İnsanın yüreğindekileri dile dökmesi özgürlük olduğu kadar yük de olurmuş insana…
ARVEN
DÖRT YIL ÖNCE
İçimde, savrulan bir avuç yeme ulaşmak isteyen güvercinler kanat çırpıyordu sanki. Öyle bir gürültü, öyle bir curcuna vardı.
Dün gece sevdiği olduğunu öğrendiğimden beri ruhum canım çıkacakmışcasına sıkılıyor, bir yandan da sevdiğinin ben olma ihtimalim yüreğimi nasıl da uçuruyordu mavi gökyüzüne doğru.
Bakışlarım aynadan arkadan gelen aracı buldu. Birçok insanın hatta bazen annemin bile babama kızdığını biliyordum bu konuda. Ama ben anlıyordum babamı…
Halam sırf kuma gitmemek için eniştemin kapısına dayanıp sana kaçtım demiş ve birçok kişinin hayatına sebep olmuştu. Geri dönüp bakınca şu anki mutlulukları güzel görünse de, bir de madalyonun diğer yüzü yok muydu? Ya eniştem onu sevmeseydi? Ya annemle babam birbirine aşık olmasa da, babam babasına benzeseydi? O zaman da herkes iyi ki yapmış diyebilecek miydi kaçtığı için?
İnsan mutlu olduğunda tüm hataları bertaraf edebiliyordu ama ya mutlu olmasaydılar?
Bir keresinde bana niye güvenmediğini sormuştum babama… Lisedeydim ve yine peşimde korumalar olurdu. Babam her adamın yapacağı gibi sana değil, erkeklere güvenmiyorum diyerek kestirip atmamıştı sorumu.
Beni karşısına almış, ‘bu şehirde bir laf, bir canın ölümüne sebep olabilir,’ demişti. ‘Biri karşısına geçse ne olur ki? Kovarsın gider. Ama biri sizi başbaşa görüp bir dedikodu çıkarırsa, sen gerçeği kırk kez de söylesen duymazlar,’ demişti. Korumalar birini benden uzak tutmak için değil, bir olayda şahidim olmak için peşimdeydiler aslında…
Babamı düşünmek kalbimin üzerine bırakılan vicdanın ağırlığı gibiydi.
Sırf ben uyanmayayım diye sıkı sıkı yapıştığım parmağını çekmeyip, sabaha kadar dizleri üstünde beşiğin kıyısında oturan adamdı.
Öyle bir adamın arkasından iş çevirmek kalbimi katmerli acılara gebe bırakıyordu.
Ama kendime engel olamıyordum. Olmak istiyordum ama olamıyordum işte. Ailemi çok seviyordum. Babamı çok seviyordum.
Ama Rüzgar’ı da çok seviyordum be…
Hem, yalnızca gitmeden görecektim sadece. Bana bakarken hep yaptığı gibi iç çekmesini izleyecektim uzaktan. Fazlasında vallahi gözüm yoktu. İçimde her an büyümeye devam eden, sevginin ağırlığına dayanabilmek için bir parça sabır kırıntısına muhtaçtım sadece…
Konağa yaklaştıkça kalbim beni terk edip gidecek gibi atmaya başladı. Nefes alırken iğneler batıyordu ciğerimin orta yerine…
Arabadan nasıl indim hiç bilmiyordum. Korumalar dışarıda kalırken içeriye girmenin rahatlığı sirayet etti vücuduma.
Anlasam da onların yanında rahat hissetmiyordum kendimi.
Hem Rüzgar’ı görmek için gelmişken, yakalanma korkusu sinmişti kalbime. Gizli bir iş yapıyor olmanın bedeliydi sanırım bu…
Karmen'in sarılışına karşılık verdim. “İyi düşün kanka tamam mı? Sakın kestirip atma,” derken bakışlarım Rüzgar ile buluştu.
Dün geceden beri uykularımı kaçıran düşünce bir kez daha yerleşti içime… Karmen biliyordu ve bu yüzden mi uyarmıştı? Rüzgâr’ın açılacağı kişi ben miydim yani?
Bakışlarımız buluştu. Aylar sonra yüz yüze gelmek, sanki suyun dibinde dakikalar geçirmiş de yeniden yüzeye çıkmış gibi nefes almak gibiydi. Aylardır aldığım nefesin yarım nefesler olduğunu, asıl nefesi şimdi aldığımı hissettim.
“Bizi yalnız bırakma Karmen,” dedim yalvararak. Rüzgar'a doğru bir adım atarken söyleyeceklerine hiç hazır olmadığımı hissettim. Hiç düşünmemiştim ki bize aynı yolda yürümek var… Hep imkansızdık biz benim gözümde… Bundandı bocalamam… Bundandı kaçmam… Böyle severken gözlerine bakıp ‘bizden olmaz,’ nasıl diyecektim ki?
Karşı karşıya geldiğimiz anda, elimi kolumu koyacak bir yer bulamayıp eteğimi avuçladım.
İlk kez sözcüklerimiz doğrudan birbirini buluyordu. İlk kez adımı duyuyordum dilinden… Bir çift kelam etmiştik ya gönlümün sandığında çoktan yerini almıştı.
Karmen bizi yalnız bırakırken yalvaran bakışlarımı fark etmedi bile. Rüzgar hep bu anı beklemişçesine, içten içe ikimizinde bildiği duyguları gün yüzüne çıkarırken yer ayaklarımın altından kayıyor gibiydi.
Kalbim her bir sözcüğüyle hem kanat çırpıyor, hem de alevin ortasında kalmış gibi yanıyordu.
Geçmişin hikayesi yeniden ve yeniden bir arı vızıltısı gibi kulağımın dibindeydi.
Nasıl olsundu?
Hazar amcanın adını duyduğunda dellenen babam, geçmişi unutmayı bir an bile aklından geçirmezdi. Öfkesi bakiydi. Öfkesi bir kasırgaydı. Hiç mi tanımıyordu, hiç mi duymamıştı babamın nasıl bir adam olduğunu?
Babam kendi ailesini gözünü kırpmadan yok saymış bir adamdı. Ne annesini affetmişti, ne de babasını… Ana, babasını affetmeyen Hazar’ı, Ömerli aşiretini mi affedecekti?
Mümkünatı yoktu Rüzgar’ın sözlerinin. Onun anne ve babası nasıldı çok tanımıyordum. Onlar bu olaya nasıl bakardı bilmiyordum ama ben babamın nasıl bakacağını öyle biliyordum ki…
Yakıp yıkardı babam… Gözü dönerse kimseyi görmezdi. Sevdaya saygısı vardıysa da, bu saygı kendi sevgisiyle sınırlı olurdu.
Kestirip atma diyordu da nasıl tamam diyecektim. Kendimi hiç böylesi bir çaresizliğin ortasında hissetmemiştim daha önce.
Rüzgar hep imkansızdı bana… Şimdi imkanı var derken bile gözlerimin önüne olmayacak sahneler geliyordu. Benim yüzümden burnu kanasa, ölürdüm ben. Babamın yapacakları bir burunla kalmazdı ki…