İHANET

1280 Words
2.BÖLÜM İHANET "Dün gece ne diye beni sinir ediyorsun Çağrı ya!" hafif sitemle karşıma dikilir dikilmez söylenmeye başlarken dün geceden beri sinirden uyamıyordum. Çağrı, başını kaldırdı ve çıldırtıcı derece de olan gülümsemesini dudaklarının arasına bahşederken nevrim dönmüştü. "Sevdiğimden! Sadece sevdiğimden..." bak ya! İnsanı dini imandan çıkartırdı. "Başlarım sevdiğinden de ha!" ani bir çıkışla çığlık atarken Çağrı'nın yüzündeki gülümseme anında solarak ciddi bir tavra bürünürken bakışları tek bir yere odaklanmıştı. Boynuma... Nedenini anlamayarak gözlerine bakmaya devan ederken, Çağrı bakışlarını kısarak elini bir anda boynuma doğru götürdü. Eline değen bir şeyle ve tenime değen soğuk metal zincirle yerimde mıh gibi kalırken, Çağrı bir anda zinciri boynumdan sertçe çektiğinde boynumun acısını umursamıyor gibi bir hale bürünmüştü. Gözleri bu sefer öfkeyle parlarken acıyla boynumu ovalıyordum. Ne yaptığını hala anlayamamıştım nedense. "Ne yapıyorsun Çağrı sen?" diye yüzümü ekşiterek sorarken bana bakmıyordu. Tek odağı elindeki zincirdi. "Canımı yaktın..." Beni duymuyor muydu yoksa duymazlıktan mı geliyordu? "Bu kolye, eski sevgiline ait değil mi? Ne arıyor boynunda?" kısık ve bir o kadar da kendini zor tutuyormuşçasına hesap sorar gibi tıslarken "Ne kolyesinden bahsediyorsun Çağrı, anlamıyorum?" demiştim hala boynumun acısıyla. Çağrı hiddetli bir şekilde elindeki kolyeyi yere fırlattı. Hafif çığlık atarak geriye giderken o kolyeyi bana fırlatmak ister gibiydi. "Bak, şuna?" dercesine gürleyerek yerdeki kolyeyi işaret ederken yutkunmaktan zorlanarak yere doğru baktım. "Bu kolye boynunda ne arıyor cevap ver?" bir kez daha sertçe çıkışırken kolyeye daha dikkatli baktım. Ama bu kolye... Hızla gözlerine baktım. Ağzım şaşkınlıkla aralı kalırken, Çağrı sinirden kaskatı kesilmişti. Gözleri ateş fışkırıyordu. "ONU UNUTAMADIĞIN İÇİN Mİ YENİDEN BOYNUNA TAKTIN, HA?" "Kırıcı olduğunun farkında mısın? O nasıl hitap? O kolye nasıl boynumda olduğundan haberim bile yok!" desem de bana inanmayan gözlerle bakıyordu. Parmağını bana doğru salladığında ise beynimde deprem olmuş gibi sarsılarak irkildim. Ne ima ediyordu bu adam bana? O kolyenin ne ara boynuma takıldığından bile yokken gözlerime iğneleyici bir tavırla bakıyordu? "SON KEZ SÖYLÜYORUM HERA, O KOLYE NEDEN BOYNUNDA?" Çağrı'nın gözlerine öyle bir bakıyordum ki... Kırılmış kalbe tuz basar cinstendi. Çağrı, ellerini sıkmış burnundan soluk verirken benden düzgün bir yanıt bekliyordu. Gözlerinin içine kırgınlıkla bakmaya devam ederken yerden aldığım kolyeyi elimde tutarak baktım. O kolyeye baktığım zaman eskisi gibi kalbim çarpmıyordu. Bitirmiştim çünkü artık olan sevgimi. Kolyeye baktığımda sadece koskocaman bir boşluk hissediyordum. Dudaklarımı araladım ama diyecek tek kelime bulamayarak geri kapattım. Dişlerim soğukta kalmış gibi zangırdarken elimde sımsıkı tuttuğum kolyeyi Çağrı'nın yüzüne fırlattım. Gözleri alev alevdi. "Bu kolye için beni kırmaya değer miydi? Ki bu kolye boynuma nasıl takıldı ondan dahi haberim yok! Bak, gözlerime! Derinliklerine bak ama çünkü orada senin kara harelerinden başka renk yok! Sana demiştim Çağrı? Ben sevdim mi tam severim, azı ya da birazı olmaz bunun!" diye koridoru inlettiğimde tüm öğrencilerin bakışları bize dönmüştü. Çağrı, yerinde votka atıp ellerini saçına götürerek çekiştiriyordu. Koridordakilerini umursamayan bir hali vardı. "Bu kolye ne zamandır boynundaydı?" diye daha çok üstüme gelirken, olumsuzca başını salladım. "O kalın kafan basmıyor değil mi? Ben o kolyeyi çöpe attım, çöpe!" dedikten sonra aklıma bir ihtimal geldi. Kaşlarımı kuşkuyla yukarıya kaldırıp "Çağrı yoksa sen, benden şüphe mi ediyorsun? Yoksa bahane mi arıyorsun ayrılmak için? Eğer öyleyse..." sözümü bıçak keser gibi kesmişti. Gözleri hayretle büyüdüğünde inanamıyordu. "Hera'm, nasıl ayrılabileceğimi düşünürsün senden? Defalarca senin için çabalamadım mı? Ben, senin aşkından asla şüphe etmem bunu aklından bir çıkart. O kolyeyi görünce çıldırdım tamam mı? O kolyeyi eskiden ne kadar çok önemsediğini de biliyorum. Ama onlar eskide kaldı." sözünü bir türlü toparlamayı bırak, her şeyi birbirine karıştırmıştı. "O zaman neden bana sürekli imada bulunuyorsun? Seni sevdiğimi bildiğin halde neden yakışamayan şeyler diyorsun bana! O kolye eskiden önemsiyordum kabul ama 'eskide kaldı' diyorsun sen de! Ben o defteri yıllar önce beni terk etmesiyle kapatmıştım. Hayatımda sadece sen varsın anladın mı, sen! Kolyeyi mi kıskandın öyle mi? Al sana kolye o zaman!" der demez gözlerinin önünde hatta tüm koridorun önünde kolyeyi parça pençik etmiştim.  * Benim adım ihanet. Sevenleri sevdiklerinden vuran bir hissim. Bıçakla, silahla uğraşmam, yürekten vururum. Benim adım ihanet. Altı harften oluştuğuma bakmayın. Çok can yakarım. 'Bir kelimeden ibaret' deyip de hafife almayın...* Gardiyan hala bana bakarken usanmış gibiydi. Kim bu saatte, sabahın köründe gelir ki... Üç senedir kardeşim gelirdi ama her seferinde reddeder gitmesini beklerdim. Ama bıkmadan usanmadan her gün gelen Mehtap inadından vazgeçmiyordu. Yüzlerine bakacak yüzüm yoktu ki ben de... "Hera Karaeski gelmemesini istiyorsan araya aracı sokma! Git, kendi söyle?" çok kolaydı değil mi? Sert tonuyla bağıran gibi tıslarken derin nefes aldım. "Kim olduğunu söylemezsen gelmem!" ki, söylemezdi ve kim olduğunu biliyordum zaten. "Hera Karaeski ziyaretçin var!" son bir kez daha ikaz ederek diretirken sabrı kalmamış gibiydi. Yüzüne kararlı bir tavırla baktım. "Ben de 'istemiyorum' dedim!" "Bu saatte sabahın köründe içeriye bin türlü şey yaparak seni görmek adına geldi. Sırf seni bir dakika bile görebilmek için türlü türlü yollar deneyen kişiyi ret mi edeceksin?" "Evet! Çünkü kimseyi görmek istemiyorum! Hiç kimseyi hem de!" benim de sabrım taşıyordu. Sabahın altısında gördüğüm kâbus yetmiyormuş gibi bir de bu saatte gelen isimsiz ziyaretçinin inadıyla uğraşıyordum. Olumlu bir şekilde başını sallayıp 'tamam' dercesine geri çekilip koğuşun kapısını üstüme kapattı. "Kızım sen bu saatte neden uyanıksın?" arkamdan gelen Songül teyzenin sesiyle irkilirken parmağımı damağına götürdüm. Hızla arkama dönerken "Korkuttun beni Songül teyze!" diye sessizce inledim. "Hiçç." diyerek uzatırken "Sabah namazı için uyanmıştım kızım." diye açıklamada bulundu. Ayağa kalktım. İçimin sıkıntısı ancak namaz kılarsam geçerdi. "Ben de geliyorum." diyerek abdest almaya gittik. * "Kızım, yine onu mu düşünüyorsun?" düşüncelerimden beni çekip alan ses Songül teyzenin sesi değil de Mehtap'ın sesi gibi geliyordu bana. Ne kadar özlesem de yüzüne bakamazdım ki... Benim yüzümden başına gelmeyen kalmamıştı. Çağrı'nın yüzünden bir sürü kişinin canını yaktım. Öldürdüm, ihanet bile etmiş olabilirdim. Çağrı'yı seçerek ablamı es geçmiştim. Oysaki ablamın sözümü dinleseydim... Belki de burada dört duvar arasında olmayacaktım. Ellerim, cinayet kanı kokmayacaktı. Kalbim bu denli ağrımayacaktı. Nefes almak haram gibi olmayacaktı. Bir kerecik olsun aklımı dinleseydim kalbimin yerine her şey farklı olacaktı. 'Aptalsın kızım sen! Gözün, kötülüğünü göremeyecek kadar aptalsın! Adam seni sevmiyor, parmağında oynatıyor! Gör artık bunu!' 'Çağrı beni seviyor abla! Her şeyden vazgeçecek kadar hem de?' 'Olur da? Bir gün seni kullanıp köşeye fırlattırsa? Ki, inşallah ben yanılırım! Gelip de ağlama bana! Yüzünü bile göremezsin!' Ben çok kötü yanıldım be abla! Gözümün kör olacağı kadar... Kalbimin kör bir aşığa dönüşecek kadar çok pis yanıldım! Ben senin yüzüne bu saatten sonra bakamam ki? Sen istesen de ben artık yüzüne bakamam! Yapamam bunu sana, olmaz! Affet bu Kunduz kardeşini abla! Ben bu yükün altından sıyıramıyorum! Dayanamıyorum abla, dayanamıyorum artık! Ani bir hıçkırıkla koğuşu ayağa kaldırırken başımı ellerimin arasına almış masaya gömmüştüm bile. Kimseyi duyamayacak kadar sağırdım artık. Hıçkırıklarım duraksamak yerine daha da arttı. 'Seni çok seviyorum Ölüm Perisi. Kulaklarım herkese sağır bir sana değil! Bir sana böyle bakıyorum. Herkes yalan bir sen gerçeksin Ölüm Perisi.' "Sus! Allah'ın cezası sus! Sus, sus, sus... Sesini duymak istemiyorum! Yalvarırım, artık sus! Ne olursun sus!" aklımı yitirmek üzereydim artık. Kafamın içi onun masum çıkan sesiyle dolmuştu. Yalandı işte! Ne sesi masumdu ne de kendisi! "Hera! Kendine gel! Sıla koş bir su getir, hemen!" Songül teyzenin sesi parça parça kulaklarıma geliyordu. Kriz geçiriyordum sanki. Kalbimin ağrısına bir de boğazımın düğümlenmesi eklenmişti. Kafamı gömdüğüm masadan kaldırmak bilmiyordum. Eğer ki kafamı kaldırırsam onu karşımda görecek gibi his vardı. 'Seni çokkk seviyorum Ölüm Perisi! Aklımın alamayacağı kadar kalbimin yetmeyeceği kadar çok hem de!' "Ahhhhh! Sussss! Kes sesini!" "Sıla, getirdin mi suyu?" dediğini zar zor duydum Songül teyzenin. "Al şu suyu Hera?" deyişiyle önüme su dolu bardağı uzatmıştı. Başımı kaldırdım. Ellerimi saçlarımdan çektim. Suyu elinden aldığım gibi kana kana içtim. O anda beynimde yankılanan iki ayrı ses öldü. Yok oldu. Bu sefer de gözlerim karardı. Önümü bulanık bir şekilde görmeye başladım. Ayağa kalkacak gibi oldum. Elimdeki bardak yerle tuzla buz oldu. Alnıma giden elimle dengede durmaya çalıştım. Dahasını da hatırlayamadan kendimi bir anda zemine düşerken buldum. 'Onu sevecek kadar aptalsın Hera!'
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD