1.bölüm-Karanlık geceler
Karanlığı görmeyen, ışığın kıymetini bilmezmiş, derdi çok sevdiğim biri. Karanlıklar içinde yaşamanın ne demek olduğunu ancak onu yaşayan bilir, derdi.
Şimdi daha çok iyi anlıyordum bu sözlerin anlamını.
Etrafını ışıklar ile çevirili hiç kimse karanlıkta kalanı görmez, aksine daha fazla ışık isterler. Hep daha fazlasını ister insanlar, elde ettiklerinin şükrünü vermezler, daha da derler.
Buda bana göre bence şımarıklıktı. Benim daha fazlasını isteyecek kadar ışığım olmadı mesela. Zifiri bir karanlığın içinde yaşayıp duruyordum. Karanlıkta kalmaktan korkmuyor ve hata bir parçam olduğunu hissediyordum.
En acısı da bu ya, ben bu karanlık ile yaşamaya alışmıştım.
Küçücük bir kız çocuğu iken öğretmişlerdi bana karanlıkta, en önemlisi sevgisiz yaşamayı. Ben sevgisiz büyüyen, hiç bir zaman ailesi tarafından sevilmeyen tek evlat çocuktum. Karanlıkta kendi odasında tek başına yatan bir kız çocuğuydum. Ailem hiç bir zaman üzerime düşen insanlar olmadı. Oysaki tek çocukları olmama rağmen beni sevmiyorlardı.
Bunu ilk fark ettiğim zaman ise altı yaşındaydım.
Babamın işten eve geldiği bir zamandı ve ben dışarıda arkadaşlarım ile oynuyordum.
Babamı gördüğüm de ona koşarak sarılmak istediğim de beni, istemeyip itekleyip 'çekil önümden' diyerek azarladığı zaman anlamıştım.
Aslında o anda tam anlamıyla da anlamamıştım. O sıra yanımda duran arkadaşım bana 'Baban seni sevmiyor galiba, benim babam beni görünce hemen sarılır öper' dediğin de acı gerçeği kavramıştım. Evet onun babası ona hep sarılır, öper ve hep cebinden çikolata çıkarır verirdi. Benim babam beni bir kez bile olsun öpmemişti, bir kez olsun saçımı okşamamıştı, bana çikolata almamıştı. İstemezdim de ben zaten, yeter ki sevsin, ben beklemezdim çikolata ama yapmazdı işte. Annem' in ise babamdan yana tek farkı küçükken bana her şeyi alırdı, yedirir içirir üzerimi temiz tutardı ama oda sevmezdi, oda saçımı okşayıp yanaklarımı sıkarak öpmezdi.
Tek başıma bir odada kalıp korktuğum zaman asla yanıma gelmezdi, işte hep uzaktı bana ve ben sebebini hiç bir zaman öğrenememiştim.
Şimdi ise 24 yaşında kocaman bir kız olmuştum ve halen onlar ile yaşıyordum, gerçi pek yaşamak denemezdi benimkine. Kendi aile şirketimizde babam emekli olunca onun görevini almış ve gece gündüz onun gözüne girmek için çalıştığımdan eve uğrayamıyordum. Deli gibi gece gündüz demeden çalıyor ve bir kez olsun babamın bana gülümseyip, gururla aferin demesini bekliyordum ama o beni görmüyordu. Eve gelip, gelmememi bile sorgulamıyordu. Sanırım bensiz daha rahtlardı ve bende artık o evin içinde görünmez bir gölge gibi yaşamaya alışmıştım. Artık sorgulamıyordum bile bu durumu. Belki de Annem beni doğurduktan sonra çocuğu olmayacağını öğrendiği için, beni suçladığı içinde sevmiyor olduklarını düşünüyordum.
