Ayna

1399 Words
Aynanın içine çekildiğim an, dünyamın tüm sınırları çözüldü. Zamanın ve mekânın ağırlığı üzerimden kayboldu; benliğim bir gölgeye, bir yankıya dönüştü. Düşüşüm sonsuz gibiydi. Boşluğun içinde savrulurken kulaklarımda yankılanan bir fısıltı, derin bir yankı gibi zihnimi sarıyordu. “Sonunda buradasın.” Düşüş bir anda kesildi. Sanki görünmez bir el beni kavrayıp yere bıraktı. Göğsüme bir darbe inmiş gibi hissettim; nefes almakta zorlanıyordum. Yavaşça gözlerimi açtığımda, buranın benim dünyam olmadığını fark ettim. Gökyüzü, devasa siyah bir örtüydü—hiçbir yıldız yoktu, hiçbir ışık huzmesi yoktu. Sadece bir boşluk. Sanki gökyüzü bile ölüydü. Çevremdeki dünya, terk edilmiş bir mezarlık gibiydi. Binalar yıkılmış, sokaklar boştu. Ne bir insan sesi, ne bir kuş ötüşü, ne de bir rüzgarın hışırtısı vardı. Bu dünya ölmüştü. Yavaşça ayağa kalktım. Ayaklarımın altındaki toprak garip bir şekilde yumuşaktı, sanki bir zamanlar canlı olan bir şeyin çürümüş kalıntıları üzerine basıyormuşum gibi hissettirdi. Önümde uzanan manzara ürkütücüydü. Bir zamanlar burada bir hayat varmış gibi görünüyordu, ama şimdi… her şey unutulmuştu. Ve sonra, onu gördüm. Bir gölge gibi, yalnız başına orada duruyordu. Karan. Uzun zamandır kaybolmuş bir hatıraymış gibi, tanıdık ama aynı zamanda korkutucu bir figürdü. Gözleri bir gölgeyle örtülmüştü; yüzü karanlıkta eriyen bir siluet gibi görünüyordu. Ama varlığı buradaki her şeyden daha gerçek, daha somuttu. “Sonunda döndün,” dedi, sesi rüzgarsız havada yankılanarak. Bedenim irkildi. Döndüm mü? Buraya ait miydim? Ama bu dünya, bildiğim hiçbir şeye benzemiyordu. “Burası neresi, Karan?” diye sordum, sesim kısık ve güvensizdi. Karan başını hafifçe eğdi. Sesi, bir zamanların yankısı gibi çıkıyordu. “Burası… bizim dünyamız.” O anda, soğuk bir ürperti sırtımdan aşağıya indi. Bizim dünyamız mı? Karan yüzünü hafifçe kaldırdı. İlk kez, gözlerinin içindeki boşluğu görebildim. Sonsuz bir karanlık. İçine düşecek gibi oldum. “Burası artık bir dünya değil,” diye devam etti. “Burası bir mezar.” O an, geriye adım attım. Bir mezar mı? “Burada kimse yok,” dedi Karan. “Ne insanlar, ne yaşam, ne de zaman. Her şey çöktü. Geriye sadece biz kaldık.” Etrafıma yeniden baktım. Terk edilmiş binaların pencereleri simsiyah boşluklardı. Sokaklar, bir zamanlar insanların yürüdüğü ama şimdi sadece sessizliğin kaldığı taş yollar gibiydi. Bu şehir… bu ülke… çökmüştü. “Buradan çıkmalıyız,” dedim fısıltıyla. Karan gülümsedi—ama bu gülümseme bir rahatlama değil, bir hüzün taşıyordu. “Burası benim hapishanem,” dedi. “Buradan çıkamıyorum.” Kalbim hızlandı. “Ne demek çıkamıyorsun?” Karan, aynanın olduğu yöne baktı. Orada, tıpkı geldiğim gibi titreyen bir yansıma vardı. Ama artık ayna dış dünyaya açılmıyordu. Sadece bir gölgeydi, sanki bir zamanlar bir geçitmiş de şimdi mühürlenmiş gibiydi. “Ayna kapandı,” dedi. “Ve buradan çıkış yok.” Nefesim sıklaştı. “Hayır… hayır, bu gerçek olamaz.” Ellerimi aynaya koydum, ama dokunduğumda yalnızca soğuk bir yüzey hissettim. Beni buraya çeken ayna, artık bir duvardan farksızdı. Karan bana