33.bölüm

2808 Words
"Bu... " dilim tutulmuştu. Ellerimin altındaki fotoğrafa şaşkınlıkla ağzım açık baktım. "Bu abimin çocukluk..." "Behram! Yeter artık kapatın şunu hadi yemeye." Yerinden kalktığında ondan cevap alamayacağımı fark ettim. Tekrar fotoğrafa baktım. Bu fotoğrafın benzeri bende de vardı. Babamın yıllar önce bana aldığı 3 tekerlekli bisikletin önüne ben, benim arkama da bu fotoğraftaki çocuğun oturduğu kameraya gülümsediğimiz fotoğraf bende vardı. Şimdi önümdeki fotoğrafta ben bisikletin arkasında o çocuk önünde kameraya gülümsüyorduk. Gözlerinden anlaşıldığı gibi bu çocuk Behcet Aslanın taa kendisiydi. "Bu kim neden cevap vermiyorsun ki." Boynunu yana doğru kırıp yerine tekrar oturdu. "Babam istanbuldaki şirkete gittiğinde benide götürmüştü oradaki iş arkadaşının kızıydı." "Sadece o kadar mı?" Behramın imayla konuşmasıyla ona döndüm. Benim ilgiyle onu dinlememle Behram tekrar anlatmaya başladı. "Abim bu kıza aşık olmuş seninle evleneceğim seni Mardinde ki konağıma götüreceğim deyince kız korkmuş birde seni hiç bir yere bırakmayacağım bir daha istanbula göndermeyeceğim benim karım olacaksın deyince kız elindeki abimin uçağını kafasına fırlatmış abimin kaşı yarılmış. " Behram gülerek anlatıyordu ama ben donuk ifadeyle bildiğim şeyleri dinliyordum. Çok şaşkınım. Behramın anlattıklarıyla o güne gittim. Çocukluğumda babama çok düşkündüm. Kızlar babalarına aşık olurmuş ya işte tam öyleydim çoğu zaman işe bile babamla gelir tüm gün kucağından inmezdim. O gün yine babamla iş yerine gelmiştim. Babamın iş yapacağı adamın oğluda vardı benden büyüktü ama onunla saatlerce şirketin bahçesinde oynamıştık. Babamın bana aldığı 3 tekerlekli bisiklete birlikte biniyor yada benim oyuncak bebeklerimle oynuyorduk. O erkek oyunları oynamak istediğinde ağladığımı hatırlıyorum oda mecbur beni susturmak için bebeklerimle oynamayı kabul etmişti. Saatlerce oyun oynayıp bisiklet binmiştik. Babası gelip gidiyoruz dediğinde çok üzülmültüm. Elinden tutup "Sen gitme." dedim. O da benim kulağıma "Seninle evleneceğim seni konağıma götüreceğim. Bir daha da hiç bırakmayacağım. " Dedi. Çocukluk işte bende fısıltıyla onun kulağına "Hiç mi bırakmayacaksın." dedim. "Hiç bırakmayacağım kimselere göstermeyeceğim seni..." "Ama ben Annemi Babamı özlerim olmaz ben seninle evlenmeyeceğim." "Kızım ben ağa olacağım kaçırırım seni yine evlenirim." "Banane ya istemiyorum. Artık seninle oynamayacağım git git işte istemiyorum gelme bir daha buraya." ona gitme diyen ben bir anda korkmuştum. Bizi izleyen babam ve onun babasının yanına gidip babamın kucağına atladım ağlamaya başladım. "Baba gitsin o gelmesin bir daha." Babam beni susturmaya çalışsada ben bir süre ağladım. En son giderken bana bakıp "Görürsün sen, seninle evleneceğim." dediğinde daha sözünü bile bitirmeden elimdeki onun uçağını kafasına fırlattığım an kaşına gelmiş ve bir anda her yer kan olmuştu. O gün o kadar pişman oldum o kadar üzülmüştüm ki. Günlerce kendimi cezalandırmış