Diyarbakır’ın taş konağı, kar fırtınasının ortasında bir kale gibi duruyordu. Avluda biriken kar, ayak izlerini silerken, içerideki gerilim havayı elektrikliyordu. Defne Yılmaz, salonda oturmuş, elinde bir fincan salep, gözlerini Selim’e ve Hacı Mahir Aslan’a dikmişti. Demir Aslan, kardeşinin yanında ayakta duruyor, telefonunu sıkıca tutuyordu. “Selim, doğruyu söyle,” dedi Demir, sesi keskin ama kontrollü. “Kerem’le ne zamandır ortaklık yapıyorsun? O adam Defne’yi tehdit ediyor, şimdi de seni mi kullanıyor?” Selim, başını önüne eğdi, elleri titreyerek. “Abi, inan bana, kandırıldım! Kerem, annemin vasiyetini buldu, bana miras vaat etti. Ama o, sadece para peşinde. Defne’nin makalesini bile biliyordu, ‘Kullanırız’ dedi.” Hacı Mahir, masaya yumruğunu vurdu, gür sesi odayı doldurdu. “Yeter! Bu konak, sırlarla dolu bir yer değil, aile evi! Selim, eğer yalan söylüyorsan, dışarı!”
Leyla, kapıdan girerek araya girdi, elinde bir tepsi kurabiye. “Vay be, aile toplantısı mı yoksa polisiye dizi mi? Selim, sen kötü adam mı çıktın şimdi? Defne, sen doktor olarak teşhis koy: Bu adam hasta mı, yoksa yalancı mı?” Defne, gülümsedi ama sesi ciddiydi. “Hasta değil, ama stresli. Selim, DNA testi sonuçları yarın geliyor. O zamana kadar, Kerem’le bağlantını kes. O adam tehlikeli, yıllardır peşimi bırakmıyor.” Hacı Mahir, başını salladı. “Kızım haklı. Demir, polisi ara. Kerem geliyorsa, hazır olalım.” Demir, telefonu açtı, ama o anda bir mesaj geldi: Kerem’den, “Konaktayım. Kapıyı açın, yoksa basınla konuşurum – gizli kardeş, makale skandalı.” Herkes dondu. Leyla, “Dışarıda mı? Kar fırtınasında mı geldi?” Demir, pencereye koştu. “Evet, bir araba avluda! Çabuk, kapıyı kilitleyin!”
Gerilim, bol laflı bir kaosa döndü. Hacı Mahir, tüfeğini aldı (eski bir ağa geleneği), ama Demir durdurdu. “Baba, bırak! Avukatım ben, konuşurum.” Defne, “Ben de geliyorum. Kerem’i tanırım, blöf yapar.” Leyla, “Ben de! Bu eğlenceli olur, film gibi!” Kapı açıldı, Kerem karla kaplı halde girdi, gülümsüyordu sinsi. “Merhaba, eski sevgilim. Ve ağa ailesi! Selim, dostum, miras nasıl?” Defne, öfkeyle, “Ne istiyorsun, Kerem? Makaleyi bırak, o benim emeğim!” Kerem, güldü. “Senin emeğin mi? Fikrimdi benim! Şimdi, miras davasında yardım edin, yoksa ifşa ederim – Defne’nin intihali, Aslan ailesinin gizli çocuğu.” Hacı Mahir, “Çık dışarı, köpek! Bu konak, tehditlere boyun eğmez.” Selim, ayağa kalktı. “Kerem, yeter! Seni kullandım sanıyordum, ama sen beni kullandın. Git!”
Demir, araya girdi, avukat moduyla. “Kerem, yasal olarak konuşalım. Tehdit suç, dava açarım. Makale için kanıtın yok, vasiyet için de. Git, yoksa polis gelir.” Kerem, sırıttı. “Polis mi? Benim de kanıtım var – Selim’in mektubu, Defne’nin e-postaları. Ama anlaşalım: Mirasın %10’u bana, sessiz kalayım.” Leyla, kahkaha attı. “%10 mu? Sen deli misin? Bu aile, topraklarını kimseye vermez! Defne, vur şunu saleple!” Defne, güldü istemeden, ama gerilim yüksekti. “Kerem, bitir bunu. Geçmişimiz bitti, bırak git.” Kerem, yaklaştı. “Defne, sen hala aynı naif kızsın. Beni terk ettin, ama şimdi intikam zamanı.”
O anda, polis sirenleri duyuldu – Demir önceden aramıştı. Kerem, panikledi. “Siz… Kazanamazsınız!” Kaçmaya kalktı, ama Demir tuttu. Polis girdi, Kerem’i aldı. “Tehdit, şantaj… Tutuklanıyorsun.” Selim, rahatladı. “Teşekkürler, abi. Ben sadece aile istedim.” Hacı Mahir, Selim’i kucakladı. “Oğlum, DNA yarın gelsin, ama kal burada.” Eğlence, gerilimden sonra patladı; Leyla müzik açtı, “Halay zamanı! Kerem gitti, kutlayalım!” Defne, Demir’le dans etti yine, ama bu kez yakın. “Teşekkürler, Demir. Sen olmasan…” Demir, “Sen olmasan, bu kadar güçlü olmazdım. Defne, beğenim aşka döndü. Sen?” Defne, “Belki… Hayır, evet!” Öpüştüler, kar altında.
Ama hikâye bitmedi; DNA testi, Selim’i doğruladı. Kerem hapisteydi, ama bir sır daha: Kerem’in bir ortağı var mıydı?
Diyarbakır’ın karlı sabahı, Aslan ailesinin taş konağını bir masal sahnesine çevirmişti. Avluda biriken kar, güneşin ilk ışıklarıyla parıldarken, içerideki kahvaltı masası hâlâ dünkü gerilimin yankılarıyla doluydu. Defne Yılmaz, Hacı Mahir Aslan’ın karşısında oturmuş, elinde bir fincan çay, Leyla’nın esprilerine gülüyordu. Demir Aslan, Selim’in yanındaydı, DNA testinin doğruladığı kardeşlik bağı onları hem yakınlaştırmış hem de yeni sorular doğurmuştu. Dün geceki öpücük, Defne’nin kalbinde bir fırtına yaratmıştı; yıllardır kapattığı kapılar aralanmış, ama Kerem’in son mesajı – “Bir ortağım var” – zihninde bir gölge gibi duruyordu. “Bu adam hapse girdi, ama hâlâ başımıza bela mı olacak?” diye mırıldandı kendi kendine.
Hacı Mahir, masanın başında, gür sesiyle söze başladı. “Selim, oğlum, artık buradasın. Ama o Kerem denen köpek, kiminle çalışıyordu? Bu konak, tehditlere boyun eğmez!” Selim, başını kaldırdı, gözleri suçlulukla dolu. “Baba, bilmiyorum. Kerem, birinden bahsetti, ama isim vermedi. ‘Güçlü biri’ dedi sadece.” Leyla, ağzında lokma, araya girdi. “Vay be, bu tam bir mafya filmi! Defne, senin eski sevgilin gangster mi çıktı?” Defne, gülümsedi, ama içi huzursuzdu. “Keşke bilmesem, Leyla. Kerem, yalancıydı ama bu kadar organize mi? Makalemizi bilen biriyle çalışıyorsa, bu kişisel.” Demir, Defne’nin elini masanın altında sıktı, ama bu kez bırakmadı. “Korkma, Doktor. Ben avukatım, hallederim. Ama seninle konuşmamız lazım – yalnız.”
Kahvaltı sonrası, Demir ve Defne, konağın kütüphanesine çekildi. Eski kitaplar, ahşap raflarda dizili, odada tarih kokusu vardı. Defne, bir koltuğa oturdu, gözleri Demir’de. “Dün gece… Öpücük…” diye başladı, ama sözü kesildi. Demir, gülerek, “Evet, o ‘belki’ bayağı hızlı ‘evet’e döndü, değil mi? Ama ciddiyim, Defne. Seninle bu, gerçek. Ama Kerem’in ortağı kim? Anlat, ne saklıyorsun?” Defne, derin bir nefes aldı. “Kerem’le üniversitede tanıştık. Makale, tıp etiği üzerineydi. Fikir onundu, ama ben yazdım, yayımladım. Adını koymadım, çünkü ayrılmıştık – ihanetini öğrendim. Ama bir detay var: Makalede, bir profesörün verilerini izinsiz kullandık. Kerem, bunu biliyor. İfşa ederse, kariyerim biter.” Demir, kaşlarını çattı. “Hangi profesör? Kanıt var mı?” Defne, “Prof. Aydın, eski hocam. E-postalar var, ama sildim sanıyordum. Kerem’in elinde olabilir.”