yaklaştı. “Sen hâlâ bir yol bulabilirsin,” dedi. “Ama ben? Ben buraya aitim. Buraya hapsoldum. Sonsuza dek.” O an, her şey zihnimde çakıştı. Karan, bu dünyanın bir parçasıydı. Bu çökmüş, unutulmuş ülkenin bir ruhuydu. Ama neden? Burada ne olmuştu? “Karan, burası neden böyle?” diye sordum. “Ne oldu?” O, gözlerini yavaşça kapattı. Derin bir nefes aldı. Ve sonra fısıldadı: “Zaman burada durdu.” “Herkes kayboldu.” “Burası artık yalnızca bir anı. Ve anılar buradan kaçamaz.” Bu sözler, içimde bir şeyleri kırdı. Burası sadece geçmişin yankılarından oluşan bir dünya mıydı? Bütün ülke, bütün şehir, bütün sokaklar… zamanın unuttuğu bir gölgeye mi dönüşmüştü? Ve eğer burası bir anıysa… ben burada ne arıyordum? Bir an için sessizlik çöktü. Karan, gözlerini bana dikti. Ve sonra yavaşça ekledi: “Eğer kalırsan, sen de bir anıya dönüşeceksin.” Kalbim duracak gibi oldu. Bu dünya beni de içine mi çekiyordu? Kaçmam gerekiyordu. Ama nasıl? Ayna kapanmıştı. Zaman durmuştu. Ve Karan, buraya zincirlenmişti. O zaman… benim seçimim ne olacaktı? Gözlerimi bir kez daha ona çevirdim. Onun da kaçmasını sağlamalı mıydım? Yoksa… ben de burada mı kalacaktım? Karan’ın sözleri, içimde yankılanan bir tokat gibiydi. “Eğer kalırsan, sen de bir anıya dönüşeceksin.” Bu dünya çürümüştü. Ülke çökmüştü. Burada ne zaman işliyordu ne de yaşamın izleri kalmıştı. Ama ben hâlâ canlıydım. Ellerim titredi. Derin bir nefes aldım. Burası bir hapishaneyse, buradan kaçmanın bir yolu olmalıydı. Bir çıkış olmalıydı. “Ayna kapandı,” dedim, ellerim soğuk yansımanın yüzeyinde gezinirken. “Ama burada başka bir geçit olabilir.” Karan sessizce başını iki yana salladı. “Burada hiçbir şey yok. Burası… tüketilmiş bir yer.” Ama ona inanmıyordum. O buraya çok uzun süredir hapsolmuştu. Belki umudunu kaybetmişti. Belki de buradan bir çıkış olabileceği fikrine bile direniyordu. Ona doğru bir adım attım. “Sen hiç denedin mi?” Karan bir an sessiz kaldı. Sonra, gözleri derin ve karanlık bir boşluğa daldı. “Zamanında denedim. Ama burası canlı bir hapishane. Burada kaçmak istemek, kendini labirentin içinde daha da derine itmek gibi bir şey.” Bu kelimeler mideme bir yumruk gibi oturdu. Ama pes edemezdim. Gözlerimi kapattım, zihnimi toparlamaya çalıştım. Burası sadece bir gölge miydi? Bir zamanlar var olmuş ama sonra kaybolmuş bir dünyanın enkazı mıydı? Eğer öyleyse, bir anıdan nasıl kaçılırdı? Derin bir nefes aldım. “Bana burayı göster,” dedim. “Bana bu yerin sınırlarını göster.” Karan başını kaldırdı. Gözleri beni ölçtü. Sonra yavaşça başını salladı. “Eğer gerçekten görmek istiyorsan, seni götüreceğim. Ama pişman olabilirsin.” “Zaten pişmanım,” diye mırıldandım. Ve sonra, harekete geçtik. Karan beni şehirde ilerletirken, içimde bir rahatsızlık hissi büyüyordu. Binaların duvarları çatlaktı, sanki bir depremle sarsılmışlardı ama zamanla donmuşlardı. Sokaklar toz içindeydi, arabalar paslanmış, tabelalar eğrilmişti. Her şey geçmişte kalmıştı, ama aynı zamanda çürüyerek varlığını sürdürüyordu. Ama asıl korkunç olan şey… sessizlikti. Sanki dünya nefesini tutmuştu. Hiçbir ses yoktu. Ne rüzgarın fısıltısı, ne de uzaktan gelen bir yankı. Bu ülke gerçekten ölmüştü. “Ne oldu buraya?” diye sordum. Karan gözlerini sokaklara çevirdi. Yüzü ifadesizdi ama sesindeki hüzün derindi. “Zaman burayı unuttu,” dedi. “Bir lanet gibi. Burada yaşayan herkes bir gün yok oldu. Ne olduğunu bilmiyoruz. Bir an buradaydılar, sonra sadece… kayboldular.” Tüylerim diken diken oldu. “Ama sen burada kaldın.” Karan başını eğdi. “Evet. Ben kaldım.” Derin bir sessizlik çöktü. O, burada kalmıştı. Ama neden? Neden herkes yok olurken o burada kalmıştı? Sorular beynimi kemirirken, dar bir sokağa girdik. Duvarlar yüksek ve nemliydi. Burası şehirden daha da karanlık görünüyordu. Ve sonra, ses geldi. Bir fısıltı. Yavaş, neredeyse bir rüzgar gibi, ama kelimeler netti. “Buraya ait değilsin.” Ani bir ürperti tüm vücudumu sardı. Sesin nereden geldiğini anlayamadım. Karan bile olduğu yerde durdu, gözleri dar sokağın derinliklerine kilitlendi. Ben de baktım. Ve o şeyi gördüm. Gölge. Sokağın ucunda, bir binanın harabe olmuş kapısının önünde duruyordu. Bir insan silueti gibiydi ama detayları belli değildi. Sanki gerçek bir varlık değil, karanlığın bir yansımasıydı. Gözleri yoktu. Yüzü yoktu. Ama bizi izliyordu. Karan alçak sesle fısıldadı. “Geri çekil.” Ama çok geçti. Gölge hareket etti. Hızlı. Bir anda yerin altına sızarak, kaybolarak, sonra tam önümde belirdi. Boğazım kurudu. Sanki tüm dünya titredi. Ve o an saldırdı. Simsiyah bir kolları uzandı, vücudumu sarmak istercesine üzerime çullandı. Geriye sıçradım, ama soğuk bir dalga gibi içime nüfuz etti. Sanki bedenimden bir şeyler çekiliyordu—bir parçamı almaya çalışıyordu! Karan hızla hareket etti. Bir adımda yanıma ulaştı ve kolumu tuttu. Ve onun dokunuşuyla gölge geriledi. Bir çığlık attı—ama bu çığlık kulaklarımdan çok, zihnimde yankılandı. Başım döndü. Nefesim sıkıştı. Sonra gölge, bir an için titredi. Ve gözlerimin önünde geri çekildi. Dar sokağın duvarlarına sızarak kayboldu. Dizlerimin bağı çözüldü, yere düştüm. Nefes nefese kaldım. Bedenim hâlâ titriyordu. Karan gözlerini üzerime dikti. “Sana söylemiştim,” dedi, sesi ciddi ve sertti. “Bu dünya seni bir anıya çevirmeye çalışıyor.” Ama ben hâlâ şoktaydım. “O… o neydi?” Karan derin bir nefes aldı. “Bu dünyanın bekçileri.” Gözlerimi açtım. “Bekçiler mi?” O, başını salladı. “Bu dünya seni burada tutmak istiyor. Bu yüzden bekçiler var. Burada ne kadar uzun kalırsan, seni o kadar içine çekerler. Onlara fazla yaklaşırsan…” Cümlesini tamamlamadı. Ama ben anlamıştım. Bekçiler, insanları anıya çeviriyordu. Bir anda, panik beynimi sardı. “Buradan çıkmalıyım.” Karan başını salladı. “Evet. Ama zamanın tükeniyor. Eğer bekçiler seni bir kez daha yakalarsa… geri dönüşün olmayacak.” Bunu duyduğumda, içimde bir şeyler kırıldı. Burası beni yutmak istiyordu. Buradan çıkmam gerekiyordu. Ama nasıl? Ayağa kalktım, titreyen nefesimi dengelemeye çalışarak. Ve sonra uzakta, titreyen bir ışık gördüm. Ayna tekrar açılıyordu. Ama Karan… Karan burada kalacaktı. Seçim yapmalıydım. Ve ne yaparsam yapayım, bekçiler geri gelecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD