Demir'in Anlatımıyla
Murat hemen geri çekilip " Kusura bakmayın Yüz Başım. Bilmiyordum... " diyerek tabldotunu aldı ve masadan kalktı. Bir lokma daha yiyecek iştahım kalmamıştı. Ama öylece oturmaya devam ettim. Masada oturanlar yemeklerini bitirmiş, " Afiyet olsun " diyerek gitmişlerdi.
Timdekiler yemeklerini almış, oturacakları yere bakınıyorlardı. Musa; " Komutanımız yalnız yemeyi sevmez " diyerek, ekibi masaya gelmeleri için ikna etmek ister gibi onların önünden yürüdü.
Deniz karşıma oturacağı sırada, yanımdaki sandalyeyi çektim. Kaşlarımla ve başımla işaret ettiğim sandalyeyi görünce, itiraz etmeden gelip oturdu. " Afiyet olsun komutanım ! " sözlerini " Size de afiyet olsun ! " diyerek yanıtladım.
Deniz yine yemekle bakışıyordu. Anlaşılan o ki, itici güç olmadan bunu yapmayacaktı. Ona doğru eğilip bakışlarım yemeklerdeyken, " Yine ellerimden yemek istiyorsan, beklemeye devam et Deniz. Ağzını açtırmayı bu kadar istiyor musun gerçekten ? " dedim.
Bakışlarım hızla inip kalkan göğsüne ilişti. Geri çekilirken kendime küfür ediyordum. Kızın zaten panik atağı vardı ! Ben de sikik sikik konuşup heyecanlandırıyordum ! Ben bile heyecanlanmıştım, kız ne yapsın ?
Ekip yemeğini yerken, Deniz hızla kaşığını aldı. Bir hışımla yemeye başlayınca, diğerleri de yemeyi bırakıp onu izlemeye başladı. Ağzındaki lokmayı yutmadan yeni kaşık ağzına geliyor, bir an önce yemeğini bitirmeye çalışıyordu.
Boğulmasını istemediğim için hemen yanımdaki bacağına elimi koydum. Uyarı anlamında küçük bir sıkmadan sonra çekecektim ki, Deniz öksürmeye başladı. Ağzındaki lokma onu boğuyordu. Kızı iyi edeyim derken, erkenden öbür tarafa gönderecektim anlaşılan ! Önümdeki, suyu açıp hızla ona içirmeye başladım. " Sakin ol, yavaş yavaş iç şu suyu ! Hiç ortan yok be kızım ! "
Ortamdaki sesler çekilmiş, kulağıma yalnızca Deniz'in öksürük sesleri ve benim ona sarf ettiğim sitem dolu sözler gelmişti. Öksürüğü dinince suyu içmeye devam etti. Bakışlarım masadaki askerlerime döndü. Hepsi şaşkınlıkla bana bakıyordu. Başımı çevirip baktığımda yemekhanedeki herkesin yemeği bırakmış, bizi izlediğini gördüm.
Benimle göz teması kuran herkes önüne dönse de, ayakta elindeki tabldotla bekleyen Üst Teğmen Beril, hala bana bakıyordu. Bıkkın bir nefes verip önüme döndüm. Deniz'in yanakları kızarmış, bakışlarını yemeğine dikmişti. Kızı da utandırmıştık. " Yemeğin bitmeden kalkmak yok ! İnci bitirip bitirmediğini sana sorarım ! " diyerek kalktım.
Kendimi bahçedeki köşeme atarken, sigaramı yaktım hızla. Ne oluyordu bana amına koyum yaa ! 17'lik delikanlılara döndük iyice ! 33 yaşında bir komandoydum ben ! Yüz başı olmuş, koskoca tabura komutanlık ediyordum. Ama sike sürülecek akıl yoktu ! Yüzlerce askerin içinde emir komutayı siktir etmiş, altım olan bir askerle laubali konuşmuştum !
Biten sigaramı atıp beklemeye başladım. Deniz bende kalacaktı. Onu beklemek zorundaydım. Timdekiler ve diğer komutanlar çıkmıştı. Ama Deniz hala yoktu. İnci yanıma gelip selam verdi. " Komutanım, Deniz yemeğini bitirdi ama nereye gittiğini göremedim. " dedi. Başımı sallayıp onları gönderdim. Elbet çıkacaktı. Kesin tuvalete saklanmıştı...
