Bastonlu Bunak
Cemre Aşiyan
“Abla kalk! Kalk artık!” Mehmet’in sesi rüyamın içine balyoz gibi düştü. Bir gözümü açtım, yorganı kafama doğru çektim.
“Mehmet… sabah sabah deprem mi oldu?” dedim uykulu bir sesle. Yorganı bir hamlede üstümden çekti.
“Abla kalk! Seni verdiler!” Birden doğruldum.
“Ne verdiler oğlum, miras mıyım ben?” dedim esnemeye çalışarak. “Beş dakika daha…”
Ama Mehmet’in yüzü… Şakacı, muzip Mehmet gitmiş; yerine gözleri kıpkırmızı, burnunu çekip duran bir çocuk gelmişti.
“Ne oldu Mehmet?” dedim bu kez ciddileşip. “İyi misin?”
“Abla…” dedi sesi titreyerek. “Seni Ahmet Ağa’ya verdiler.”
Bir saniye. İki saniye. Üç. Beynim bu cümleyi kabul etmeyi reddetti.
“Ahmet Ağa mı?” dedim, kaşlarım çatıldı. “Hani şu… bastonla yürüyen mi?”
Mehmet başını salladı.
“Yok artık,” dedim sinirle gülerek. “O ölmedi mi ya? Hem seksen yaşındaki adama yirmilik kız mı verilir? Hadi başka kapıya Mehmet, şakan güzel değildi.”
Mehmet hıçkırdı.
“Abla ben şaka yapmam ki böyle şeylere…” dedi. “Üç kilo altın başlık parası verecekmiş. Abilerim var ya… sanki piyango vurmuş gibi.”
İçimde bir şeyler çat diye kırıldı.
“Üç kilo… ne?”
Sesim garip bir şekilde ince çıktı.
“Altın,” dedi burnunu çekerek. “Ama ben sevinmedim abla.”
Yataktan fırlamaya çalıştım. Ama dünya bir anda ters döndü. Oda dönmeye başladı, ayaklarım boşluğa bastı. Geri oturdum.
“Ne saçmalıyorsun sen Mehmet?” dedim başımı tutarak. “Olmaz öyle şey. Kim verdi, nasıl verdi?”
Cevap vermeden kapıya baktı. Ve o an anladım. Bu şaka değildi. Bu bizim evin sabah rutiniydi. Ama ilk defa bana sormadan beni direk vermişlerdi. Kesin ciddiydiler. Kapının arkasından annemin fısıltısı geliyordu.
“Uyanmıştır şimdi…”
Babamın boğuk sesi cevap verdi.
“Uyanmadıysa da uyandırın. Bugün misafir var.”
Misafir. Kalbim göğsüme sığmadı. Boğazım kurudu.
“Mehmet…” dedim fısıldayarak. “Ben evlenmek istemiyorum.”
Mehmet bana sarıldı.
“Ben de istemiyorum abla,” dedi. “Ama kimse bizi dinlemiyor.”
Kapı tıklandı.
“Cemre,” dedi babamın sesi.
“Üstünü başını düzelt. Konuşacağız.”
" Neyi baba... Beni satmanı mı?" dedim içimden. Buna hiç hazır değildim.
" Abla evlenme..." dedi Mehmet.
" Keşke elimde olsa ablam," dedim hüzünle.
" Hani yakışıklı prensin seni kurtaracaktı..." deyince gözümden bir yaş düştü.
" Belki bir prensesi olduğunu unutmuştur ablacığım," dedim ve Mehmet'i öpüp odadan gönderdim. Sonra Çiçekli eteğimi ve üstüne takım gömleğimi giyindim. Çıkarken başıma taktığım şal yöremize aitti. Arka saçlarımı kapatmıştım sadece. Çıktım ve babamların yanına geçtim.
" Gel kızım gel..." dedi heyecanla babam. Gözlerimi devirmemek için çenemi sıktım. Kesin beni üç kilo altın olarak görüyordu.
Yavaş yavaş yanlarına yürüdüm. Evdeki hava değişmişti. Oda doluydu ama nefes almak zordu. Annem köşede oturmuş, elindeki tespihi sanki suç aletiymiş gibi çevirip duruyordu. Abilerim… Allah’ım, abilerim. Birinin ağzı kulaklarına varmış, öteki sanki bankadan kredi onayı almış gibi gururlu. Şerefsizler. Çalışıp kazanmak yerine kardeş satıyorlardı. Gram sevmiyordum birini...Ve Karşıda. Ahmet Ağa. Ölmemiş. Bastonla yürüyormuş. Bilgi doğru.
Adamın bastonu neredeyse benden yaşlıydı. Üzerindeki takım elbise yeni ama içindeki adam… geçmişten kalma. Bana baktı. Bayağı baktı. Sanki pazarda karpuz seçer gibi.
“Maşallah,” dedi. “Kız… diri.”
DİRİ. Ben salatalık mıyım?
" Amca ben diriyim de sen... Sen ölüsün," dedim. Küçük abim güldü. Büyüğü bozuldu. Anam bile sırıtıyordu. Gülümsemeye çalıştım. Olmadı. Dudaklarım seğirdi.
