Ateş babasıyla konuştuklarını yatmadan evvel oturup tekrar tekrar düşündü. Kan dökmeye değer miydi? Gözlerini kapattığında ise geçmişi anımsadı. Hazel ile çocuk yaşlarında ilk kez konuştuğu günü nedense hiç unutmamıştı. Belki de o kara gözlerini unutamadığı için bugün kafası daha çok karışıyordu.
'Hey baksana!'
'Ne var?”
'Kedimi arıyorum yardım eder misin?'
'Köy dolu kedidir. Pisi pisi dersen bu bahçe kediyle dolar.'
'Adın ne senin?'
'Hazel.'
“Senin adın nedir?'
'Ateş Yalçınbey.' diyen Yalçınbey'e ilk defa o an başını kaldırıp baktı. Utangaç bakışları karşısındaki çocuğun gözlerine değdiği anda utanıp tekrar başını eğdi.
'Artık arkadaş sayılırız. Kedimi bulmama yardım edecek misin?'
'Poğ yemişsen! Nerden arkadaş olmuşuz? Yalçınbey'leri hiç sevmem!'
'Büyük konuşma Hazel.'
'Ahanda büyük konuşuyom. Yalçınbey soyunu hiç bir zaman sev-me-ye-cem!'
'Ben de Kayaoğlu'ndan kimseyi sevmiyeceğim. Gözlerin hariç.' dedi Ateş. Kara gözler yine ona döndüğünde gülümsedi. O gözler sanki iki siyah misket gibiydi. Parıldıyordu. İçinde yıldızlar varmış gibi.
Bugün o gözler yeniden hayalinde canlanmıştı. O kıza ait tek hatırladığı şey inadı ve gözleriydi.
***
Ateş sabah işe koyulmadan evvel hava almaya balkona çıkmıştı. Aklında sadece berdel işi vardı. Zaten dünden beri başka bir şey düşünemez olmuştu. Helga’nın mesajına kestirme bir cevap yollayıp başını çevirdiğinde Dilber'in arabanın üstünde uzanıp gökyüzünü izlediğini fark etti. Dünya yansa kızın umurunda olmayacaktı.
"Dilber, ne yapıyorsun?"
"Ne yapayım öyle güneşleniyom abi." dedi keyifle.
"Güneş kremi sürseydin." Ateş sinirle karışık alay etmeden duramadı.
"Gerek yoktur, ben yanık ten seviyom."
Dilber bir elini başının altına koyup abisine doğru döndü. Dört tekerlekli bineği abisinden istese verir miydi acaba?
"Dilber in şu arabanın tepesinden yoksa fena olacak!"
Dilber, arabanın tepesinden kendini kaydırarak bagajına indi. Bagajının üstünde inmeye çalışıyormuş gibi oyalandı ve "Burası yüksektir, inemiyom." dedi.
Ateş sinirle evden çıkıp bahçeye indi. Dilber'in yanına yürüdü ve onu kolundan çekip arabadan düşürdü. Dilber diz üstü toprağın üstüne düşünce neredeyse ağlayacaktı ama canı acıdığı için değil, arabadan böylece koparılıp alındığı için ağlayası geliyordu.
“Yakında evleneceksin hala çocuk gibisin.” Ateş’in sözleri onu kırmıştı. Üstünü silkeleyip ayağa kalktı.
“Büyümek istemiyom belki. Ne olmuş yani?”
“Bunu bana değil kocan olacak hödüğe anlat.”
Dilber ilk şoku üstünden attığı için artık itiraz etmiyordu. Üstelik Furkan'dan iyi koca bulamayacağına emindi. Furkan bu köyün öğretmeniydi. Aynı zamanda ona okuma yazmayı özel bir kursta öğretmişti. Yakışıklıydı ve kızların favorilerinden biriydi. Gerçi Furkan'ın kimseye baktığı yoktu. Furkan kocası olunca kurs arkadaşları kıskançlıktan çatlayacaktı.
Acaba Furkan onu istiyor muydu yoksa mecburen mi kabul edecekti? İçi içini yiyordu. Ama dışarı belli etmiyordu.
“Benim erime hödük deme, Furkan gayette yakışıklı bir öğretmendir.”
“Tanımasam… Neyse ne hadi kahvaltıyı söyle de hazırlasınlar. İşim gücüm var.”
“Olur söylerim!”
Dilber ayaklarını yere vura vura mutfağa gitti. Kahya kadına kahvaltıyı erken hazırlamasını söyleyince mutfaktaki iki kadın telaşla hazırlığa koyuldu. Nihayetinde beyoğluna kahvaltı hazırlayacaklardı. Kuş sütü bile eksik olmamalıydı. Aksi durumda huysuz Meso ağanın gareziyle uğraşmak zorunda kalacaklardı.