Yarım saat daha beklemiş, o sırada 2 sigara daha yakmıştım. Ama Deniz'den hala bir ses yoktu. Kalkıp içeri gireceğim sırada, taburun kapısında belirdi. Rengi solgun duruyordu. Saç dipleri ve boynu ıslak duruyordu. Yüzünü yıkamıştı ama neden solgun duruyordu ? Kusmuş muydu yoksa ?
Hazırda bekleyen makam aracıma giderken, " Bin ! " diyerek onun da binmesini sağladım. Tugayın çıkışına kadar ne ben, ne de o hiç konuşmadık. Nizamiyenin orada inip kendi aracıma yöneldim. Deniz yürümeye devam edince, arabayı burada bırakmaya karar verdim.
Yan yana yürürken aramızda büyük bir sessizlik hakimdi. Boz dağlar, usulca esen sıcak rüzgar, Deniz ve ben... İçim kıpırdanıyor, her zaman sessizlikte huzur bulan ben; sessizliği bozmak, ona bir şeyler söylemek istiyordum. Ondan bir şeyler duymak, benimle konuşmasını sağlamak istiyordum...
" Sevdin mi burayı ? " ellerim asker pantolonun ceplerinde, öylesine karşıya bakarken önemsizmiş gibi sorduğum soruyla büyük bir tezatlık içindeydim. Burayı sevmesini isterken buldum kendimi. Burayı mı yoksa beni mi sevmesini istiyordum işte en büyük ayrıntı burada saklıydı.
Murat'a söylediğim yalan, Deniz'i korumak içindi. Ona yaklaşması demek, hastalıklarını fark etmesi demekti... Deniz'den ne kadar uzak olurlarsa, o kadar saklayabilirdim onu ! Benim kız arkadaşım olarak bilinmesi, ona güzel bir kalkan olurdu... Hem de ona çok yakışacak bir kalkan...
" Sevdim Komutanım. Askerin olduğu her yer güzeldir. Ama hızlanmaları lazım. Çürük bir çoğu ! Olmaz böyle. Eğitimleri konusunda daha katı kurallar konmalı ! Günlük eğitimler iki katına çıkarılmalı, fırsat eğitimleri artırılmalı ! " Koluna dokunup onu durdurdum. Bunları duymak istemiyordum çünkü yine kaygı seviyesi yükseklerdeydi.
" Sakin ol ! Elbet hızlanırlar. Ben de senin gibi düşünüyorum. Ama sen de biliyorsun ki, bu bir anda olacak bir şey değil. Yavaş yavaş alıştıracağız onları. Operasyon emri yalnızca Gölge timine geliyor. Diğer komandolar o arada da kendilerini geliştirebilir. Ben senin şahsi fikrini merak ediyorum asıl ? " diyerek ona bakmayı kestim.
Yavaş adımlar atarken, yürüyüşümüze devam ettik. " Şırnak'tan sonra burası biraz daha serin geldi komutanım. Başka da farklı bir şey yok... " Ayağımızdaki postalları izlerken, kaşlarım çatıldı. Başka da bir şey yok mu ? Gerçekten mi ? Ben neydim burada ?
İyi ki varsınız komutanım ? Yardımlarınız için teşekkür ederim ? Siz olmasaydınız ben ne yapardımlar ? Hiç biri yok mu yani ? Ahhh pardon bir tane vardı değil mi ? DEMİR ABİ demişti yaaa ! O da bana yetmeliydi ! Kızın hastalıklarını yeneceğiz derken, ben sinir hastası olup çıkmıştım.
Yolun yarısındayken Albayım Deniz'i aramış, eve varana kadar konuşmuşlardı. Onunla da resmi konuşuyordu. Demek ki Deniz'in mizacı böyleydi ? Kendimi mi teselli ediyordum, yoksa ne bok oluyordu ben de anlamamıştım !
Kapıyı açtığım sırada, Deniz de telefonu kapattı. Soluğu odamda alıp yüzümü sıvazladım. Ömrü hayatımda böyle olmamıştım ben ! Neydi şimdi benim bu derdim ?
Kapının arkasındaki havluyu alıp çıktım. Odadan çıkacakken, Deniz'in varlığı aklıma geldi. Efil efil şorta ve dal daşşak günlere bir süre ara verecektik anlaşılan. Yeni bir baksır, tişört ve eşofman alarak banyoya geçtim. Soğuk bir duş almalı ve sakinleşmeliydim.
Deniz'i görmeden banyoya geçip suyun altına girdim. Mentollü şampuan kafa derimi yakarken, genzimi de açmıştı. İşte şimdi beynime kan gitmeye başlamıştı.
Kız birden kollarına mı atılacaktı Demir ? Ayrıca Albay kızını sana emanet etmişken, aklındaki düşünceleri derhal silip atman gerekiyor ! Kız abi diyor sana ayrıca ! Olmayacak duaya amin deme oğlum !
Normalden daha uzun süren duş sonrasında üzerimi giyindim. Banyodan çıkarken, mutfağa geçip çay suyu koymayı unuttuğumu fark ettim. Ocağın üzerinde altı yanan demliği görünce zihnimi yokladım. Direk odama geçmiştim. Acaba Deniz mi ko....
" Siz çıkana kadar demlensin demiştim komutanım ! " diyen Deniz ile tahminimde yanılmadığımı anladım. İçim bir hoş oldu. Sıcacık hissettim. Bir an onunla evli olduğumuzu hayal ederken buldum kendimi.
Gözümün önünde sallana elle gözlerimi kırpıştırdım. " Müsaadenizle banyoyu kullanabilir miyim komutanım ? " Başımı sallayarak kapattığım koridoru, kenara geçerek açtım. Kucağında tor top ettiği kıyafetleri ve havlusuyla giderken, başımı duvarlara vuracaktım neredeyse ! Daha az önce banyoda ne demiştim ben ! Şimdi de kızla evli olduğunu hayal ediyorsun Demir ! Tutarlılık desen, o da var !
Derin bir nefes bıraktığım sırada, telefonum çaldı. Arayan annemdi ve yine görüntülüydü. Açarken çayı kontrol ettim. Henüz çökmemişti. Telefonu masaya sabitlemiş, konuşma devam etmiştik. Gündem yine bana hayırlı bir kısmet olan bir kızdı. Annem çalan kapıya bakmaya gitmişken, artık bir bardak çay almamın da zamanı gelmişti.
Çayı doldururken Deniz gelmişti. Üzerinde tek omzunu açıkta bırakan bol bir tişört ve kısa bir şort vardı. Sütyeninin askısı, kumral tenini ve pürüzsüz omzunun güzelliğini kesiyordu. O askıyı sevmemiştim. Onu çıkarmayı, omzunun güzel görüntüsünün devamını görmeyi istedim.
Saçları nemliydi. Kokusu burnuma gelirken " Komutanım taştı ! " dedi. Bakışlarım ondan kayıp bardağa döndüğünde, bardağa doldurduğum çayın taştığını gördüm. Taşan sadece çay olsaydı keşke ! Duygularım taşıyordu benim burada !
" Bir bardak daha ver, sana da doldurayım. " diyerek konuyu değiştirdim. Dolabı açıp uzandı ve aldığı bardağı önüme koydu. " Banyo iyi geldi. Teşekkür ederim. " dedi. Kupaları kulplarından tutup masaya dönmüştük ki, ekrana yapışmış olan annemle karşılaştık. Siktir ! Şimdi yeni hedefi Deniz olacaktı !
Deniz bir an şaşırmış, hemen sonrasında tebessüm etmişti. " İyi akşamlar teyzecim ! " diyerek başını hafifçe eğerek selam vermişti. " Ben odama gideyim komutanım, siz rahatça konuşun ! " dediği sırada, annem bağırır gibi konuştu. " Yok yok kızım. Biz konuşuruz rahatça ! Kal sen de burada ! " dedi.
" Sen gidebilirsin Deniz ! " diyerek onu gönderdim. Annemin yüzü bozulmuştu. Telefonun sesini kısarak balkona geçtim hemen. " Bak sakın anne ! Deniz bir komutanımın kızı ! 2 günlüğüne bende kalıp kendi evine geçecek ! Aklından geçenleri hemen çıkar at. " Bunun önünü kesmeliydim. Hem kendim için, hem de annem için. Yoksa önünü geçemeyecek kadar büyük bir şey geliyordu, hissediyordum !