yemek bile yememiştim. O günden sonra onunla oynadığım oyuncakları bir daha oynamamış bir daha o bisiklete binmemiştim. "Behram saçmalamayı kessen mi artık. Diyar sen buna bakma çocuktuk." Evet çocuktuk ya şimdi. O gün söylediklerini şimdi bilmese de yapmıştı. Benimle evlenmişti. Bir daha ailemi göremedim. Söylediği her şeyi yaptı. "Diyar!" Albümü koltuğa bırakıp başımı Behcet Aslana çevirdim. "Efendim." "İyi misin? Yüzün değişti yani bu salağın anlattıkları..." "Yooo iyiyim. Neyse benim işlerim vardı ben gideyim." Kapıya yürümeye başladığım da arkamdan Behcet Aslanın seslendiğini duysam da duymazlıktan geldim. Tarasa çıkan merdivenlere yönelip ikişerli çıktım. Her zaman ki yerime oturup ayaklarımı sarkıttım. Mardinin gecesi bir başka güzel. Muazzam bir manzara karşısında uzaklara daldı gözlerim. Behcet Aslanın yıllar önce tanıdığım o çocuk olacağını, üstüne evleneceğimi pardon yanlışlıkla başkası adına evleneceğimi 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Sanki o gün kaşını yardığım için kader benden intikam alıyordu. Aldığım acı kahve kokusuyla gözlerimi yumdum. Rüzgar ondan önce kokusunu getirmişti. "Yine mekanına gelmişsin." Gözlerimi açıp yanıma oturan adama baktım. Gözlerim gök yüzü gibi parlayan mavi gözünün üstüne kaydı. Kaşının ucuna atılan dikişin hala izi duruyordu. Benim ona bıraktığım iz. "Kaşını bunu yapan kıza kızdın mı? Öfkelendin mi?" Kaşları çatıldı. Söylediklerimle bir süre şaşırdı. "Çocuktuk yani o benden daha küçüktü. Korkuttum galiba onu yani suç bende neden ona kızayım ki." "Baksana yüzünde bir iz bırakmış kızılmayacak şey mi?" "Küçük bir şey önemi yok." Eserime baktım benim ona bıraktığım ize. İşaret parmağımı ize uzatıp dokundum. Onun tenine değen parmaklarım yandı ama çekmeden yavaşça dokunmaya devam ettim. "Çok acıdı mı?" Elimi ellerinin arasına alıp izin üzerinden çekti. "Sende bir gariplik var. Neden böyle tuhaf sorular soruyorsun?" Başımı iki yana sallayıp elimi çektim. Kendimi bir an kaybetmiştim. Oturduğum yerden kalktım. "Yemek saati geldi. Çok açıktım inelim mi?" Başını olumlu anlamda salladığında birlikte indik. İkinci kata manzaraya karşı büyük bir sofra kurulmuştu. Sofrada yok yok. Hepimiz oturduğumuz da yemeğe başladık. Buradan gitmeden 100 kiloyu bulacağım sanırım. Mahmut bugüne özel kebap yapmıştı. Küçük baş eti yemezdim ama bugün yaptığım hatayı bile fark ettirecek kadar güzel yapmıştı kebabı. Tabağımdaki kebap bittiğinde Behcet Aslan kendi tabağındaki kebabı tabağıma boşalttı. "Teşekkür ederim." gülümsediğimde oda bana gülümsedi. "Afiyet olsun." Gözüme neden bu kadar sevimli görünüyorsa. Düşüncelerimi dağıtmak için kebaba yoğunlaştım. Ortamda dönen muhabbete aldırmadan yemeğe devam ettiğimde öksürük tuttu. Behcet Aslan bir bardak su uzattığında suyu alıp içtim. "Yavaş...Yavaş ye biraz, boğulacaksın." boğazımda bir kaşıntı var gibi gıcık girmişti. Öksürüklerim devam ederken yüzümde kaşınmaya başladı. Kaşıntı kollarıma geçtiğinde öksürüğüm