Demir, not aldı. “Tamam, bu bir şantaj. Ama ortağı? İstanbul’da biri olmalı, güçlü. Selim’le bağlantılı olabilir.” Defne, “Ya Selim hâlâ yalan söylüyorsa?” Demir, başını salladı. “Ona güveniyorum artık. Ama bu ortağı bulmalıyız. Diyarbakır’da mıyız, yoksa İstanbul’a mı dönelim?” Defne, gülümsedi. “Seninle burası güzel, ama hastanem bekler. Kerem’in gölgesi peşimizdeyken, İstanbul’da çözmeliyiz.” Demir, eğildi, alnına küçük bir öpücük kondurdu. “O zaman, Doktor, yeni bir tesadüf için İstanbul’a. Ama önce, babamla vedalaşalım. Hazır mısın?”
Konakta veda sahnesi, bol laflı bir şölene dönüştü. Hacı Mahir, Defne’yi kucakladı. “Kızım, oğlumu sana emanet ediyorum. Ama o Kerem meselesi, bitmeden rahat etmem!” Leyla, “Defne, geri gel, halay tamamlanmadı! Ama sırlar bitmedi, değil mi? Kerem’in ortağı kim?” Selim, sessizce, “Ben masumum, Defne. Ama Kerem’in bir telefon konuşmasını duydum – ‘Patron İstanbul’da, büyük biri’ dedi.” Defne, “Büyük biri mi? Kim?” Demir, “Hallederiz. Leyla, babama göz kulak ol. Selim, sen de burada kal, DNA sonrası aileyiz.” Hacı Mahir, gözleri dolu, “Oğlum, annen gurur duyardı.”
İstanbul’a döndüklerinde, Defne hastaneye, Demir ofise koştu. Ama bir tesadüf, onları yine bir araya getirdi. Defne, nöbetten çıkarken, hastanenin kafeteryasında bir adam gördü – tanıdık, ama bulanık. Adam, hızlıca çıktı. Defne, peşinden koştu, ama kayboldu. Telefonuna mesaj geldi: “Defne, dikkat et. Kerem’in patronuyum. Makaleni biliyorum.” Defne, panikle Demir’i aradı. “Demir, biri hastanedeydi! Kerem’in patronu, tehdit ediyor!” Demir, “Neredesin? Geliyorum!” Kafeteryada buluştular, Defne titriyordu. “Bu adam… Sanki Prof. Aydın’dı. Ama o, emekli!” Demir, “Aydın mı? Makalenin hocası? Araştırayım.”
O akşam, Demir’in ofisinde, Mert’le buluştular. “Demir, bu iş karışık. Aydın, şimdi bir ilaç şirketinde danışman. Kerem’le bağlantısı olabilir – makale, ilaç etiğiyle ilgiliydi, değil mi?” Defne, “Evet! Aydın’ın verileri, ilaç denemeleriydi. İfşa edilirse, şirket batar!” Mert, güldü. “Vay, bu tam bir entrika! Defne, sen casus filmi yıldızı gibisin!” Defne, “Keşke eğlenceli olsa! Ama kariyerim tehlikede.” Demir, “Korkma, dava açarız. Ama önce, bir kahve içip eğlenelim mi? Tesadüfler bizi buluyor, bırakalım devam etsin.” Defne, gülümsedi. “Tamam, ama bu sefer sen öde!”
Kafede, bol laflı sohbet başladı. “Demir, senin ailen film gibi,” dedi Defne. “Hacı Mahir, Leyla… Selim bile! Ama bu sırlar, yordu beni.” Demir, “Sen yorulma, ben çözerim. Ama o öpücük… Devam mı?” Defne, kızardı. “Belki… Ama yavaş.” O sırada, kafenin kapısında bir gölge: Prof. Aydın mıydı? Merak, gerilimle dans ediyordu;