Her şeyi bir şekilde aşıyordum, yada aldığım psikolojik tedavi sayesinde aştığımı sanıyorum. Zor bir hayatım oldu benim öyle mutluluktan başımın döndüğü zamanlarım hiç olmadı. Sevgisiz büyümeme rağmen hayatım da ilk kez birini sevmiştim. Sevmek kavramını ondan öğrenmiştim, Ömer den. Daha 20 yaşında iken üniversitedeyken ona aşık olmuştum. Aynı bölümleri okuduğumuz için sürekli onu görüyordum, tabi başlara ona bir ilgim olmamıştı. Ama Ömer'in bana olan ilgisi her zaman çok fazlaydı. Sürekli benimle ilgilenip, sevdiğini söylerdi. Onu her seferinde ret etmeme rağmen pes etmeyip yanıma gelirdi. Bazen beni sinir etmek için saçlarım ile oynardı. Ben sinirlenince 'sinirlenmenin bana çok yakıştığını' söyleyip beni bir şekilde güldürürdü.
Sonra onun bu ilgisinin bana iyi geldiğini hissetmeye başlamıştım.
Eğer sizlerde hiç ilgi görmeyen insanlar olursanız, en ufak ilginin bile muhtacı olabilirsiniz. Ben olmuştum. Onun ilgisi, sevgi sözleri bana hep iyi gelmişti.
Yaşadığımı veya birileri tarafından sevile bileceğime inandırmıştı. Ve ben mutluluğu onun ile tatmıştım- ki, çok uzun sürmeden onu kaybetmiştim.
Okul bittikten hemen sonra evlenmeyi düşünüyorduk ki, Ömer, hiç beklemediğim bir zamanda beni bırakıp gitmişti. O günü hayatım boyunca unutamadığım, kara bir gün olarak kazmıştım kalbime. Hafta sonu buluşmak için anlaşmıştık. Ben sabah erkenden kalkıp hazırlanıp buluşacağımız yere gitmiştim. Kaç saat o denizin bankında oturup, onu bekledim?
Tam altı saat onun gelmesini bekledim. Aradım telefonuna ulaşılamıyordu. Gelirde beni göremezse diye çok bekledim ve sonra telefonum çaldı ortak arkadaşımız arayıp onun, benin yanıma gelirken bir trafik kazasında öldüğünü söyledi.
İşte benim karanlık hayatıma Zifiri o gün katılmıştı. Dünya başıma yıkılmıştı onun ölüm haberini aldığım da.
Ölmüştü.
Şimdi bunu böyle söylemek kolaydır dilde ama birde bunun benim yüreğim ile söylediğin de zelzeleye kapılmış gibi sarsılıyor kalbim.
İşte ben o gün bir kez daha kalmış olduğum o karanlığa daha fazla çekildim. Artık karanlık benim evim, benim annem, benim babam, benim sevdiğim adam olmuştu.... Ruhum ise çoktan ölmüştü ve bende artık bedenimin bir trafik kazası ile ölmesini bekliyordum... Çünkü birbirine ölümüne bağlı olan insanların ölüm şekillerde aynı olurmuş. Ben ona ölümüne bağlı kalmıştım ve ölme şeklimizde aynı olacaktır. Onun ölümünün üzerinden ise tam 3 yıl geçti ve ben asla ondan başkasını sevemeyeceğim için sabırla ona kavuşmayı bekliyorum...
Şimdi yoğun bir iş gününe başlamadan önce biricik, sevgili kuzenimin doğum günü kutlamak için yanına gidiyordum.
Vera, benim bu hayata ki en kıymetlim ve sanırım beni tek seven kişiydi.
Amca kızları olmamıza rağmen bana yeri gelir bir abla, yeri gelir bir kardeş olurdu. Yaşadığım çok zor zamanlarda hep yanımda olan tek kişi hep o olmuştu. Ailem, Ömer' i bilmesine ve onun ölümünü bile bilmelerine rağmen asla yanımda olup bana destek olmamıştılar ama Vera benim en büyük destekçim olmuştu hep. Hatta kafayı yemek üzereyken beni bir psikoloğa götüren o olmuştu. Şuan birazda iyi olduysam onun sayesindedir. Ona ne yapsam azmış gibi geliyordu bana. Birlikte aile şirketin de çalıştığımız için sıklıkla da görüşüyorduk ama bugün doğum günü olduğu için erkenden kalkıp ilk kutlayan ben olmak için yollara düşmüştüm.
Şirkete gitmeden onu görüp hediyesini vermek ve ilk kutlayan ben olmak istiyordum. Çünkü Vera her seferinde doğum gününü unutur ve eminim ki bugün de unutmuştur. Bu yüzden şirkete gittiğin de kesin doğum günü çiçekleri gelecektir ve ben Vera onları görmeden, kendim görmek, kutlamak istiyordum. Vera'yı aradığım da bir müşteri ile bir yerde olduklarını söylediğin de konum attığında yanına varmam uzun sürmemişti.
Arabayı park edip, arabadan inmeden önce dikiz aynasında saçlarımı düzelmeye başladım. Doğuştan kumral dümdüz saçlara, beyaz bir tene ve mavi gözlere sahip biriydim. Girdiğim bir ortamda direkt olarak dikkat çeken biri hep olmuştum. Çocuğu insana göre böyle olmak muhteşem bir şey gibi görünse de, benim açımdan hiç bir zaman öyle olmamıştı. İnsanların dikkatinin üzerimde olması bana her zaman rahatsızlık vermişti. İstediğim gibi rahat hareket edemiyordum, sürekli üzerimde dikili olan bakışlar olmuştur ve bu rahat olmamı engelliyordu.
Üzerime giymiş olduğum siyah ve yaka elbisenin göğüs dekoltesinde düzeltip, arabadan hediyeydi alıp inmiştim. Denize sıfır bu restoranda oldukları için, içeriye girmeden önce deniz bir göz attım. Hırçın görünüyordu bugün, dalgalarını ileriye doğru sert vuruyordu, oysaki yaz ayındaydık. Kim bilir neye sinirlenmişte böyle delicesine vuruyordu? Bazen bir deniz gibi olmak çok isterdim. Özgür ve içimdeki öfkeyi delicesine savurmayı. Ama benim içimde ki her şeye, demir parmaklıklar vurulmuştu ve özgür olamazdı.
Küçük bir iç çekerek daha fazla denize bakmayı sürdürmeyerek içeriye doğru adım attım.
Küçük ama sıcak bir restorandı. Bir yerde durup içeride Vera' yı gözlerim ile aramaya başladım. Çok heyecanlıydım Vera' ya almış olduğum hediyeyi gördüğünde vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. Bu hediyeyi aylar öncesinde yaptırmıştım. Bizi anlatan bir hediyeydi.
Bir kar küresiydi, iki küçük kız çocuğunun el ele tutuşmuş ve üzerine yağan karı izliyorlardı. Bu Vera ile bendim.
Etrafta halen bakmayı sürdürürken Vera' yı sonunda görebilmiştim. Cam kenarında bir adam ile otuyordu. Tam onlara doğru bir adım atacakken bir anda, arkadan sert bir şekilde biri bana çarpınca, dengemi kaybedip elimde ki hediyeyi yere düşürdüm. Daha ne olduğunu bile anlamdan elimde ki küre yere düşüp, bin parçaya bölünmüş ve içinde ki sular yere akmıştı.
Sanki o anda her şey durmuş ve yavaşlamış gibiydi.
Hayal kırıklığı ve acı içinde eğilip sadece kürenin içinde kalmış olan küçük kızları elime aldım. Aylar önce özel tasarım ile yaptırmış olduğum hediyeye hayal kırıklığı içinde bakıyordum.
"Yol ortasında daha ne kadar bekleyeceksiniz?" Arkamda işittiğim ve büyük ihtimal bana çarpan kişi konuştuğun da bütün sinirim tepeme çıkmıştı.
Hırsla arkama döndüğümde elinde telefonuna bakan bir adama ile karşılaştım.
Sinirden burnumdan soluyordum.
Bana çarpıp hediyenin kırılmasına sebebi olduğu yetmiyormuş gibi, bir de kabaca 'daha ne kadar bekleyeceksin' diyordu.
"Sen ne yaptığının farkında mısın? Bana çarptın ve bunun kırılmasına sebebi oldun!" Biraz yüksek bir sesle konuşup elimde kırılmış olan küreyi gösterdim de sonunda telefonundan bakışlarını kaldırıp bakmıştı bana.
"Özür dilemen gerekirken birde sorduğun soruya bak!" Diyerek devam ettim ama karşımda ki adam öylece umursamaz bir şekilde duruyordu.
Şu an o kadar sinirliydim ki, karşımdaki bu adamı öldüre bilirdim. Bir küre için değil elbette ki böyle kaba ve umursamaz durduğu için.
"Ben kırmadım, sen tam ortada durduğun için geçmek istedim ben. Ayrıca sen elinde ki şeyi tutamayıp düşürdüysen bu benim sorunum değil." Dedi küstahça.
Ben ise karşımda duran bu adama inanmayan gözlerle baktım.
Suçlu olan oyken, beni suçlu çıkarmıştı. Gerçekten pes dedim.
"Sen şaka falan mısın? Bana gelip çarptın ve bunun kırılmasına sebep oldun benden özür dileyeceksin!" Kendime hakim olmayıp, burada oturan insanları umursamadan bağırmıştım. Çünkü karşımda duran bu adam kendini haklı çıkaramazdı, hatalıydı ve özgür dilemeyi bilmeliydi.
En fazla 28 yaşında kumral, orta boylu bir adamdı ve aramızda çok fazla bir boy farkı olmamasına rağmen bana doğru bir adım atıp yukardan bakarak, yamuk bir gülüş sergileyip "Ben özür dilenecek bir şey yapmadım, sen durmaman gereken yerde durdun. Bu yüzden sen özür dileyeceksin." Dediğin de daha fazla sakinliğimi koruyamayıp, ellerim ile göğsüne baskı uygulayıp geriye doğru onu itekleyip. "Sen elinde ki telefona gömülmek yerine önüne baksaydın, bana çarpmadan geçebileceğin yerin olduğunu götürürdün.!" Dedim. Karşımda böyle ukalaca ve alaycı bir ifade ile bana bakmaya devam ettikçe sinirim iki katına çıkıyordu. Şu an boynunu bedeninden ayırmak isteyen yanımı zor tutuyordum.
"Fazla uzatın artık, parası neyse veririm." Diyerek elini cebine atıp bir miktar para çıkarıp bana uzattığın da artık bende sabır denen bir şey kalmamıştı. Bu kadar ukala birine, birinin haddini bildirmesi gerekiyordu ve o kişi şimdi bendim.
"Parası öyle mi?" Diyerek önce sol elinde tutmuş olduğu paraya bir süre baktım.
"Evet al hadi de bitsin bu konu." Sabırsız bir şekilde konuşup ve elinde ki parayı bana doğru salladı. Elimi paraya doğru uzatıp tam alacak gibi yapıp sağ elinde ki telefonunu elinde alıp, restorandın ortasına fırlatıp parçalara ayırdım.
Başta ne olduğunu alamayarak bakıp, daha sonra benim ilk küre kırıldığını da baktığım gibi, şimdi oda şaşkınlık içinde bakıyordu.
Yan taraftan garsonlar ve bir takım elbiseli adamlar bize doğru geliyordu ki, elini havaya kaldırıp onların gelmesini engellemişti. Bu hareketini görmezden gelip gözlerinin içine bakarak konuştum. "Ah sen ve telefonun durmamanız gereken yerde duruyordunuz ve bende çarptım." Diyerek bu kez yamuk sırıtarak ona bakıp ellerimi göğsümün üzerinde birleştirdim. Bu yaptığım biraz fazla olmuş olabilirdim ama oda bana öyle para uzatamayacaktı. Ayrıca bu konuyu bu kadar uzatan da o olmuştu sonuçta çarptığı için Özür dileseydi ben de bu kadar uzatmazdım.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun!" Bir anda kendine gelip bağırdığında sesi öyle gür çıkmıştı ki kulaklarım çınlamıştı. Bütün restoranda ki herkes bizi izlediği gibi buranın sahibi ve çalışanları da uzakta sadece izliyordu. Birinde bizi ayırmayı düşünmüyordu galiba.
"Fazla uzatma parası neyse veririm." Kısasa, kısas yapmıştım. Böylelerine birinin ders vermesi gerekiyordu her şeyi para ile halledemeyeceklerini anlamalılar. Zaten oldum, olalı her şeyi para ile yapmayı seven insanlardan nefret etmişimdir. Babam da her zaman paranın kölesi olan bir insandı ve onun bu huyundan nefret ediyordum. Gerçi babamın hangi huyundan nefret etmiyorum ki? Bu yüzden ne zaman babam gibi para ile işini halletmek isteyen birini görsem onlardan nefret ederdim, şimdi olduğu gibi.
"Lan kızım sen bela mısın?" Diyerek üzerime doğru bir adım attığın da, bende geriye doğru adım atmamak için kendimi zor tutmuştum.
Öyle bir bakıyordu ki şu an birazcık, çok az ama, baya az korkmuş olabilirdim. Sanırım telefonu kırmakla biraz ileriye gitmiştim ama yaptığını anlasın diye yapmıştım.
Öyle bir bakıyordu ki, beni burada öldürüp ve kanımı içse doymayacak gibiydi. Biraz abartmıştı bu bakışlar için bence, sonuçta bir telefondu ve bana desteyle para çıkarıp verebiliyorsa, kendine yenisini de alırdı.
"Evin!" Arkamda bana Vera seslenip ve omuzuma dokunarak beni geri çektiğin de, karşımda beni öldürecek gibi bakan adamdan uzaklaşmıştım.
Vera' ya baktığım da bana endişeli ve şaşkın gözlerle bakıyordu. Olanları gördüğü için böyle bakıyordu ama zamanlaması süper olmuştu. Eğer biraz daha geç gelseydi bu adam beni yerdi burada, yemek niyetine.
"Ne yaptın sen öyle?" Sadece benim duya bileceğim bir sesle konuştu.
"Hak etti, küreyi kırdı, bak" diyerek elimde bırakmadığım kırık küreyi gösterdim ona. Aklıma yine kürenin kırıldığı gelince üzülmüştüm onu Vera için almıştım ama o öküz yüzünden kırılmıştı.
Yine ona sinirlenince arkamı dönüp, o öküze baktığım da, Vera ile az önce yemek yiyen adam ile konuştuğunu gördüm. Birbirlerini tanıyor gibilerdi.
Ne konuştuklarını duyamıyordum çünkü bizden biraz uzaklaşmışlardı.
"Gel masaya geçelim sen biraz sakinleş" dediğin de Vera dediğini yapıp onun az önce oturmuş olduğu yere geçip bende oturdum. Garson da bana bir bardak su getirdiğin de, sakinleşip suyumu içtim.
"Bu küre neydi?" Vera kırılmış olan kürenin parçalarına baktığın da tebessüm ettim.
Düşündüğüm gibi yine doğum gününü hatırlamamıştı. Bu kız neden böyle şeylere önem vermiyordu.
"Hatırlamadın demi?"
"Neyi?"
"Bugün senin doğum günün ve senin içindi bu küre, tabi öküzün biri gelip kırmasaydı."
"Sende yolun ortasında durmasaydın." Benim konuşmamdan hemen sonra o öküz arkamda belirip cevap vermişti. Ona ters ters bakarken, karşı sandalyeyi çekip oturdu. Vera' nın karşısında da az önce iş konuştuğu o adam oturmuştu.
"Ne oturuyorsun burada sen gitsene. Yüzsüz bir de gelmiş benim masama oturuyor." Diyerek Vera' ya bakarak konuştuğum da, asıl lafım yerini bulmuştu ama Vera bana kaş göz yapmaya başladı. Ne dediğini anlamayınca bu kez konuştu.
"Canım o Demir beyin kuzeni, Selim bey" dediğinde Vera ona anlamaz bir şekilde baktım.
"Ee yani" dedim. Ben bu iki adamı da tanımıyordum ve kim oldukları da umurumda değildi ama Vera tanıyordu belli ki.
"Hani geçen ay iş yaptığımız KORHANLAR holding var ya. Onların sahipleri." Dediğin de Vera olduğum yere gömülmek istedim. Az önce umurumda değil demiştim ama sanırım erken düşünmüştüm. Çünkü geçen ay çok büyük bir krizde onların sayesinde kurtulmuştuk, resmen bizi batmaktan kurtarmışlardı. Ben onlar ile hiç tanışmamıştım çünkü bu işle Vera ilgilendiği için, tanışmamıştım. Büyük bit iş yaptığımız insanlarla şimdi tanışmıştım ve baya olaylı bir şekilde olmuştu bu. Mahcup bir şekilde Demir beye baktığım da dümdüz bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu. Şu an bana karşı sinirli miydi, yoksa değil miydi yüzünden anlamıyordum. Sonuçta kuzenine laf söyleyip telefonunu kırmıştım, gerçi ben haklıydı ama yine de kuzeniydi.
Biri Vera' ya böyle davransaydı ben çok sinirlenirdim. Mahcup bir şekilde "Kusura bakmayın sizinle bu şekilde tanışmak istemezdim Demir bey" dedim.
"Önemli değil, olur öyle şeyler" diyerek elini bana uzatıp "Evin hanım değil mi?" Dediğin de bende hemen elini sıkıp "Evet." Dedim. Anlayışla karşılamıştı olanları.
Daha sonra hemen onun yanında duran, bana çarpan ve adının Selim olduğunu öğrendiğim ama benim için halen Öküz olan adama baktım. Yine yüzünde ayni ifade vardı alaycı bir tavır.
Ondan özür dileyeceğimi falan sanıyordu galiba. Onlar ile iş yaptığımızı duyunca ona saygı göstermemi bekliyordu galiba ama bütün her şeyimi kaybedeceğimi bilsem de bu ukalaya asla boyun eğmezdim.
Gözlerimi kısıp iğrenerek yüzün baktım. Aramızda öyle bir gerginlik vardı ki içimizden birisi konuşsa, diğeri sinirden üzerine atlar gibiydi. Masada uzun ve gergin bir sessizliğin ardında bunu bozan Demir bey olmuştu.
"Ee bir şeyler içmek ister misiniz?" Diye konuştuğun da derin bir nefes verdim.
Halen sinirimi üzerimden atamamıştım ama sakin olmalıydım.
"Ben çay alırım" diyen Vera olmuştu ortamı sanki yumuşatmaya çalışıyorlar gibiydi.
"Ben bir soda alırım." Dedim. Uzatmak ve sorun çıkarmak istemiyordum. Bu yüzden bende katılmıştım onlara.
"İç tabi ancak hazmedersin." Sessiz ama hepimizin duya bileceği bir şekilde söylediğin de Öküz, daha fazla kendimi tutamayıp tam konuşacak iken araya Demir bey girmişti.
"Selim!" İkaz dolu bir sesle ismini söyledi. Bu öyle bir ses tonuydu ki yeter dercesine. Öküz de anlayacağını anlamış olmalı ki "Tamam" demişti.
Ben yine de tam bir şey söylemek için ağzımı açmıştım ki bu kez de çantamda çalan telefon yüzünden susmak zorunda kalmıştım. Çantamda ısrarla çalan telefonu çıkarıp baktığım da babamın aradığını gördüm. Kim bilir ne diye arıyordu. Vera da beni arayan kişiyi görünce tıpkı benim gibi gözleriyle 'ne istiyor bu adam' dercesine baktı. Babam beni öyle sık, sık arayan biri değildir eğer arıyorsa kesin bir şey olmuştur demektir. İsteksiz ve keyifsiz bir şekilde daha fazla beklemeyip telefonu açıp direkt kulağıma koydum. Daha benim alo dememe fırsat kalmadan babam konuşmuştu.
"Neredeysen hemen eve gel." Dedi sesi öyle endişeli falan değildi her zaman ki gibi duygusuz ve sinirliydi.
"Neden bir şey mi oldu?" Dedim sıkılmış bir sesle. Kim bilir neden çağırıyordu ve sesini duymak bile şuan bütün bedenimi ürpermesine sebep olmuştu.
"Ne dediysem onu yap, ikiletme." Diyerek benim konuşmama fırsat vermeden yüzüme kapattı telefonu. Öyle yüzüme kapanan telefona baktım ve sadece benim duya bileceğim bir şekilde sessizce "emredersin" diyerek telefonu çantama koydum. Zaten keyfim yoktu ve onun sayesinde olanda kaçmıştı. Neden hayatımı bu kadar zorlaştırmak zorundaydı ki?
Masada ki herkes bana bana pür dikkat bakarken çantamı elime alıp ayağa kalktım "kusura bakmayın benim gitmem gerekiyor" dedim.
Vera zaten anlamıştı babamın çağırdığını ve bunun için bir şey dememişti.
"Bir sorun mu var?" Diye soran Demir beydi. Hayatım komple sorunlu demek istedim ama diyemedim elbette ki.
"Yok hayır, acil bir işim çıktı." Dediğim de başını aşağı, yukarı doğru salladı, anladım dercesine Demir bey. Gitmeden önce Vera' ya sarılıp doğum gününü de kutladıktan sonra, Demir bey ile de vedalaşıp ayrılmıştı restorandan. O öküz uyuza bir an bile bakmamış ve görmezden gelmiştim.
Restoran çıkışına park etmiş olduğum araca doğru ilerleyip tam binecek iken hemen benim aracın yanına park edilen araca doğru gelen Selim denen o ukala adamı gördüm. Benim arkamdan oda restorandan çıkmıştı ve arabasına doğru ilerliyordu. Öyle yere sert adımlar ile basarak yürüyüp, bakışlarını da gözlerime dikmiş bir şekilde arabasının kapısını açmıştı ki, kendimi tutamayıp "ukala öküz" dedim. Ben bunu söylerken tabi ki de sessiz söylediğimi sanırken, öyle olmamıştı.
"Duydum ne dediğini" diyerek keskin bakışlarını daha fazla gözlerime kitlerken, bende onun bana baktığı gibi bakarak, omuzlarımı silkip "Duy, umurumda değil." deyip arabama bindim.
Ondan korkup, geri adım atacak değildim. Duyduysa duysun umurumda değildi. Zaten babamın beni aramış olduğu için yeterince gerginken birde onun ile uğraşamazdım.
Arabama binip çalıştırdığım da, onun yanında hızlıca geçerken, dikiz aynasından da onu izledim. Olduğu yerde dikilip benim gidişimi izliyordu. Sanırım bana laf söyleyemediği için kala kalmıştı orada ama iyi olmuştu ona. Birazda sinir olan o olsundu, yeterince ben sinir olmuştum...