Gösteriden sonra yerimde duramadım.
Elimdeki veriler yetersizdi.
Ve ben, mümkün olduğunca fazlasını istiyordum.
Zaten her gösteriden sonra kimliğimi korumak için belli bir rutinim vardı:
Önce üzerimi değiştirir, sonra paravan bir otele geçer, orada kılık değiştirip aracımla evime dönerdim.
Ama bugün...
Bugün biraz farklı olacaktı.
Üzerimi değiştirip kulisin arka kapısından çıktım.
Rota belliydi: Emir Kara’nın paravan holdingi.
Taksiyle rezidansın arka sokağında indim.
Kapıdan girip, “Hello mello ben geldim!” diyemezdim elbette.
Mecburuz ajan filmlerinin klasik oyunlarına...
Kapıya bakarken içimden geçen tek bir cümle vardı:
“Seni bu kapının önünde ters kelepçeyle alacağım günler de gelecek, Emir Kara.”
Yangın merdivenine uzandım, kendimi yukarı çektim.
Muhtemelen alarm sistemleri devredeydi.
Acil çıkış kapısından girmeden önce binanın dışındaki trafoya ulaştım.
Biraz kısa devre, biraz karartma.
Şalterler indi.
Usulca içeri süzüldüm.
Emir’in kişisel ofisinde yüksek koruma önlemleri olması muhtemeldi.
Ama muhasebe ya da finans bölümlerinden bir şeyler elde edebilirsem...
Ofisini aratmak için yasal gerekçe çıkarabilirdim.
Hemen masanın arkasındaki dosyalara uzandım.
Girdi çıktılar, evraklar, yasal prosedürler...
Lanet olsun, her şey kağıt üstünde tertemizdi!
Tam o sırada duyduğum ayak sesleriyle irkildim.
Refleksle masanın altına girdim.
Kaçamak bir bakışla geleni süzdüm.
Emir’di.
Asansörü bekliyordu.
Bu binada bir dairesi olduğunu duymuştum; anlaşılan geceyi burada geçirecekti.
Sonra telefonunu çıkarıp birini aradı.
Sesine kulak kesildim.
“Yarına kadar bu kadına ait tüm bilgileri istiyorum.
Sapphire’de sahne alıyor. Sahne adı: Lilya.”
O an duyduklarımla gülmemek için kendimi zor tuttum.
Beni bu kadar küçümseme Emir Kara.
Hakkımda hiçbir şey bulamayacaksın.
Ama ben...
Senin içini dışını ezberleyeceğim.
Emir asansöre biner binmez, hızla harekete geçti.
Kamerasız koridordan yangın merdivenine sarktı, demir basamakları neredeyse sessizce indi.
Arka sokaklardan birine süzüldü, şoförün bakışına karşılık vermeden bir taksiye atladı.
İlk durak: Sahne aldığı gece kulübü.
Sadece görünmek için.
İz bırakan her iz, başka bir izi saklıyordu.
Oradan çıktıktan sonra başka bir taksiyle hep kullandığı paravan otele geçti.
Gizli sığınağı gibiydi bu otel.
Otoparkına inip siyah SUV aracını aldı.
Ve geceyi bitirmek üzere gerçek evine döndü.
Ahh, Bu tempo...
Bu iki hayat arasında koşuşturma...
Artık alışmıştı Alara.
Lilya olmak için ödediği bedeldi bu.
Çünkü biliyordu...
Gizlilik bazen hayatta kalmanın tek yoluydu.
Ve sırlar, bu mesleğin zırhıydı.
Kendini hemen bir duşa attı, ve yastığa başını koyar koymaz günün yorgunluğuyla uykuya dalmıştı...
Sabah , kuş cıvıltılarıyla uyanmıştım Boğaz’dan esen hafif rüzgar odayı doldururken, ince bir gülümseme yayılmıştı dudaklarıma, İstanbul’un bu manzarasına doymak mümkün değildi.
İlk işim Balkona çıkmak oldu, sabahın huzurunu içine çektim. Sonunda kendimi iyi hissediyordum. Bir yetimdim, hayat ise zordu. Tüm iniş çıkışlara rağmen buradaydım; ayaktaydım ve başardığım her şeyin haklı gururunu yaşıyorum.
Kahvemden bir yudum aldım, dün geceyi düşündüm.
O Mekan… O atmosfer… Ve tabii ki Emir Kara.
İtiraf etmeliyim, ihtişamlı ününe uygundu görüntüsü,
O iri gövdesi, yakışıklılığı, kendisi hakkında anlatılan hikayelere uygun karizması...
Gözlerini üzerimde hissettiğim an, bakışlarındaki o hayranlıkla karışık keskinlik aklımı kurcalıyordu. İlgimi çekmişti, bunu inkâr edemem. Ama aynı zamanda bir şaşkınlık yaratmıştı.
Peki ya o işaret dili? Adamlarıyla iletişim kurarken kullandığı o hareketler... "Bir şeyler saklanıyor,".
Dün gece eve gelir gelmez, vakit kaybetmeden bora'yı arayıp bilgi istemiştim, elbet herşeyi öğreneceğim.
"Sabah kadar kadar bile beklemedim tabii. Ben asla beklemem."
Telefon Çalıyor
O sırada telefonum çaldı. Ekranda Bora’nın adı yanıp sönüyordu. Bora, benim sağ kolum; istihbaratta uzman bir polis, hemde bilgisayar faresi uzman bir IT'dir. Mizacı ise son derece alaycı ama güvenilir bir adamdır. Telefonu açtı ve Bora’nın her zamanki neşeli sesi duyuldu.
Bora: "Savcım, kahveniz güzel mi? Yoksa benim sesimle mi güzelleşti sabahınız?"
Alara: (Gülümser.) "Bora, kes saçmalamayı. Ne buldun?"
Bora: "Tabii tabii, konuyu ciddileştirelim. Emir Kara… Görünüşte pek bir şey yok. Sicili temiz gibi, ama bu sadece kâğıt üzerinde. Asıl mesele, sorduğun Özel Kurt Birliği. Sana ilginç şeyler anlatacağım."
Alara: "Dinliyorum."
Bora: "Senin de içinde bulunduğun bir görevi hatırlatacağım. Yıllar önce, Barış Harekâtı sırasında birliğimizden bir ekip ele geçirilmişti. Hatırlıyor musun?"
Alara: "Evet, hatırlıyorum. Görevim, rehine krizini çözmek için uzlaşma sağlamaktı. Ama terör lideri askerleri bırakmadı. Elim boş döndüm. Sonra Genelkurmay Başkanı, Özel Kurt Birliği’ne tam yetki verdi. Yurda döndüğümde askerlerimizi kurtardıklarını öğrendim. Ama detaylara dair hiçbir bilgim yok. Ne oldu? Ne kaçırdım?"
Bora: "Bayağı şey kaçırmışsın, savcım. Özel Kurt Birliği’nde toplam 18 ajan vardı. Liderleri ise Boz kod adlı bir ajanmış. Operasyon sırasında rehinelerin tutulduğu dağa baskın yapılmış. Ancak istihbarat hatalıymış. Dağın boş olduğu, uzlaşma sağlandığı söylenmiş. Ama gerçek bu değilmiş. Ekip, ağır silahlarla donatılmış bir direnişle karşılaşmış. 10 kişi o baskında hayatını kaybetmiş. Geri kalanlar ise emekli edilmiş. Yani bu kadar başarılı bir birliğin dağıtılmasının sebebi, işte bu kayıplar."
Alara: (Derin bir nefes alır.) Bora’nın anlattıkları, zihnimde eski yaraları açtı. O birliği tanımıştım. Maskeleri asla çıkmayan, görevleri gereği aile kurmaları yasak olan, hep yalnız kalmaya mahkûm o insanlar. Duyduğuma göre birlikte büyümüş o ekip, 5 yaşından beri… Birlikte gülerler, şakalaşırlardı. Çocuksu bir enerjileri vardı. Şimdi ise 10’u yoktu.
"Ben neden orada değildim?" diye düşündüm. “Yanlarında olsam ne değişirdi bilmiyorum, ama bu yük hep üzerimde kalacak.”
Onların yanında olmalıydım… Belki hiçbir şey değişmeyecekti ama içimdeki bu pişmanlık geçmezdi.
Bora: “Savcım? Orada mısınız?”
Alara: “Buradayım. Devam et.”
Bora: “Ekibin kimlikleri silinmiş bu yüzden, Ekip hakkında fazla bilgiye ulaşmak imkânsız gibi. Ama bir şey duydum. Belki işinize yarar.”
Alara: “Söyle.”
Bora: “Ekip, kendilerine özel bir dövme yaptırmış. Bir kurt başı ve etrafında 18 yıldız. Bu, birliklerindeki kişi sayısını simgeliyor. Dilersen bir çizim hazırlayabilirim.”
Alara: “Hemen hazırla. Gönder bana.”
Telefonu kapatırken bir an durdum. Yüzümde hafif bir gülümseme belirdi. Düşüncelerim bir yöne kaydı.
“Anlaşılan seni soymamız gerekecek, Emir Kara.”
- - - -
İçeriye geçtim, saçlarımı sıkı bir topuz yaptım ve dişlerimi hızlıca fırçaladım. Hafif bir makyajla yüzüme biraz canlılık kattım. Dolabımın karşısına geçtiğimde, ne giyeceğime karar vermek için bir an duraksadım.
Bugün dava yoktu, ama adliyeye gidip evrakları toparlamam gerekiyordu. İçime siyah çamaşır takımımı giydim, üzerine lacivert saten bir gömlek ve gri bir kalem etek seçtim. Siyah ten çorap ve ince siyah bir kemerle kombinimi tamamladım.
Elime siyah ofis çantamı aldım, laptopumu içine sıkıştırdım. Ayakkabılarımı da unutmamıştım; kapıdaki dolabı açtım ve siyah stilettolarımı giydim. Aynada kendime son bir kez baktım. Artık hazırdım.
Aracımın anahtarını alıp kapıdan çıktım. Apartmanın kapalı otoparkına indiğimde, garajın raylı kapısı ağır ağır açılmaya başladı. Gözlerim o an gördüğüm manzaraya kilitlendi ve olduğum yerde donup kaldım.
Siyah bir Mercedes’in kaputuna oturmuş, sakin ama alaycı bir ifadeyle beni bekliyordu. Emir Kara.!
Adeleli bacakları kumaş pantolonunu doldurmuş, belindeki kemer ve vücut hatları adeta göze çarpar şekilde belirgindi. Lacivert gömleği, sıkı bir şekilde karın kaslarının üzerine oturmuştu. Gömleğinin kollarını kıvırmış, rahat ama etkileyici bir duruş sergiliyordu.
Yüzünde tanıdık bir alay vardı. O kendinden emin gülüşüyle bana bakıp hafifçe el salladı.
"Tanrım," diye düşündüm, "bu adamın derdi ne?!"
Aklımdan geçenleri toparlamaya çalışırken, o sakince oturduğu yerden kalktı ve beni yanına çağırır gibi işaret etti. Bu sabahın böyle başlayacağını hiç tahmin etmemiştim...