9

1139 Words
Üzerindeki yersiz hislerin ağırlığı ne duş aldığında ne üç bardak çay içtiğinde ne de ailesiyle oturmak için odasından çıktığında geçmişti. Mahir saçma sapan davrandığını biliyor ancak yine de düşünmeden edemiyordu. Neden Zeynep’i görmüştü ki? Görüp de umursaması neydi peki? Onca yıl kızı hiç düşünmemişti bile! Hayatının kısacık bir döneminde gördüğü, yalnızca bir kez adam akıllı konuştuğu biriydi. O konuşma da kızın abarttığı denli olmasa da pek hoş değildi. O hâlde Mahir’in derdi tam olarak neydi? “Mahir?” Ablası ona seslendiğinde irkilerek düşüncelerini daldığı yerden kurtarmaya çalıştı. Tam karşısında oturan Safa Aras’ı görmek de toparlanmasına pek yardımcı olmamıştı. İç çekerek fark ettirmeme çabasıyla onu izleyen ebeveynlerine ve ardından en yakın arkadaşıyla ablasına baktı. “Evet?” “Ne düşünüyorsun öyle? Yoksa Meryem’i mi?” Kızın gözlerindeki parıltı ne düşündüğünü anlaması için yetti. İç çekerek gözlerini devirdi. “Ya… O kadar güzeldi ki aklımı başımdan aldı abla,” diyerek başladı cümlesine. Ablası aniden gülümserken alayla kaşlarını kaldırdı. “Dememi mi bekliyorsun yoksa?” “Evet! Meryem çok güzel bir kız. Aklını başından alması anormal olmazdı.” Sen bir de Zeynep’i gör, diyen iç sesi yüzünden bir an dehşete kapılıp bir kez daha olduğu yerde irkildi. Başını hızla iki yana sallarken ablasının bunu asla öğrenmemesi gerektiğini düşünüyordu. İlgisini çekmeyen kızlar için bile böyle bir heyecan duyuyorsa Zeynep’ten ve ona karşı bir anda kapıldığı meraktan bahsederse herhâlde aklını kaçırırdı. Sokak sokak gezip kızı araması da muhtemeldi. Bir an bunu aklından geçirdiği için bile yüreği ürperdi. “Yalnızca güzellik yetmez,” dedi ciddi bir şekilde. Asaf ona destek verirken babası onların atışmasına gülmeye başladı. “Evet Yade, sırf güzel olduğu için birini düşünmesi anlamsız olurdu.” Asaf, peki daha önce varlığından rahatsız olduğun ve güzel olduğu için etkilendiğin birini artık sana çok farklı geldiği için düşünmek anlamlı olur muydu; diye sormak istedi bir an arkadaşına. Ama elbette böyle söylemek yerine kendine karşı duyduğu öfkeyle kaşlarını çatıp susmayı yeğledi. “Sen güzel olduğum için beni düşünmemiş miydin yani Asaf?” Yade Karayel huysuzluğu ani bir şekilde nüksederken Mahir masadan bir elma alıp ısırdı. Artık bu durum ona eğlenceli bile gelmiyordu. “Yade…” Asaf şaşkın şaşkın gülmeye başlarken ablası hışımla yerinden kalktı ve gidip tüm şımarıklığıyla babasının yanına oturdu. “Hah! Babam benim ne kadar güzel olduğumu biliyor, değil mi babacığım?” “Evet prensesim, sen kocana aldırma.” Babası da ablasından farksız değildi, ikisi de asla büyümüyordu. “Ama ben güzel olmadığını söylemedim ki…” Asaf şaşkın bir hâlde kendini savunurken ona bakıp başını iki yana salladı. Ardından masadan aldığı başka bir elmayı arkadaşına fırlattı. Dudaklarıyla “Ona gelmişler yine,” diyerek durumu kendince anlatmaya çalıştı. Asaf da başını sallayarak bildiğini belli ederken elmasını ısırdı. Mahir bir süre kitap okuyan annesini, telefonuyla uğraşan kardeşini, babasına dert yanan ablasını ve elmasını yiyen arkadaşını izleyip aklının bir köşesinden süzülen hatıraları görmezden gelmeye çalıştı. Onun daha önemli sorunları vardı. Mesela işsizlik, diye düşündü. Bunu takiben amaçsızlık, kardeşimle aramın bozuk olması, isteksizlik; diye acımasızca devam etti. Bunları takiben yüreği resmen sıkışmaya başlamıştı. Birden iç çekerek yerinden kalktı ve “Ben artık kalkayım,” diye mırıldandığında ne dediğinden bir haber odasına doğru yürümeye başladı. Kitaplığını karıştırdı, etrafı düzenledi, pencereleri sonuna kadar açıp yatak örtüsünü düzeltti. Dönüp dolaşıp en nihayetinde hep yaptığı gibi bir kitapla yatağına yerleşti. Bir süre sevdiği kitaplardan birini sessizce, ardından kısık bir sesle okumaya çalıştı. “Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif Efendi’nin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor. Hâlbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi.”[1] Farkında olmadan durup kitaba kaşlarını çattı. “Bir saniye…” derken gözlerinin önünde canlanan neden Zeynep’ti, onu anlamaya çalışıyordu. Ve Zeynep neden bugün fevkalade görünmüştü ki gözüne? O da gayet alelade olabilirdi. Ama değildi. Belki bazı insanlar için öyleydi ama Mahir için değildi. Hele de bugün, hiç. Birden o günü, onu ilk gördüğü günü düşünürken bilinçsizce kitabı unutup gözlerini kapattı. Mahir öğle yemeğini gereğinden hızlı bir şekilde yemişti. Sınavlar bu kadar yaklaşmışken ders çalışmakla geçirilebilecek bir vakti, yemek yiyerek zayi etmek istemiyordu. Hoş, o genellikle çalışmalarını her şeyin önüne koyabilecek kadar takıntılıydı. Yediği de yalnızca çorba ve salata olmuştu zaten. Hızla kütüphaneye dönerken yalnızca hangi derse çalışması gerektiğini düşünüyordu. İçeri girip gözlerini boşalmaya başlamış salonda gezdirdi. Genellikle en arka tarafta, pencerelerden uzak bir köşede tek başına çalışırdı. Böylece dikkati dağılmıyor, kapı açılıp kapanırken oluşan gürültüden de uzak kalabiliyordu. Fakat bu sefer, her zaman oturduğu yerde iki kızın karşılıklı oturmuş, fısıltıyla konuştuğunu görebiliyordu. Masasına yaklaştıkça kaşlarını çatmıştı ancak sebebi yer değiştirme fikrinden başka bir rahatsızlık değildi. Tam onlardan müsaade isteyip eşyalarını almaya niyetlendiğinde kızlardan yüzü ona dönük olan başını kaldırmış, belki o an yalnızca on beş saniyelik bir duraksama olmuşsa da bu Mahir’i bir hayli sarsmıştı. Şüphesiz bugüne dek gördüğü en güzel yeşil, kızın gözlerinin rengiydi. Şoka uğramamış olsa belki ağzı açık kalırdı. Kızın kirpikleri öyle gür ve ilginç görünüyordu ki hayatı boyunca ilk kez bir kıza karşı böyle hissettiğini bile anlayamamıştı. Hem çilli bir yüz çirkin olmaz mıydı? Hatta çoğu insan bunlara leke demiyor muydu? Oysa Mahir’i bıraksanız kızın burnunu saran noktacıkları saymayı bile düşünürdü. Durup kıza öylece baktığını fark ettiğinde irkilmiş, hareket etmeye çalışırken ayağını sandalyelerden birine vurup daha da afallamıştı. Ne yapıyordu? Hayatı boyunca böyle bir an daha yaşamamıştı. Başını hızla sallayıp kızın görüntüsünü aklından silmek için kendini zorlamış ve nihayet güçlükle de olsa konuşmayı başarmıştı. “Affedersiniz, eşyalarımı almam gerekiyor.” Konuşurken kızın hâlâ ona baktığını hissetmiş ama gözlerini tekrar o yeşillerle buluşturmaya cesaret edememişti. Bu yanlıştı. Kızı tanımıyordu. Mahir oturup bir kızı izleyecek biri de değildi. Onun çalışması gereken sınavları, bekleyen hedefleri ve elbette gelecekte hayatına girecek bir eşi vardı. Sırf çok güzel diye kıza bakmak istemesi yanlıştı. “Siz oturun, biz kalkıyorduk zaten.” Kız konuştuğunda ürperdi. “Pekâlâ,” dedi usulca. Onlar gidene kadar masadan biraz uzaklaşıp sessizce bekledi. Hâlâ o bakışları üzerinde hissedebiliyordu ve bir an sonra bunun canını sıkmaya başladığını hissetti. Mahir bile hicap etmiş, kendini durdurmuşken kız neden onu izliyordu? Rahatsız mı olmuştu yoksa? Bu düşünceler eşliğinde bir süre dersine odaklanmakta zorlanmış, Asaf’a mesaj atıp aklını başına toplamak için çabalamıştı. En iyisinin Asaf ile evde çalışmak olduğuna karar verdiğinde kütüphaneden çıkmış ve bir süre yürüyüp nihayet kızı aklından çıkarmıştı. Sonunda eve dönmek için otobüse bindiğinde meseleyi unuttuğu için gerçekten kendini rahatlamış hissediyordu. Sonuçta onun yapması gereken önemli şeyler vardı, dikkatinin uzun süre dağınık kalmasına katlanamazdı. Anıların etkisinden sıyrılırken bir anlığın iç çekti. Ardından yatağına iyice yerleşip kitabı komodinin üzerine bıraktı ve yine öyle olması gerektiğini kendine hatırlattı. Olan bitenler arasındaki farkı henüz görememişti lakin öyle olması gerektiğinden emindi. Şimdi uyuyup tüm bu düşüncelerden kurtulmalıydı. Uyku en güzel kaçıştı. Hatta en kolay kaçıştı. Elbette Mahir, bir Karaman olmanın hakkını vererek uykuya bayılırdı. [1]Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna, YKY.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD