YIKIM
1.BÖLÜM
YIKIM
Emanet, bir kalp ise... Ona gözün gibi bakacaksın, gözün gibi seveceksin. Çünkü o bir kalp kırılır, parçalanılır...
Benim emanetimi niye kırdılar neden parça pencik ettiler? Neden...
Neden bu intikam! Neden bu ihanet! Sev işte ya, sev. Ya da sevme bırak! Neden ihanet ettiği halde kalbimi geri istiyor? Ben ona kalp veremem ki bir daha... İncindim, sapladın hançerini.
Beni, kendine ne güzel mahkûm etmiş öyle... Ne güzel bakıyordu bana? Ne güzel seviyordu? Bir gülüşü vardı. Bir gülüşü...
Bu gülüş, kalbimi öldürdüğü gülüştü...
Bu gülüş, hayatımı altüst eden şeytani gülüştü...
Hayatımdan bir daha âşık olma şansını alan nefretle gülüştü...
Bu gülüş, hayatımın pahalısına dair unutmayacağım acılı gülüştü...
Gözyaşlarım sel gibi aktı gitti. Hıçkırıklarım boğazımda dizildi. Kalp ağrım ciğerimi deldi. Sesim, tüm çığlıkları delip geçti. Ayaklarımda derman kalmayınca denk koştum.
Koştum sadece...
Durmadan, yılmadan, yorulmadan koştum. Bir dağ gibi yıkıldım. Koskocaman bir dağ gibi yıkıldım...
Kalbimde meydana gelen yıkım, dağların çöktüğüydü. Bir depremin enkazındaydım sanki. Herkesten, her şeyden uzaklaşmam gerekiyordu. Nefesim yüzüme vururken aklımda bir tek yer vardı.
Herkesten uzaktan bir yer... Kimseyi göremeyeceğim tek yer karanlıkların ardıydı. Artık kimseye tahammülüm kalmamıştı.
Bir süre sonra koşmayı bırakarak dizlerimin üzerine ellerimi koydum. Kalbimin hızı eskiye dönerken başımı karşıya doğru kaldırdım.
İşte benim sonum... Her şeyin son bulacağı yer.
İçeriye geçtiğim gibi merdivenlerden çıktım. Kendimden emin bir şekilde kapının yanındaki memura baş selamı vererek kapıyı tıklattım. İçerden 'Gel!' komutunu duyar duymaz kapıyı açıp içeriye buyurdum.
Bakışları beni bulunca buyur kızım dercesine hafif gülümsedi. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Saniyeler bana bir asır gibi gelirken kendimi sakinleştirdim ve dudaklarımı ağırca araladım.
"Bir ihbarda bulunacaktım Komiserim?" dediğimde bana dikkatlice baktı ve dinlemeye başladı.
"Söyle kızım?"
"Ben bir cinayet işledim. Ben bir adamı vurdum Komiserim. Cezam neyse çekmek istiyorum. Şahitlerim de var. Orada işlediğim cinayetin kamera görüntüsü de cebimde. İsterseniz size onu gösterebilirim?"
Bana şaşkın gözlerle bakıp anlamaya çalıştı.
Evet, benim tek güvendiğim yer artık burasıydı. Kalbimin karanlığı burada hapsolacaktı. "Kızım bu büyük bir itham. Emin misin? Bak, akıllı bir kıza ben..." sözlerini keserek cebimdeki kamera görüntülerini kopyaladığım flash belleği çıkartarak Komiserin önüne koydum.
Belleğe bakıp ardından tekrar bana baktı. Tereddüt etse de bilgisayarına taktı ve izlemeye başladı.
Benim hıçkırıklarımla beraber ateş sesi odada yankılanınca gözlerimi sımsıkı kapattım. Sanki o anı yeniden yaşıyordum. Bedenim titremeye başladı, tüylerim ürperirken sesler bir anda kesildi.
"Orhan buraya bak, koçum?" diye seslendiğinde içeriye Orhan denilen polis girdi. Baş selamı verip bekledi. "Kızı nezarethaneye koy daha sonra mahkemeye sevk edilecek." diye komut verdiğinde başıyla onayladı. Ardından da kelepçeler bileklerime takıldığında bayılacak gibiydim.
Her şey bitmişti işte... Buraya kadarmış özgürlüğüm... Ellerim kelepçeli odadan çıktığımızda yüzümü yere eğmiştim. Aşağıya indiğimizde nezaretlerin demirli kapısını açtı. Ardından da kelepçeleri çözdü. Bileklerimi ovalarken içeriye tıkıldım. Üstüme demir kapı kapatılıp çıktı.
Sopsoğuktu. Ruhsuz gibi atan kalp gibi sopsoğuk...
*
"Davalı Hera Karaeski Türk ceza kanunun 81. Maddesi gereği kasten adam öldürmek ve delil saklamak suçundan otuz yıl hapis cezasına mahkûm verilmiştir."
Mahkeme kararıyla otuz yıl hapis cezası yerken hiç çıkmamayı yeğlerdim. Adliyeden çıktığım gibi beni cezaevine naklederlerken dört duvar arasında bir hayat bekliyordu.
Yapyalnız, yalansız bir hayat... İnsanlardan uzak bir yer, kötülerin cezalandırdığı alan... Bana daha çok sıcaktı. En azından dışardaki ikiyüzlü insanlar gibi değildi burası.
Bir acı bin acıya bedelmiş...
3 SENE SONRA...

Hayat, yıkım kararı verdi mi ne önünde sevgi durur ne de şefkat. Ve bir yıkım merhamete bile acımaz enkaza çevirirdi.
"Kızım, avluya çıkma saati geldi! Gelmeyecek misin?" diye soran Songül teyzeyle başımı masadan kaldırdım. Yorgun bir sesle "Gelmeyeceğim abla. Kendimi biraz halsiz hissediyorum." dediğimde ayakta bile duramıyordum. Songül teyze sesimden hasta olduğumu anlayarak yanıma telaşla oturdu. Elini alnıma götürdüğü gibi geri çekerken panik dolu bir sesle "Sen yanıyorsun!" diye bağırdı.
Songül teyzenin yüksek sesi rahatsız edici bir şekilde olunca yüzümü buruşturup "Başım çatlıyor abla! Ne olur dibimde bağırma!" diye inlerken başımı tutuyordum.
Çok şiddetli bir ağrıydı. "Kalk revire gidiyoruz!" diyen Songül teyzeyle huysuzca mırıldandım. "Ihlamur içerim geçer."
"Ne ıhlamuru? Yanıyorsun diyorum!" diye azarlarken kolumdan tuttuğu gibi koğuştan revire doğru götürdü. İstemsizce hareket ederken beni sedyeye uzandırmıştı. Çok halsizdim. Kıpırdayacak gücüm kalmadı. Karnım da ağrımaya başlamıştı.
İçeriye giren Tuğra'yla bakışlarımı zor olsa da ona çevirdim. "Ne zaman gece banyoyu etmeyi bırakacaksın Hera? İllaki kendini hasta etmek mi istiyorsun!" gelir gelmez her zaman ki azarlamasını yapan Tuğra'yla bıkkınca ofladım.
"Seviyorum, tamam mı?" güçsüz çıkan sesimle bağırmaya çalıştım. Ağzımın içine ateş ölçeri tıktığında sus demeye getiriyordu.
"Sevdiğin bazı şeyler seni hasta ediyor bunu da öğrensen iyi olur!"
Ateş ölçerden ses gelirken ağzımdan çıkardı. Ardından imalı bir şekilde göz devirip "Haklısın." diye onayladım. "Sevdiğim her ne varsa bana zarar verdi." bu sevdiğim adam dâhil...
"O yüzden kendine dikkat etmen gerek. Hiçbir şey için kendini üzmeye, hasta etmeye değmez." gözlerimin içine bakarak fısıldadı. O günü ima ediyordu. Çağrı'nın bana ihanet ettiği günü...
Daha sonra bakışlarını benden çekmeden kenardaki ecza dolabından ilaç aldı. "Bu ilacı iç? İki güne kalmaz ayağa kalkarsın."
"İyileşir mu?" diye o günü kastettim. Tuğra anladı. Tuğra beni yine anladı. "İyileştiririz."
Zeytin gözleri yine parladı. Su dolu bardağı elime vererek diğer elimin avucuna hapı koydu. Hapı bir dikişte yutup bardağı sehpaya koydum. "İyileşecek bir kalbim yok benim! O bana emanetti ve ben emanetimi geri verdim. O yüzden de iyileşmez." diyerek ayaklandım.
Revirin dışına çıkarken arkamdan baktığını hissedebiliyordum. Genzimi yakan acıyı yok etmeye çalışırken sesini duydum. "Belki de emanetini başkasına geri verseydin iyileşme şansı vardı. Belki de... O emanet ettiğin sana iyi gelecekti." kısıkça mırıldanırken ellerimi yumruk yaptım. Hissizce gözlerimi yumduğumda ise önüme yine onun gözleri geldi. Bana sevgiyle bakan gözler, içimi artık ısıtmıyordu. O gözler ihanetin belirtisiydi.
"Emanet kalp..." diye fısıldadım gülerek. "Adı üstünde emanet! Her kimin eline geçerse parçalanır, kırılır, ezilir... Bu hep böyleydi. Birine emanet ettiğin şeye zarar veriyorsa artık emanet olmaz. İhanet olur." gözlerim hala kapalı ve arkamı dönüktüm.
Tuğra'nın bakışlarından geçeni bilmiyordum. Tek bildiğim her daim vazgeçmediğiydi.
"İhanet edecek biri olmadım hiçbir zaman.
"Büyük konuşma. Her insan bir gün ihanet eder." son sözü de söyleyerek koğuşuma geri döndüm. Muhtemelen beni uyutacaklardı yine.
'Hastasın sen! Dinlenmek gerekiyor?' diye de azarlarlardı. Gardiyan beni içeriye soktuğunda arkamdan kapıyı kilitledi sanki kaçacak yerimiz varmış gibi...
"Yatağın hazır kızım. Git uzan, ben de çorbanı getireyim." diyen Songül teyzeyle itiraz ettim.
"Yormasana kendini abla! Uzanayım yarına bir şeyim kalmaz." yatağıma doğru geçerek söylediğimde bana yandan kızgın bir bakış attı. Elinde çorbasıyla gelirken o çorbayı kafama dökecek diye tırsmadım değil.
"Sus! Sesindeki halsizlikten anlaşılıyor zaten. Bu çorba bitecek yoksa zorla içirtirim!" diyerek tepsiyi dizlerimin üzerine koydu. 'İçmezsen eğer külahları değişiriz.' diyordu.
"Songül ablayı kızdırmasan iyi edersin Hera? Sen de biliyorsun Songül ablanın tersi pistir." araya giren Bahar'la başımı salladım.
"Bilmez miyim?" diyerek yüzüne bakarken çorbadan bir kaşık almıştım. Üç beş kaşık derken çorbayı bitirmiştim. Songül teyze bir türlü tepemde dikilmeyi bırakmamış son damlasına kadar içmemi beklemişti. Tepsiyi elimden alırken mutfağa koyup tekrar yanıma geldi.
Çorba gerçekten iyi gelmişti. Üzerime uyku basınca gözlerim kapanmak için direniyordu. "Hadi, uyu da dinlen. Sabah yine ateşine bakarım."
"Başımda mı dikileceksen eğer..." sözümü hızla kesti.
"Dikileceğim! Ve vazgeçirmeye kalkışma, geçen sefer ki gibi bir ömür tartışır dururuz!" diye tehditkâr bir şekilde uyarırken dakikasında su koyuverdim. Songül teyzeyi karşıma almaya ne cesaretim vardı ne de yüreğim...
*
"Ben... Ben kötü bir şey yaptım Hera. Hem de öyle bir kötü bir şey yaptım ki... İşin içinden çıkamıyorum. Annem haklıymış, intikam insanı bambaşka hale sürüklüyor. İnsanın gözlerini kör ediyormuş. Ben annemin intikamını, geçmişteki çocukluğumun için senden intikam alıyorum Hera. Ben, ben aslında senden..." başını yavaşlıkla bana döndürdüğünde endişeyle ayağa kalktığını yarı ayık görebildim. Dudaklarından ne anlatıyorsa sadece kendi ismimi algılayabilmiştim. Sonrası ben de yoktu.
Yana doğru düştüğümde birinin kucağında olduğumu hissettim. Bu Çağrı olmalıydı, kokusundan tanıdım. Beynim hiçbir şey algılayamıyordu artık. Yarı uyanık bir şekilde Çağrı'nın kucağındayken birden bağırdığını işittim.
Acıyla...
Feryat edercesine bağırıyordu. Vücudum sarsılıyordu iki bir de. Kriz mi geçiriyordum yine bilmiyordum. Nefesimin kesildiğini hissediyorum. Bir süre sarsıldıktan sonra bir yere uzandığını hissettim. Sopsoğuk bir yatakta sürüklenirken elimi tutmuş 'güvendesin' dercesine sımsıkı sıkıyordu. Bedenim uyuştuğunu hissediyorum artık. Yarı açık, gözlerimin gördüğü kadarıyla hemşire koluma sakinleştirici iğne batırmıştı. O süre içerisinde sarsılmam durmuş her yer karanlığa hapsolmuştu. Sesler anında kesilmiş mezar sessizliğine dönüşmüştü sanki.
Uzandığım yerden sıçrayarak uyandım. Gördüğüm kâbusla alnımdan terler akarken nefes nefeseydim. Etrafıma uzunca bakamadım. Bilincimi yitirmiş gibiydim. Ranzadan ruhsuzca ayaklanıp koğuşun ortasında durdum. Saat daha erkendi. Herkes uyuyordu. Güneş hafif ışığıyla yüzüme vuruyordu. Saat tahminen altı gibiydi. Kenarda duran sandalyeye oturarak başımı masaya gömdüm. Kendime hala gelememiştim.
O sırada koğuşun demir kapısı açıldı. Bakışlarım anında demir kapıyı bulurken, gardiyan öne çıkarak "Hera Karaeski ziyaretçin var?" diye bıkmış bir ses tonuyla söylerken bu saatte kim gelir diye merak içinde gardiyana bakakaldım.