Tüm insanların imrenerek baktıkları belki her gece yastıga basını koyduklarında hayallere daldıgı o toz pembe hayatı kendi ellerimle siyaha boyamıstim ben.
Ne kadar kızsam azdı kendime suç benimdi. Abartısız adeta prensesler gibi yaşadığım o güzel evimden ayrılırken zehirli bir elmaya kurban gideceğim kimin aklına gelirdi.
Dışarıdan bakıldığı gibi kusursuz muazzam değildi herşey.
Akıllıydım,Güzeldim, yetenekliydim, başarılıydım ve zengindim de üstelik. Bir insanın mutlu olmak için neye ihtiyacı varsa hepsi bende fazlasıyla vardı. Üstelik hiç çaba sarf etmemıştim tüm bunlar için. Ben daha doğmadan benim için her şeyi hazırlayan ailem dünyayı da ayaklarımın altına sermişti.
Herşeye sahiptim.. istediğim ve istemedigim yada isteyebileceğim herseyim vardı tek bir şey dışında. ÖZGÜRLÜK...
Sıradan çocuklar gibi hiç sokaklarda koşup oynayamamıştım mesela. Yada sahile her gün gördüğüm o pamuk şekeri satan amcanın yanına birkez olsun gidememiştim. Beslenmemden giyim tarzıma kadar herşeye bizzat kendi karar veren Annemin bu diktatör tutumu çok küçükten üzerime giydirilmiş demirden bir yelek gibiydi.
Tüm bunları geride bırakmak istedim o demirden yeleği çıkarıp cam kutuya bıraktığımda herşey bitecek ve ben özgür olacaktım, Artık ipleri kendi elime alıp istediğimi yapmakta özgür olacak kendi kararlarimdan baska birseyi umursamayacagım derken hayatım bambaşka bir yola girdi.
Büyük bir konağın avlusunda hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım insanların düğünümde oynadığı yöresel oyunlara bakıyordum tepkisizce. Benim dışımda herkes halinden memnumdu. Bense içimden hem kendime hemde o Diyar denen kıza saydırmakla meşguldüm.
Rüyalarıma bile giremeyecek kadar farklı bir ortamda hayalini kuramayacak kadar gerçek bir düğünüm oluyordu. Dizilerde bile görsem yok daha neler bunlarda amma abartıyor bu devirde böyle şey mi olur canım der gülerdim heralde simdi içinde bulundugum tüm bu saçmalıklara.
Gözlerim konağın tarih kokan duvarlarında boş boş gezinirken kesilen müzik sesleriyle masalarının yolunu tutan insanlara kaydı duygusuz bakışlarım. Yanındaki sandalyenin çekilmesiyle irkilirken Damat beyin yanıma oturduğunu farkettim. Dığer yanımada hayatımı mahveden iki insan Berçem ve Derzan oturdu.
Bu iki aşık kaçmışlar ve buranın töre dediği kurallara göre sonu ölüm yada berdel dedikleri şeymiş ve onlarda Diyarı yani benim hayatımı mahvetmenin daha mantıklı olduğuna karar verip evlendirmeyi seçmişler.
Ne acı Diyar kendini kurtarırken ben bu acı sonun ortasına düşmüştüm.
Düğün boyunca Damatla konuşup olanları onada anlatmak vazgeçirmek istedim ama bir türlü konuşamadım ya Derzan yada başkaları hep araya girip beni uzaklaştırdılar. Derzanın tehditleri ve her fırsatta silahını göstermesi işin en korkutucu kısmı.
Alkış sesleri tüm konağı inlettiğinde yanımdaki çift birbirine sarıldı. Onlar istedikleri sona ulaşmışlardı artık nikahları kıyılmıştı.
"Diyar hanım..."
Belime dayanan silahla daldığım düşüncelerden çıkıp silahı masanın altından belime dayayan Derzana baktım. Başımı Damat beye çevirdiğimde umursamazca o mavi ve yeşil gözlerini gözlerime dikmiş bakıyordu.
Sözün bittiği yerdeyim. İçimde inanılmaz korku ve çaresizlik vardı. Biri beni çekip alsın, buradan çıkarsın istiyordum. Çaresizlikle bil el aradım. Bu kötü kabustan beni kurtaracak herşey bir rüyaydı geçti diyecek bir el.
"Diyar Hanım son kes soruyorum Behcet Aslan Karabeyi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Nikah memurunun ikinci sorusuyla belimdeki silahın baskısı güçlendi. Her an o tetik ateş alacakmış gibiydi.
Ben Diyar değildim evlensemde sorun olmaz buradan kaçmanın yolunu bu gece bulmam lazım Derzan dan kurtulmak için şuan evet demekten başka şansım yok. Titrek ellerimi masanın altında birleştirip sıktım.
"Evet!" alkış sesleri devam ederken nikah memuru tekrar sordu.
"Siz Behcet Aslan Karabey Diyar Feddahı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Nikah memurunun sorusuyla yüz kasları gerildi.
"Kabul ediyorum." gür sesiyle konuştuğunda davullar vurulmaya alkışlar duyulmaya başladı. Bir yandan zılgıt çekenler. Herkes çoşkuluydu benim dışımda. Benim içim ise mahşer yeri...
Hayatımın en saçma en kötü gününü yaşıyordum. Nikahın bitmesiyle masaya tanımadığım insanlar gelip damat beyle tokalaşıyor tebrikler ediyordu. Damat bey sert görüntüsünden taviz vermeden sadece insanlara baş selamı vermekle yetiniyordu. Bir çok kadın ve erkek boynumda asılı olan kırmızı kurdaleye ve bileklerime takılar takıyorlar iyi dileklerde bulunuyorlardı. Oysa şuan en çok buradan kurtulmak için iyi dileğe ihtiyacım var mesut olmaya değil.
Bir kadının kolumdan tutup beni masadan kaldırmasıyla onu takip ettim.
Konağın ortasındaki büyük merdivenlerden çıktığımızda merdivenler ikiye ayrıldı sağ taraftan dönüp bir odaya girdik.
Boynumda ki takıların olduğu kurdaleyi boynumdan çıkarttı. Benim gözlerim etrafı taradı. Kaça bilecek yada yardım çağıra bileceğim her hangi birşey.
"Gel kızım abdest al birazdan hoca efendi gelir."
"O kim ben neden abdest alıyorum anlamadım."
"İmam nikahınız kıyılacak hadi gel ben gelinliğini çıkarmanda yardım edeyim bununla abdest alamazsın."
Kadına daha fazla bir şey sormadan söylediklerini yaptım. Nede olsa bu nikah geçersiz olur ben Hasretim, Diyar değil o yüzden ben buradan gittiğimde Diyar evli olmuş olur.
Odadan çıktığımızda başka bir oda ya geldik. Bizim önümüzde Damat beyi gördüğümde durakladım. Derin bir nefes alıp ona doğru yürüdüm. Karşı karşıya geldiğimizde başımı dik tutup konuşmaya başladım.
"Sizinle konuşmam gereken bir şey var."