Annem triplenmiş; " Tamam oğlum tamam ! Ben daha da bir şey demiyorum ! Bir içim su gibi kız bulmuşsun, daha komutanımın kızı diyorsun ! Boyu boyuna, posu posuna işte ! Daha ne istiyorsun sen, ben anlamadım ki ? Olsun yavrum komutanın kızıysa ne olmuş yani ? Gider Allah'ın emriyle isterdik yani ! Sen dur böyle daha ! Abin ablan evlendi, yuvasını kurdu. Sen de böyle yalı kazığı gibi dur orada bir başına ! " diyerek telefonu yüzüme kapattı.
Burun kemerimi sıkarken, dişlerim sıkıştı. Ben görmüyordum sanki bir içim su olduğunu, yanıma nasıl yakıştığını ! Sinirle içeri girdiğimde Deniz'in odasından sesler geliyordu. Abisiyle konuştuğunu anlayınca içim rahatladı. Salondaki koltuğa yayılıp izlediğim belgesel kanallarından birini açtım.
Bir kaç dakika sonra bağırma sesleri gelme başladı. Hızla yerimden kalkıp Deniz'in odasına daldım. " Kaçınnn ! Tuzak buuu ! Kaçınnnnn ! " diye bağırıyor, odaksız gözleriyle yığıldığı yerde çırpınıyordu. Yerdeki telefon kapanmış, Deniz saçlarını yolamaya başlamıştı.
Ellerini tutup çekmeye çalıştım. Deli gücü gibi güçlenmişti sanki. Bedeni kasılıyor, yattığı yerde kıvranıyordu. Bir şeyler travmasını tetiklemiş olmalıydı.
" Deniz kendine gel ! Bana bak ! Deniz ! " beni duymuyordu. Zangır zangır titreyen bedenini, bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Kollarını karnında sabitlemiş, ellerimle baskılayarak kendine zarar vermesini engelliyordum.
Öyle kasılıyordu ki, beni bile zorluyordu. " Tatbikat sona erdi asker ! Simülasyondan çık ! " diye bağırıyor, travmalarının gerçek olmadığını düşünmesini sağlamaya çalışıyordum. Kafasını geriye atarak çeneme vurduğu darbeye hazırlıksız yakalandım. Tutuşumdan kurtulmuş, hayalinde ne yapıyorsa onu yapmak için koşacağı sırada onu yakaladım ve çevirip duvara yasladım. Bedenimi bedenine bastırıp çırpınışlarını engellemeye çalışırken, onu öptüm.
Dudaklarına kapanan dudaklarımla, debelenişi bir kaç saniye sonra durdu. İkimizin de hızla inip kalkan göğsü birbirine değiyor, ter içinde kalmış yüzünü hissediyordum. Onu durdurmak için başlattığım bu eylem, onun sakinleşmesiyle yön değiştirdi.
Bastırdığım dudaklarımı çektiğim an, zıt kutuptaki mıknatıslar gibi yeniden birbirine çekildi. Alt dudağını kavrayıp öptüğümde baştan aşağıya titredi. Ellerim ellerini tutmayı bırakmıyor, yasladığı duvara bastırmaya devam ediyordu. Karşılık vermediği öpüşmeyi sonlandırmak ölüm gibiydi. Ama artık geri çekilmem gerekiyordu.
Zulüm gibi gelen ayrılıktan sonra geri çekildim. Bakışlarım kızarmış olan dudaklarından zar zor çekilip gözlerine gitti. Kapalı gözleri aralandığında nefesimi bıraktım. Yeşil gözleri orman gibiyken, adı Deniz olmamalıydı... Tüm tezatlıklar onda toplanmış gibiydi.
Adı Deniz'di, gözleri orman. Ruhu hassastı ama yaşadıkları büyük travmaydı. Narin bir kız gibi görünürken, sert bir askerdi. Neden bütün zıtlıkların içinde beni sevmiyor gibi görüntüsünün altında beni sevişini arıyordum ?
Göz bebekleri titrerken yutkundu. " Sakinleş. Bir şey yok... İyisin... " Fısıltılı sözlerim onun yeniden gözlerini kapatmasına sebep oldu. Titreyen bacakları, kasıldığı zaman harcadığı efor yüzünden onu taşıyamayacak kadar yorulmuştu.
Yere yığılacağını anladığım an, onu belinden yakalayıp yatağına yatırdım. Baygınlık geçirir gibi kendinden geçmişti. Telefonum çalıp çalıp kapanıyor, yeniden çalmaya başlıyordu. Deniz'in saçlarını çektim yüzünden. Hiç hali kalmamış gibiydi. Tüm bunlarla baş etmek, onun için çok zordu. Yorucu ve yıpratıcıydı...
Nefesleri düzenli bir hal alınca uyumaya başladığını anladım. Saat akşam 19. 28'di. Saat tutacak, kabusun kaçıncı dakikada onu yakaladığını bulmak zorundaydım. Şansım varsa, ve kabusları aynı şekilde devam ediyorsa, onu kabusları başlamadan uyandırabilirdim.
Salona gidip telefonu aldım. Albayım 7 kez aramıştı. Geri arama yaparken, balkona çıktım. Telefon çalmadan açıldı. " Demir, Deniz nasıl ? Kartal ile konuşurken kriz geçirmeye başlamış. Kızım nasıl ? " Endişeli sesinden ne kadar korktuğu belli oluyordu. Albayımın sesinde ilk kez korkuya rastlamıştım.
" Sanırım duyduğu bir şey onda travmasını tetikledi komutanım. Telefonla konuşurken bağırmaya başladı. Ben odaya girdiğimde kriz geçiriyordu. Onu sakinleştirmeyi başardım. Şimdi yorgunluktan uyuyor... "
Verdiği sıkıntılı nefesiyle, omuzlarının düştüğünü ama yine de dimdik durup güçlü görünmeye çalıştığını hayal edebiliyordum. " Teşekkür ederim Demir. Uyanınca beni aramasını söyler misin oğlum ? " Görebilecekmiş gibi kafamı salladım. " Emredersiniz komutanım ! " dedikten sonra telefonu kapattık.
Salon yerine Deniz'in odasına geçtim. Yatağın kenarına oturarak onu izledim. Bıkmadan onu dikkaletle izlediğim yaklaşık 40 dakika geçmişti ki, sayıklamaya başladı. " Ege... Özkan... Ahmet... Mahsun... Kaçınnnn... Bombaaa ! " sayıklamaları o anı yeniden yaşamaya başladığını gösteriyordu. Göğsü hızla inip kalkıyor, göz bebekleri göz kapaklarından bile belli olacak şekilde hızla dönüp duruyordu.
Oturduğum yerden kalktım. Kapının girişine geçip " Deniz Üst teğmenim ! " diye gür bir sesle onu uyardım. Kaşları çatılmış, ancak gözlerini hala açmamıştı. " Üst Teğmen Deniz Kılıç ! " diye bağırdığımda hızla uyandı. Yattığı yerden doğrulmuş, hemen selam durmuştu. " Üst teğmen Deniz Kılıç, Ankara. Emret komutanım ! " diyerek hazır ola geçmişti.
Bakışlarımız kesiştiğinde ne yaptığımı anladı. Hastalığını öğrendiğimden şüphelendiği an, gözleri büyüdü. Göğsü hızla inip kalkarken, onu üzmek istemedim. Bildiğimi bilmemeliydi. Yoksa daha çok rahatsız olacaktı... " Akşam yürüyüşüne çıkacağım Deniz. Gelmek ister misin diye soracaktım ! " diyerek, konuyu değiştirdim.
Yutkunup usulca başını salladı. " Güzel, seni aşağıda bekliyorum o halde. 5 dakikan var. " diyerek evden çıktım. Biraz kendine gelmeliydi, ancak kendini bırakacak kadar süresi olmamalıydı. Süre dolmadan önce yanıma geldi. Spor ayakkabılarını giyinmiş, yanımda yürümeye başlamıştı.
Biraz yürüdükten sonra, ona döndüm. O da baktı. Aynı anda konuşmuş, ancak bambaşka konulara ithaf edeceğimiz sözleri seçmiştik.
" Seni öptüğüm için özür dilerim... " Ama asla pişman değildim...
" Beni kırmadığın için teşekkür ederim... " Neyden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu...
.
.
.
.
.
.
Devam edecek...