın kalbini kırmak istemiyordu. Bu iş için gönüllü olması bile ona minnet duyması için yeterliydi, zira konuşan annesi olsaydı Mahir öfkesini yansıtamaz ve olduğu yerde yığılıp kalabilirdi.
“Teşekkür ederim beni düşündüğün için ama ben böyle bir şey yapamam. Henüz evlenmek istemiyorum. Hele de sabit bir gelirim, düzenli bir hayatım yokken asla! Bu yüzden lütfen bu hayallerden vazgeç ve beni kendi hâlime bırak.”
Yapabildiği en sakin şekilde durumu açıklamıştı. Yine de Yade onu umursamamıştı, omuz silkerken daha sakin ama kararlı görünüyordu.
“Girecek bir sınavın kaldı mı Mahir?”
“Ne?”
“Bu yıl girmeyi düşündüğün ama henüz girmediğin bir sınav var mı?”
Kaşlarını çatarak cevap verdi. Olmadığını zaten biliyordu. “Yok.”
“Herhangi bir işe başlama isteğin?”
Karşısında yılda yalnızca birkaç kez görebildiği, canı kadar çok sevdiği ablası olduğunu hatırlamak için birkaç kez gözlerini kırptı.
“Yok.”
“Mersin’e, Ayvalık’a… Ya da herhangi bir yere tatile gitme düşüncen?”
Köşeye sıkışmıştı. Yalan söylemenin de anlamı yoktu. Anlaşılan gerçekten de Yade Karayel hayatı ona zindan etmeye kararlıydı.
“Yok!”
“Çok güzel. O hâlde bu yazı, yuva kurman için değerlendirebiliriz. Söylediğim gibi, hemen evlenmek zorunda değilsin. Ama belki de hayallerindeki kızla tanışırsın ve evlenirsin. Kim bilir?”
O ellerini çırparak yerinde zıplarken Mahir inleyerek başını birkaç kez masaya vurdu. Hayallerinde kimse yoktu. İçinde evlenmeye dair de en ufak bir arzu hissetmiyordu. Nasıl olup da saçma sapan kişilerle oturup konuşabilirdi ki? Ne söyleyecekti onlara?
Tüm bunlar saçmalıktan ibaretti. Ablasına bağırarak bahçeyi terk etmek istiyor, ertesi gün halasını, o yetmezse annesini ve işi abartırsa babası ya da en kötü ihtimalle dedesini aracı edeceğini bildiği için bunu bile yapamıyordu. Ne yapacaktı? Nasıl bu kadar aşağılayıcı bir şeyi kabul ederdi? Hayata karşı en ufak bir isteği ve becerisi olmayan oğlumuz Mahir ile görüşmek ister misiniz, diye mi soracaklardı insanlara? Bu ne tür bir delilikti?
“İtiraz etmeyeceğini biliyordum.”
Ne ara yanına gelmişti bilmiyordu ancak ablası ona sımsıkı sarılırken inleyerek başını üç kez daha masaya vurdu.
“Mahir!”
“Öldür beni de kurtulayım.”
“Seni çok seviyorum. Sen benim biricik, tatlı kardeşimsin. Neden ölmeni isteyeyim?”
Hiç yumuşamamış, ikna olmamıştı. İnlemeye devam etti.
“Ve biliyorsun, ciddi meseleler söz konusu olmadığında en yakın arkadaşım da sensin. Tek istediğim mutlu olman Mahir, yemin ederim. Haftalardır bunun için dua ediyorum. Her şeyin düzelmesini, hayatının yoluna girmesini ve eskisi gibi mutlu olmanı öyle çok istiyorum ki!”
Yade’nin sesi titrerken vicdan azabıyla başını kaldırıp ablasına baktı. Mahir Karaman direnişi buraya kadardı. Şu tatlı surata bakıp nasıl bağıracaktı ki? Gözleri de hemen dolmuştu. Hayatında yalnızca beş kadın -biri bebek olmakla birlikte- vardı ve belli ki Mahir’in yalnızca Zehra Ela’ya değil hepsine zaafı vardı.
“Tamam abla, istediğiniz kişilerle görüşeceğim.”
Yade anında eskisi gibi neşeyle gülüp boynuna sarılırken Mahir umutsuzca iç çekti.
“Ama gerçek görüşmeler olacak, değil mi?”
“Evet, tabii. Oturup onlara ne harika bir insan olduğumdan bahsedeceğim.”
“Öylesin. Bir tanesin sen!”
“Yağ çekmeyi kes.”
“Ciddiyim. Küçük, tatlı bebeğim benim!”
Kız iyice kendini kaybederken onu kendinden uzaklaştırıp Asaf’a doğru itekledi. “Asaf, lütfen iki yaşına dönmeden evvel ablamı alıp buralardan götür.”
“Mahir!”
İtirazı bile öyle neşeliydi ki gözlerini devirse de ciddi değildi. Uzun zamandır ilk kez sevdiği birini mutlu ettiği için kendini huzurlu hissediyordu. İnandığından değil ya, gider ve kızlarla görüşürdü. Bu yolu küçümsediğinden yahut kızlara herhangi kötü bir his beslediğinden değildi bu düşüncesi. Mahir buna da hazır olmadığını hissediyordu. Kendinde olsa ve düzenine kavuşsa o da ciddi bir şeylerden yana olurdu. Fakat hazır değildi. İşte tüm sorun buydu.
Yine de… En fazla bir yazını kaybederdi, değil mi? Zaman da onun için kıymetini yitireli iki yıl olduğundan bu çok da önemli değildi. Eğer ailesi bu kadar istiyorsa ve mutluysa buna da katlanabilirdi.