şiddetlendi. "Diyar. İyi misin? Al biraz daha su iç." Aslan tekrar su uzatırken Berçem sırtıma hafif hafif vurmaya başlamıştı. "Yenge yüzün." Behramın ve diğerlerinin bana dikkatle bakmasıyla elim yüzüme kaydı. "Nolmuş yüzüme?" Bedir elini kardırıp kollarımı gösterdi. "Sadece yüzün değil her yerin kızarmaya başladı. Kırmızı kırmızı bir şeyler çıktı." Kollarıma baktığım da her yerimde kırmızı lekeler olmuştu. Ve aşırı kaşınıyordum. Ona eşlik eden öksürüğü söylemiyorum bile. Yüzümü kaşımaya başladığımda Behcet Aslan ellerimden tuttu. " Dur kaşıma yara yapacaksın." "Çok kaşınıyor ama yaaa... " " Birden noldu böyle!" Bir taraftan boynumu kaşırken bir tarafta bana şaşkın bakan insanlara baktım. "Bunların içinde ne var?" yemekleri gösterdim. "Fıstık yada fıstık tozu felan var mı?" "Yenge yediğin kebap fıstık kebabı." Behrama baktım. "Sen ciddi misin? Ya kebabın içinde fıstığın ne işi var. Benim fıstığa alerjim var." Behcet Aslan elimden tuttuğu gibi beni peşine takmıştı. "Niye benim haberim yok fıstığa alerjin olduğundan." "Cidden şimdi bunu mu konuşacağız kaşıntıdan ölmezsem nefes darlığından öleceğim." Kapıya geldiğimizde bizle birlikte Behram Bedir ve Berçem de gelmişti. "Abi bizde gelelim." "Gerek yok Bedir siz kalın." Kapıyı açtığında ön koltuğa oturdum. Nefesim gittikçe kesilmeye başladı. "Biraz daha hızlı olamaz mısın? Öleceğim şimdi." "Az kaldı sabret." "Kolaysa sen sabret." Yabancı topraklarda geberip gideceğim Allahım birde bana sabret diyor. Hastaneye geldiğimizde arabadan indiğim an uçarak acile girdim. "Kimliğini yine yanına almadın dimi." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Nerede senin kimliğin her seferinde sorun yaşıyoruz. Sana yeni bir kimlik çıkartalım hem soyadında değişti. Yeni kimlik şart." "Tamam tamam sen hallet kaşıntıdan öleceğim hadi." 1 saattir verilen serumdan sonra anca kendime gelebilmiştim. Kaşıntılar azalmıştı. Elimi tuttuğunda sedyeden biraz kalktım. "Şuna bak her yerini kanatmışsın." Kollarım tırnak izi ve kan olmuştu. "Napayım kaşınıyordu." Eli hafif hafif kolumda gezindi. "Hala kaşınıyor mu?" "Biraz." Kollarımı dikkatlice zarar vermeden kaşımaya başladı. Onun her bir dokunuşuyla yutkundum. Kalbim gögüs kafesimi delip geçecekti. "Yüzümde kollarım gibi mi?" Gözleri yüzümün her bir zerresinde gezdi. O baktıkça benim karnıma bir sızı girdi. "Merak etme yüzüne bir şey olmadı. Kaşıyacağın zaman tuttum. Hala çok güzel." yanaklarıma bir sıcaklık bastı. Nefes almak bu kadar zor mu olur. Hala çok güzel dediği benim yüzüm yani beni güzel buluyor. Behcet Aslan bana dolaylı yoldan güzel dedi. Kapının açılmasıyla içeriye hemşire girdi. Serumu kontrol etmeye başladığın da Behcet Aslan oturduğu sandalyeden kalktı. "Seni merak ettiler saatlerdir kaç kere aradılar haber vereyim sen dinlen." "Peki." Behcet Aslan odadan çıktığında hemşire serumu yavaşlatıp oda çıktı. Bense yorgunluktan gözlerimi yumdum. Kapının gürültüyle açılmasıyla gözlerimi korkuyla açtım. İçeriye Diyarın annesi ve Halası girdiğinde arkasında Diyarın en büyük ve en küçük abileri vardı. Her birinin ismi bile aklımda kalmamıştı. Şimdi sorsalar söyleyemem o derece. "Kızım... Yavrum iyi misin?" "İyiyim merak etmeyin." "Ah kuzum şu haline bak her yerini çizmişsin. Berçem arayınca çok korktum iyi misin? Ah kuzum benim. " Diyarın annesi, halası ve abisinin meraklı bakışları altındaydım. "Ah kızım alerjin olduğunu bile bile neden yersin ki." Diyarın annesinin sözleriyle ağzım o şeklini aldı. Diyarında benim gibi fıstığa mı alerjisi vardı. Bu benzerlikler gittikçe tuhaflaşmaya başladı. Saatler geçmiş ama hala Behcet Aslan odaya gelmemişti. Diyarın küçük kardeşine telefon açıp beni eve onların bırakmasını istemişti. Ben böyle hastane odasındayken beni bırakıp nasıl gitmişti. Diyarın ailesi beni konağa bırakırken herkes beni bekliyordu. Gözlerim Behcet Aslanı arasada yoktu. Bu kadar önemli olan şey neydi. Beni merak etmemişmiydi. Herkesin iyi dileklerini alıp odaya gittim. Nedense içimde bir kırgınlık vardı. Biraz ilgi göstermesini merak etmesini isterdim ama eve bile gelmemişti. Üzerimi değiştirip kendimi yatağa attım. Yorgunluktan göz kapaklarım ağırlaştı. ???????? O beklediğim büyük gün geldi. Bugün özgürlüğüme bir adım yaklaşıyorum. Gözlerimi açtığımda onun gözleriyle karşılaştım. Uyanmış ve bana bakıyordu. Saçımı okşayıp bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Günaydın." Akşam hastaneden haber vermeden gitmesi beni almaya bile gelmemesi beni kırsada belli etmeden"Sanada." dedim. Yataktan kalktığımda bir an üşüdüm. Kalkmak istemedim. Garip bir huzursuzluk vardı üzerimde. Sanki kötü bir şey olacak gibi huzursuzdum. Dolaptan bir kaç parça eşya alıp banyoya girdim. Üzerime vizyon rengi boydan kolları kısa bir elbise giydim. Banyodan çıktığımda oda giyinmişti. Makyaj dolabının önüne gelip pufa oturdum. Yüzümde azda olsa hala kızarıklık duruyordu. Kapatmak için hafif bir makyaj yaptım. Behcet Aslan lacivert çeketini giydiğinde ayağı kalktım. "Aslan." Başını yavaşça bana çevirdi. "Senden birşey istesem yapar mısın?" O kadar alçak sesle söyledim ki duymayacağını düşündüm. "İste bakalım." Ellerimi önümde bir birine kenetledim. Sesimin tonuna dikkat edip sevimli görünmeye çalıştım. "Hani tiyatroya gitmek istiyordum ya ben işte o bugün. Biliyorsun bende çok sıkılıyorum. Yine biliyorsun ki pek bir yere de gitmiyorum yani demek istediğim tiyatroya gidebilir miyim?" Gözlerini kısıp baktı. Sonra başını salladı. "Saat kaçta." Hemen yerimden kalkıp çekmeceği açtım. Sakladığım tiyatro buroşürünü uzattım. "Bugün saat 12.30 başlıyormuş ondan önce Miran Ağaya ziyaretede gideriz olmaz mı?" "Olur." "Ya hemen karar verme lütfen ama bak çok istiyorum gitmeyi." "Tamam gidelim." "Ama lütfe... Sen gidelim mi dedin?" gözlerim şaşkınlıkla yuvalarından çıkacaktı. "Evet gidelim. Hatta şimdi çıkalım kahvaltıyı dışarıda yapalım." Bir yanım sevinçli bir yanım buruk. Ne hissettiğimi bile anlayamıyorum. Tiyatroya gidecek ve Deryayı bulacaktım. Bugün Herşey bitecek kurtulacağım. Birlikte arabadan indiğimizde hemen etrafıma baktım. Gösterişli taşların süslediği, tarih akan görüntüsüyle geçmişe götüren büyük bir konağa gelmiştik. Konak restore edilmiş özenle dizayn edilmişti. Tarasa çıktığımızda köşeye oturduk. Etraf fazla sessiz ve sakindi. Bizden başka müşteri yoktu. Bu kadar güzel manzaralı güzel görünümlü bir yerin neden müşterisi olmasın hala şaşırıyorum. Biz daha bir sipariş vermeden garsonlar çeşit çeşit kahvaltılıklar getirmeye başladılar. Masa tamamen dolduğunda gözümle bile doymuştum. "Gönül rahatlığı ile yiye bilirsin fıstıklı hiç birşey yok." "Yok ona bakmadım." "Benim bilmediğim başka bir şeye alarjin var mı?" çatalımdaki peyniri ağzıma atıp büyük bir iştahla yerken başımı olumsuzca salladım. "Sadece fıstık başka bir şeye yok merak etme." Bir süre yüzüme bakıp dalıp gitti. "Fıstıktan başka bir şeye alerjin yok yani." "Yok dedim ya." Ben kahvaltıma devam ederken o hala bana bakıyordu. "Niye öyle bakıyorsun. Çayın soğuyacak başlasana." Başını sallayıp önümdeki lezzetli Mardin göresine ait çevizli incir reçelini ekmeğe sürüp bana uzattı. Elinden alıp ağzıma attım. Çok lezzetliydi. Birlikte güzel bir kahvaltı etmiştik. Restore edilmiş konaktan çıktığımızda Behcet Aslan elimden tuttu. Arabaya kadar el ele yürüdük. Hastanenin önünde arabayı park etti. İnmeden önce yolda aldığımız çiçeği arka koltuktan alıp arabadan indim. Tekrar elimden tuttuğunda el ele hastaneye girdik. Miran ağanın kaldığı odanın önüne geldiğimizde kapıyı tıklatıp içeriye girdik. Miran ağanın yanında gülümseyerek bir şeyler anlatan benden yaş olarak daha küçük esmer uzun siyah saçlı bir kız vardı. Muhtemelen kızı Zübeyde olmalıydı. Miran Ağa vurulduğu gün görmemiştim. Sinir krizi geçirdiği için ilaç verilip uyutulmuştu. Babasına düşkün olduğu ilk görüşte bile anlaşılıyor. Yatağın karşısında tekli siyah koltukta oturan Civan bizi gördüğünde ayağı kalkıp selam verdi. "Hoş geldiniz." "Merhaba rahatsız etmedik umarım. Biz Miran Beyin nasıl olduğunu merak ettik." Civan hemen sözlerime başını sallayıp eliyle siyah çift kişilik koltuğu gösterdi. Elimdeki çiçekleri Zübeyde ye verdim. "Estağfurullah ne rahatsızlığı bacım buyrun oturun." Biz oturduğumuz da Civan, Miran Ağaya bizi gösterdi. "Baba, Diyar Hanım Behcet Aslan ağanın eşi. O gün sen vurulduğunda seni bulan. O olmasa Allah korusun düşünmek bile istemiyorum. Şükür ki erken haber verdi hastaneye yetiştirdik." Tekrar bana dönüp gülümsedi. "Tekrar teşekkür ederiz. Allah razı olsun." "Ne demek kim olsa aynı şeyi yapar." Konuyu değiştirmek için Miran ağaya baktım. "Geçmiş olsun nasılsınız Efendim." Miran Ağa yüzümü inceledi. Yeşil gözleri kısıldı sonra tekrar gözleri büyüdü. Bir şey söylemek için ağzını açıp kapattı. Cevap vermemesi beni biraz şaşırtmıştı. Behcet Aslan yerinde kıpırdanıp konuştu. "Miran Ağa nasıl oldun iyi misin?" Miran Ağa gözlerini yavaşça benden çekip Behcet Aslana baktı. Başını sallayıp tekrar bana baktı. "Babam eski toprak ona bir şey olmaz." Civanın o gün hastanedeki halini görmesem şuan ki kurduğu cümleyi inanarak söylediğini düşünürdüm. Kapı açıldığında başımı kapıdan giren Miran Ağanın eşi Fatma Hanıma çevirdim. Bizi gördüğünde kapının kenarından bize baktı. " Hoş geldiniz. " Sesi gergindi. Kapıyı kapatıp Miran ağanın yanına geçti. Miran Ağa karısıyla bakışıp kendi aralarında gözleriyle bizim anlayamadığımız bir konuşma yapmış gibilerdi. Ortamda anlayamadığım bir gerginlik huzursuzluk vardı. Nefesimi dışarı verip Behcet Aslana gidelim bakışı attım. Gerçekten içimde bir huzursuzluk vardı. "Sen kimlerdensiz kızım." Geldiğimizden beri ağzını açmayan Miran ağanın sesiyle yerimde kıpırdandım. "Kimin kızısın sen?" "Ben Ve..." Napıyorum ben kendi babamın ismini söylüyordum az daha. Veli Atalanın kızıyım diyecektim. Cümlemi öksürükle kestim. Sahte öksürüğümü uzattıkça uzattım. Ne diyeceğimi bilemedim. Diyarın ailesine kimler deniliyordu. Yada babasının adı neydi. Allah beni kahretmesin ne diyeceğim ben. Zübeydenin uzattığı su dolu bardaktan yavaş yavaş yudum aldım. O kadar yavaş hareket ediyordum ki o sırada ne diyeceğimi düşünüyordum. "İplikçilerden Halil Feddahın kızı." Behcet Aslanın konuşmasıyla ona baktım. Şükür ki benden önce o söylemişti. Rahat bir nefes verip su bardağını Zübeyde ye uzattım. "Halil'in 3 oğlu yok muydu? Kızı olduğunu bilmiyordum." Miran Ağa benden bakışlarını çekmeden konuştuğunda gülümsedim. "Ben en küçük numarayım tabi kız çocuklarına pek değer verilmiyor görmezden geliniyor bilmemeniz normal." Benim konuşmamla hayretle kaşları kalktı. Behcet Aslan dirseğiyle kolumu dürttüğünde omuzlarımı silktim. "Ne yalan mı? Erkek çocuklarına verilen değerin yarısını vermiyorsunuz kız çocuklarına." Behcet Aslan sıkıntıyla nefesini verip kulağıma fısıldadı."Karıcığım burada konuşulacak konumu şimdi." O ne güzel Karıcığım dedi öyle. Ay bana birşeyler oluyor. Vicdansızın oğlu bir kere daha mı desen. Miran Ağa'nın gülme sesiyle bakışlarımı Behcet Aslandan çekip Miran Ağaya baktı. "Hanım kızımız fazla açık sözlü anlaşılan." Az önceki tavrı tamamen değişmiş daha sıcak ve gülümseyerek bakıyordu. Hasta ziyareti kısa olur derler ama bizim ki uzadıkça uzamıştı. Miran Ağa ve ailesi çok sıcak kanlı ve samimi insanlardı. Birtek eşi Fatma Hanım sohbetlere katılmadı ve oldukça mesafeliydi. Bazen bir insanı sevmek için günlerce aylarca vakit geçiririz bazense görür görmez severiz. İçimiz bir anda ısınır samimi oluruz. Miran Ağa, sert ve korkutucu görüntüsünün aksine güler yüzlü neşeli biriydi. Tanışmamızın üzerinden saatler bile geçmeden kendini sevdirmişti. İçim içime sığmıyor. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor. Oturduğum koltukta kıpırdandım. Elim cebimde sıkı sıkı Deryaya yazdığım mektubu tutuyorum. Heyecandan ellerim terliyor yüzüm kızarıyor. "Erken geldik galiba." Behcet Aslan saatine bakarak konuştuğunda ben sadece başımı salladım. Gösteri henüz başlamamıştı salon yavaş yavaş dolmaya başladığında perde kapandı. En öndeki koltuklara oturmuştuk. Salonun ışıkları kapanırken perde açılmaya başladı. Oyuncular sahneye çıkmaya başladıklarında gösteri başladı. Sahneye Derya girdiğinde gülümsedim. Artık amacıma bir adım kaldı. Bir şekilde Deryaya ulaşmam lazım ama nasıl? Elim karnıma gittiğinde yüzümü buruşturdum. Benim huzursuzluğumu farketmesi için yerimde kıpırdandım. Amacıma kısa sürede ulaştığımda Aslan soru sorar gibi baktı. Elini sırtıma koyduğunda fısıltıyla konuştu."İyi misin?" "Karnıma ağrı girdi. Ben lavaboya gidip geleyim." "Bekle bende geleyim seninle. Yediğin birşey dokunmuş olabilir mi? Ben sana sordum dimi başka birşeye alerjin varmı diye." "Sakin ol lütfen. Ben iyiyim üşüttüm galiba. Hem lavaboyada mı benimle geleceksin yuh artık ama istersen birlikte yapalım tövbe tövbe..." Aslan konuşmak için ağzını açtığında arkamızdaki kadının "Şittt gençler biraz sessiz olun!" Uyarısıyla susmak zorunda kalmıştı. Neyseki bu seferlik şans benden yanaydı. Tiyatro salonundan dikkat çekmeden çıktığımda, işe kulisin nerede olduğunu aramakla başladım. Ayaklarım heyecandan titriyordu. Nefes nefese kulise girdiğimde bir çok aktör oyuna hazırlanıyor herkes kendi halindeydi. Oradan oraya koşturan insanların arasında kaldım. Etrafımdaki insanlara tek tek baktım ne yapacağımı bilmiyordum. Gözüm yanımdan geçen uzun boylu beyaz elbiseli güzel bayana takıldığında bir hışım önüne atladım. "Merhaba hanım efendi ben sizden ufak bir iyilik..." "İnanın şuan vaktim yok oyuna giriyorum." Hızla yürüyüp gittiğinde hayal kırıklığı ile baka kaldım. Ama pes etmek yok. Gözlerim bu kes kendi halinde oturup elindeki kağıta bakan gence kaydığında vakit kaybetmeden yanına gittim. "Merhaba beyfendi..." "Tut bakalım başlıyorum..." Elindeki kağıtı bana verip ayağı kalktı. Üzerindeki her yeri yırtılmış eski çeketin ceplerine elini koyup başını eğdi. "Siiii...zinnn... gi gi gibi gü gü zel güzel ba ba ba yan bayan ba bana bakar bakar mı? Bee be ben kimim ki si si size yaaaaa ya ya yakışacak. Bu adam ne diyor Allah aşkına kekeme mi? Az önce düzgün konuştu sanki. Hayratle baktığımda elimdeki kağıtı alıp bana tuttu. "Niye öyle boş boş bakıyorsun. Sıradaki cümleyi söylesene." "Bakın ben sizden birsey istemem gerekiyor yardım eder..." "Nihat sıra sende" Adının Nihat olduğunu öğrendiğim adam yanımıza telaşla gelen genç hızla birlikte uzaklaştığında yerimde kala kaldım. İnanamıyorum bir Allah'ın kulunu bulamadım yardım edecek çıldıracağım. Aslan fark etmeden gitmem lazım. Kimin yanına gitsem herkes benden telaşlı yüzüme bile bakmıyorlardı. Boğazımı temizleyip yüksek sesle "Biri bana yardım edebilir mi? Lütfen..." Dediğimde tüm gözler beni buldu. "Bakın çok acil 1dakikanizi rica ediyorum." "Hasret!" Karşıdan siyah elbisesinin içinde hızla bana gelen Deryayı gördüğümde ayaklarım yerden kesildi sanki. İsmim onun dudaklarından döküldüğünde mutluluktan gözlerim doldu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD