RÜZGAR
Öfke insanı körleştiren kesif bir duyguydu. Hiçbir zaman duygularımın beni öfkeye esir etmesine izin vermemiştim. Biz sakin olmak, stratejik hareket etmek, duygularımızı kimseye belli etmemek için geçmiştik zorlu eğitimlerden.
Artık dayanması imkansız gelmeye başlamıştı. Arven bana tüm kapıları kapattıkça, hepsini kırasım geliyordu.
Urfa'da ona aşkımı ilan edip, bizim için savaşalım dedikten sonra terör kampına sızacağımı bilmiyordum. Oluşturulan altı kişilik timde tek Kürtçe bilen olduğumu ve terör yuvasına onlardan biri gibi sızacağımı nereden bilebilirdim?
İki yıl süreceğini de düşünmemiştim. Bir kamptan diğer büyük bir kampa geçirilirken, elebaşlarının beni sağ kolu yapması beklediğimiz bir şey değildi.
Birçok terör olayını bu sayede önlemiştik. Birçok teröristi benim verdiğim bilgiler sayesinde etkisiz hale getirmişlerdi.
Göreve çıkarken kimse bu kadar uzun süreceğini bilmiyordu. Kişisel duygularımla görevimi tehlikeye atamazdım. Ailem de bile gizliydi görevim. Arven'e nasıl anlatabilirdim? Şahin amcam dışında kimse görevimi bilmiyordu. Ailemi de sakinleştiren amcam olmuştu.
İki yıl sonunda ailemden sonra ilk aradığım kişi olmuştu ama kapı duvardı Arven artık bana… Ve o kapı iki yıldır açılmıyordu bir türlü…
Altı yıl… Dile kolaydı…
Dağlarda, mağaralarda geçip giden altı yıl! Önce yüzbaşımız şehit olmuştu. Sonra ben yüzbaşı olup timin başına geçmiştim. Ardından Cengiz…
Altı yıldır ben bir gönülde tutsak kalırken, hayat akıp gitmişti. Ölenler, doğanlar… Hayat hızla akıyordu.
Cengiz şehit düşmüş, kızı Çağla dünyaya gelmişti. Şimdi bir buçuk yaşındaydı.
Uzanıp gözlerimi kapattım. Bu devranın artık dönmesi lazımdı. İlk Urfa'ya adım atar atmaz dayanacaktım kapısına. İki yıldır telefonda kendimi hatırlatmadığım tek bir an yoktu. İzinlerde gitmeme rağmen, konaktan dışarıya adımını atmamıştı. Bir adım atsa, yüz yüze bir gelsek benden kaçamayacağını o da biliyordu.
Gözlerime bakıp hayır demek telefonda demekten daha zordu çünkü onun için. Bunu bildiği için kapatıyordu tüm kapılarını… Ama benim de dayanacak sabrım kalmamıştı.
Yeni görev yerimi düşününce yüzüm güldü. Rabbim bile yollarımızı açıyordu. Babası mı engel olabilecekti?
***
Güneş yeni doğarken sabah eğitimine başladık. Gevşeklik, arazide mezar demekti.
“Yedi Ocak Timi!” dedim gür bir sesle. “Bugün ter dökmeyen, yarın kan döker! Koşu parkuru üç tur.!”
Öne çıktım. İlk adımı attığımda, arkamda dizili bot sesleri toprağa aynı ritimle vurdu. Nefesleri kısa, sert ve düzenliydi. Benim tempom onların ritmi demekti.
“Bir… iki… üç… dört!” diye tempo tuttum.
“Bir! İki! Üç! Dört!”
“Bugün neremizden sikecek bakalım!” diyordu Nitro.
“Dünden beri bir haller var üstünde. Bir ferahlık çökmüş. İzne gitmiş olsak tüm birikmişlerini boşaltmış diyeceğimm.”
“Eko üç tur daha!” diye bağırdım.
“Konuşan dilimi …” Kaya üç tur daha koşmaya başladıklarında kendine küfretmekle meşguldü.
Altı turun sonunda nefesler yanıyordu, dinlenmelerine izin vermedim.
“Daha yeni başladık! Şimdi şınav mevzisi! Yereeeee!”
Toprakta avuçlar gürültüyle patladı. Hepsi aynı anda yere indi.
“Sayımı duymayan, tekrar eder!” dedim.
“Bir!”
Kolları indirip kaldırdılar.
“İki!”
Göğüsler toprakla buluştu.
Bir asker bize doğru koşturup yanıma geldi. Selam verip, “Dursun Albay sizi görmek istiyor komutanım!” diye gür sesiyle bağırdı.
Kaya ve Murat bedenini yere sererken kükredim.
“Gevşeme! Ben gelene kadar devam.”
Timi ardımda bırakıp Albay’ın odasına yöneldim.
Kapıyı tıklatıp içeriye girdim ve selam verdim.
“Yüzbaşı Rüzgar Ömerli Mardin! Emret Komutanım!”
“Gel Rüzgar,” dedi koltuğu işaret ederek.
“Bugün öğleden sonra Ankara'ya uçuyoruz. Operasyonla ilgili toplantı yapılacak.”
“Tek mi gidiyoruz? Timle mi?”
“Timle beraber.”
“Hala tam olarak ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz.”
“Toplantıda detayları öğreneceksiniz. Sıkıntılı bir durum. Bilgilerimiz sınırlı. Henüz tam olarak ne ile karşı karşıyayız biz de bilmiyoruz.”
Sert bakışlarını yüzüme çevirdi.
“Ülke geneline yayılmadan önüne geçmemiz gerekiyor.”
Detayları bilmeden bir şey söylemem pek mümkün değildi.
“Beş şehirden Urfa’yı seçtin. Niye Mardin değil?”
“Mardin'de beni tanımayan yoktur komutanım! Durumları biliyorsunuz. Operasyon gizlilik gerektiriyor dediniz.”
“Seni dört yıl önce Urfa'dan aldığımız düşünüldüğünde merak etmem normal değil mi?”
Başımı önüme eğdim. Urfa'yı şehirler arasında gördüğüm anda gözüm Mardin’i bile görmemişti. Urfa demek hasret demekti. Urfa demek Arven demekti.
“Gönül meselesi komutanım.”
Dursun Albay’ın yüzünden hafiften bir gülümseme oluştu. “İyi, iyi! Timini hazırla yüzbaşım!”
Ayağa kalktım ve selam verdim. “Emredersiniz Komutanım!”
“Bu arada Azra Üsteğmen de bizimle gelecek. Bilgi verirsin.”
“Emredersiniz komutanım!”
Dışarı çıktım. Azra Üsteğmen niye bizimle geliyordu anlamasam da bir bildikleri vardır diye düşünüyordum.
Bahçeye çıktım ve timi bilgilendirdim. Onlar hazırlıklarını yapmak için dağılırken, ben de Metehan ve Azra’yı bilgilendirmek için kantine girdim. Durumları iyiydi ama eğitime katılacak kadar iyi olmadıkları için kantinde takılıyorlardı.
“Ne zaman gidiyorsun?” diyen Metehan'ın sesini duydum.
“Bilmiyorum üsteğmenim.”
Beni görünce ikisi de ayağa kalkıp selam verdi. “Rahat!” dedim Metehan'ın yanındaki sandalyeyi çekip otururken.
“Necmi çayla aslanım!”
“Hemen komutanım!”
“Bir saat sonra çıkıyoruz. Hazırlıklarınızı yapın. Önce Ankara'ya geçeceğiz. Toplantıya katılacağız. Oradan da yeni görev üssüne! Bir süre yeni görev yerinde olacağız. Hazırlığını ona göre yap Metehan.”
“Peki komutanım!”
O sırada Necmi çayımı getirdi.
“Ben de mi geliyorum komutanım?”
“Evet. Oradan nereye geçeceksin bilmiyorum üsteğmenim.”
“Ben hazırlanayım o zaman!”
Metehan da onunla birlikte senkronize şekilde hareket etti.
“Ben de hazırlanayım.”
İkisi uzaklaşırken arkalarından bir süre baktım. Metehan fısır fısır bir şeyler söylüyordu.
Biliyordum ben bu halleri…
İnsan öyle anlarda elini kolunu nereye koyacağını bile şaşırıyordu. Dünya üzerinde herkesin herkesle bir şansı olur da, sanki bir bizimki imkansızmış gibi geliyordu artık..
****
Özel Kuvvetler Komutanlığına gelmiştik. Timim hariç, beş tim daha vardı. Operasyon beş şehirde yapılacaktı. Neden altı tim gelmişti emin değildim.
Toplantı odasına geçmiştik ve toplantının başlamasını bekliyorduk. Azra Üsteğmen de kendi timinin yanına geçip oturmuştu. Komutanlar ve kıdemli subaylar birer birer içeri girdi.
Odanın ön tarafındaki büyük ekran açıldı, Türkiye haritası üzerine kırmızı noktalar işaretlendi. Her nokta operasyon yapılacak şehri temsil ediyordu.
Tuğgeneral, sert bakışlarıyla masayı taradı. Tuğgeneral’in sert bakışları, odadaki her subayın üzerinde bir an için durduktan sonra büyük ekrana kaydı.
Türkiye haritası, beş kırmızı noktanın tehditkâr parıltısıyla yanıp sönüyordu. İstanbul, İzmir, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır.
Tuğgeneral ekranı değiştirip bir video açtı.
“Bundan üç hafta önce, iki genç İzmir’de bir kafeye girip önüne geleni taradı.”
İnsanlar çaresiz bir şekilde kaçmaya çalışırken, elinde ağır makineli tüfeklerle kapının girişini kapatan iki velet önüne geleni tarıyordu.
Tüylerim diken diken oldu.
Ardından başka bir video açtı Tuğgeneral!
“Bundan 1.5 ay önce Diyarbakır’da bir üniversitede yine benzer bir olay yaşandı.
Görüntü kan donduracak cinstendi. Hiçbir hedefi gözetmeksizin önüne gelene sıkıyordu.
Tuğgeneral, boğazını temizleyerek söze başladı. “Beyler, durum ciddi. Bir süredir istihbarat birimlerimiz, sosyal medya ve bir mobil oyun üzerinden gençlerin manipüle edildiğini tespit etti. Bu iş, basit bir siber dolandırıcılık değil. Birileri, gençleri ve savunmasız insanları hedef alıyor, suça meyilli olanları tespit ediyor. Kendilerine liste hazırlıyor.”
Tuğgeneral bir an duraksadı, gözleri masanın etrafındaki subaylarda gezindi. “Bu şerefsizler, seçtikleri kişilere ağır makineli silahlar gönderiyor. Sonra da arkalarına yaslanıp kaosu izliyorlar.”
Odada bir uğultu yükseldi. Metehan bana doğru yaklaştı. “Bu ne lan, film senaryosu mu?”
“Birileri bir yerlerde düğmeye basmış,” diye fısıldadım sadece.
Tuğgeneral devam etti. “Her şehirde bir tim görevlendirdik. Şu an istihbarat aldığımız beş şehir var. Operasyonu bu şehirlerde başlatıyoruz.”
“Başka şehirler var mı?” diye sordu komutanlardan biri.
“Henüz kesin tespit edebildiklerimiz bunlar. Yeni bir bilgi olduğunda, operasyonu ona göre genişleteceğiz.”
Komutan başıyla onayladı ve devam etmesi için işaret verdi.
“Beş şehirde, bu silahların dağıtıldığı kişileri tespit edeceksiniz. Ama asıl hedef, bu silahları gönderenler. Kim bu alçaklar? Nereden çalışıyorlar? Finansmanları kim? Bunları bulmadan bu iş bitmez.” Ekranda bir tablo belirdi. Sosyal medya hesapları, şifreli mesajlaşma uygulamaları ve bir mobil oyunun ekran görüntüleri. “Bu oyun, ‘Kaos Çağı’ adında bir strateji oyunu. Görünüşte masum, ama arka planda oyuncuları radikalleştiren bir algoritma var. Gençler, bu oyunda belirli görevleri tamamladıkça ödüllendiriliyor. Ödül dedikleri de, kargoyla gelen bir AK-47 ya da bir kutu el bombası.”
Dehşet bir şeydi bu. Birileri, sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi ortalığın daha çok karışmasını istiyordu.
“Sizlerin görevi, bir yandan silah gönderilen kişileri tespit etmek, diğer yandan bu işin arkasında kim var onu bulmak. Siber birim oyunda yüksek derece elde edenlerin bir listesini çıkardı. Sorun şu ki, her oyunu oynayan kişiye ulaşmıyor silah. Suça yatkın olanlar ilk hedef. Her tim bugün görevli olduğu şehre gidip yerleşecek. İstihbarat toplamaya başlayacak.”
Bakışları Azra’nın da olduğu hayalet timini buldu.
“Sizler kılık değiştirip en iyi yaptığınız şeyi yapacaksınız. Bu kez dağda değil, şehir içinde iz süreceksiniz. Bu operasyon bitene kadar her biriniz bir şehirde görevlisiniz ve o şehirde görevli olan tim ekibine dahilsiniz. Anlaşılmayan bir şey?”
Derin bir nefes aldım. Yanımda oturan Metehan fısıldadı.
“Allah'ım iyi bir kulunsam Azra'yı bize gönder.”