“Sağ olun Ağam,” dedim. “Siz de… hayattasınız. MaşAllah zor olmuyor mu yaşamak...” dedim sinirle. Ben sanki bunun selasını duymuştum ya... Keşke gerçekten duymuş olsaydım. Pislik. Torununun çocuğu ile aynı yaştaydım utanmadan beni istemeye gelmişti bir de. Bir an sessizlik oldu. Babam boğazını temizledi.
“Şey…” dedi. “Kız biraz dilbazdır.”
Biraz değil baba. Fazlayım. Ölmemek için susuyorum sadece. Gerçi bu da yaşamak değil ama neyse. Ahmet Ağa güldü. Güldü ama dişleriyle değil, diş etleriyle.
“Gençlik işte,” dedi. “Alışır.”
İşte o an… Beynimin içindeki freni boşaldı.
“Alışmak mı?” dedim, sesim gayet sakindi ama içim cayır cayırdı. “Neye alışacağım Ağam? Baston sesine mi, tansiyon ilacının alarmına mı?”
Annem öksürdü. Babam gözleriyle beni öldürdü. Abilerim panik oldu. Altınlar gidiyor! paniği.
Ahmet Ağa kaşlarını kaldırdı.
“Akıllı kızdır dediler,” dedi.
“Öyleyimdir,” dedim. “O yüzden soruyorum. Benim fikrim ne zaman sorulacaktı?”
Oda buz kesti. Babam sert bir sesle, “Cemre,” dedi. “Ayıp ediyorsun.”
Güldüm. Gerçekten güldüm.
“Ayıp mı?” dedim. “Beni haberim olmadan evlendirmek ayıp değil de konuşmam mı ayıp?”
Babam yerinden kalkacak gibi oldu ama oturdu.
“Bu işler böyledir,” dedi. “Baban bilir.”
Başımı salladım.
“Demek ben insan değilim,” dedim. “Altın karşılığı el değiştiren bir şeyim.”
Kendime mal demedim çünkü zoruma gidiyordu. Beni satan zihniyet maldı. Mehmet kapının kenarından bana bakıyordu. Gözleri dolu dolu. Ona baktım ve içim parçalandı. Ahmet Ağa bastonunu yere vurdu.
“Ben paramı veriyorum,” dedi. “Kız da genç. Daha ne?”
İşte o cümle… Son damlaydı.
“Paramı mı?” dedim. “Yani ben üç kilo altın mıyım?”
Sessizlik.
“Keşke tartıp gramajımı da söyleseydiniz,” diye devam ettim. “Fire verir miyim, onu da konuşurduk.”
Babam bağırdı:
“Yeter!”
Ama ben bitmemiştim.
“Yok baba,” dedim. “Yeter değil. Ben evlenmek istemiyorum.”
O an herkes konuştu ama kimse beni duymadı. Büyük abim Rıfat ayağa kalkıp üzerime yürüdü. Ama Ahmet Ağa onu durdurdu.
" Vurma... Düğüne pürüzsüz istiyorum," dedi beni tam bir piç edası ile süzüp. Abim durdu.
" Emrin olur ağam," dedi.
" Torununu da babama alalım," dedim sinirle. Babamın bir yüzü güldü. Erkek değiller mi hepsi aynı.
" Üç kilo altını varsa vereyim," deyince Ağa sinirden ellerim titredi. "Orospu çocuğu," dedim öfkeyle. Babam üzerime doğru yürüyordu. Ağa öksürüyordu. Umarım ölür pislik.
" Şaka yapma yürü odana," deyip odama kilitledi babam beni.
Gözlerim son kez Mehmet'in üzerindeydi. Sadece Mehmet. Küçük ellerini yumruk yapmıştı.
Bu evde komik olmak,hayatta kalma yöntemimdi. Ama artık gülerek susmayacaktım. Üç kilo altın onlara zehir olacaktı.
" Baba aç kapıyı... Beni o yaşlı bunakla evlendiremezsin!" diye bağırıyordum.
" Ben çok güzelim ya... Kaderim yaşlı bir adamı yazmış olamaz. Hem midem tutmaz," dedim sinirle ağlayarak.
" Sus kız. Ağa ile evlenecek bizi zengin edeceksin işte daha ne istiyorsun?" dedi abim kapının arkasından gülerek.
" Ağa'nın seni becermesini köpek," dedim bağırarak. Önce bir sessizlik oldu. Sonra " Hadsiz!" diye bağırmaya başladı abim. Kapıyı açmaya çalışıyordu ama diğer abim büyük olan onu durdurdu.
" Ağa vücudunda iz istemedi. Sakin ol," diye küçüğüne akıl veriyordu.
" Aklını iş hayatında da kullansaydın keşke. Belki yaşlı bir morukla evlenmek zorunda kalmazdım," dedim sertçe. Bu sefer diğeri onu tutuyordu. Sinirlerim bozuldu güldüm.
" Salaksınız..."
"Sen akıllı ol da ağayı memnun et," dedi büyüğü sinir ve alay karışık.
" Adam ol aileni mutlu et," dedim bende bağırarak.
" Dua et yarın kınan var yoksa ben biliyorum seni nasıl adam edeceğimi," dedi abim sinirle. Dilim tutuldu. Yarın kınam mı vardı? Her şey bu kadar hızlı mı olacaktı. Benim kaçmam lazımdı. Hemde hemen...