"Hadi minik kuş öğlen oldu, uyan artık." Ses kulağımda yankılanıyordu. Uğurcan hem beni dürtüyor hem de uyanmam içim komut veriyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım, bu şekilde uyandırılmak aslında pek hoşuma gitmiyordu. Görüşüm netleştiğinde elinde bir tepsi ile bana baktığını fark ettim. En son güneş izlemiyor muyduk?
"Güneş… Doğdu mu? Hani izleyecektik?" deyince Uğurcan gülümsedi.
"Güya izleyecektik ama doğamadan uyuya kaldın." Gülümsedim. "Çok özür dilerim ya."
"Sorun değil minik kuş, işime geldi desek yeridir. Güneş yerine seni izledim." O da gülüyordu. Elinde tuttuğu tepside meyve suyu, reçel, omlet, bal ve papatya vardı. Papatya en sevdiğim çiçeklerden biriydi ve sanırım bu annemden kalan bir şeydi.
"Omleti sen mi yaptın?" Kaşlarımı havaya kaldırarak güldüm. "Hazır değil gerçekten ben yaptım."
Omletten bir parça alarak bana uzattı.
"Beni gerçekten çok şımartıyorsun." Gülümsedim, gerçekten de öyle sayılırdı. "Sen yeter ki şımar, ben seni her halinle sevebilirim." Yanağıma minik bir öpücük kondurunca ikinci kez gülümsedim, yanında hiç olmadığım kadar mutlu ve huzurluydum.
Yazlıkta olduğum için şanslıydım çünkü aynı şans İstanbul’da iken olmayacaktı. Uğur böceği hayallerini bana anlatırken ben de sessizce onu dinliyordum, ileride buranın evimizin olmasını istiyordu ve hatta ileride doğacak çocuklarımız için bahçede bir park bile düşünmüştü. Bu konuşmalar hoşuma gidiyordu, istemsizce mutlu oluyordum, her bayanın olacağı gibi.
Bahçeyi gezmek için ayaklandım fakat kalkarken beni sinirlendirdiği için kafasına bir tane vurunca aynı şekilde o da saçımı çekti. "Saçımı bırak." Komutuma uymamıştı, ben de onun yaptığı gibi onun saçını çekmeye başladım. Dışarıdan birisi görse gerçek anlamda kavga ediyoruz zannederdi herhalde.
Bir elimle saçını tutarken diğer elimle ise karnına yumruk attım. "Canımı acıtmaya başladın ya." Çıkardığı 'Ah' sesine engel olamamıştı, canı yanmıştı gerçekten. Saçımı daha çok çekmeye başladığında güldüm ve dizine bir tekme attım. İkimizde sadece gülüyorduk, anlık bir çalım ile yere düşmesini sağlayarak karnına oturdum ve cimcik attım. Canı bu sefer gerçekten yanıyordu. Son hamlesi ile beni ters çevirerek hep yaptığı gibi kollarını iki yanımdan uzattı, göz gözeydik gülmüyorduk ama az önceki gülüşmelerden dolayı nefes nefese kalmıştık. Kolumu ısırınca istemsizce tiz bir çığlık attım, canım yanmıştı. Altından kalkmaya çalışırken yanlışlıkla kafalarımız birbirine çarptı. Her zaman ki gibi yine sakarlık yapmıştım, harika. Alnımı tutarken aynı anda uzun soluklu bir kahkaha atmıştım, yaptığımız her hareket saçmaydı ama hiç eğlenmediğim kadar eğleniyordum.
3 saat sonra;
Siyah askılı ve koyu mavi balon bir etek ile çekici bir güzelliğe sahip olduğumu düşünürken yüzüme biraz renk vermeye başladım, gözlerime kalem çekerek onları daha belirgin yapmaya karar vermiştim. Uğurcan ile sözleştiğimiz gibi her zamanki yerde buluşacaktık, bugünü diğerlerinden ayıran ise yanımızda Ayşe ve onun kuzeni Furkan’ın olması olacaktı. Siyah minik çantamı da alarak evden çıkarak yürümeye başladım, yürürken ne kadar da havalı olduğumu düşünmeden edemiyordum evet kesinlikle şuan ki tarzımla havalıydım.
Orta Kafe'ye yaklaştığımızda Uğurcan'ın ve yanında Furkan'ın olduğunu fark edince rahatsız olmuştum, onu görmek beni huzursuz etmişti sonuçta Özge ile pek güzel şeyler yaşamamışlardı. Furkan ile selamlaştıktan sonra Uğurcan'ı öptüm.
"Ayşe bu kuzenim Furkan." dediğinde onun hakkında çok fazla iyi şeyler düşünmediğimi fark ettim, ona karşı çok fazla ön yargılarım vardı belki bu en yakın arkadaşıma yapmış olduğu haksızlıktan kaynaklanıyordu ama her şeye rağmen Uğurcan’ın hayatta güvendiği nadir insanlardan biriydi ve onun için her şeyi yapabilirdi.
Ayşe ve Furkan oldukça yakınlardı bu durumdan rahatsız olsam da pek bir şey belli etmemeye çalışıyordum, arkadaşlık içgüdüsü ona sinirlenmeme neden oluyordu. Her neyse, konumuz bu değildi, onun hayatı onun seçimleriydi ve bizi kesinlikle ilgilendirmezdi.
Kafe hiç olmadığı kadar kalabalık ve gürültülüydü, rahatsız olduğumu belirterek biraz iskeleye yürümeye karar verdik. Seslerin oraya geleceğinden emindim ama en azından öncekine göre daha az gelirdi üstelik iskeleye yakın bir yerde bir grubun ateş yaktığını ve etrafında oturduğunu da fark edince o tarafa doğru yürüyerek gruba karıştık.
Ateş başında oturan grup şarkı söyleyen çocuğu dinliyordu. Çocuğun şarkısı bittikten sonra Uğurcan gitarı isteyerek oturdu, ben de tam yanına oturarak dikkatlice ona baktım. Şarkı söylemeyecekti değil mi? Ona anlamsızca bakarak gülüyordum sadece aniden gitarı çalmaya başlayarak yine aynı şekilde hızlıca sözlere giriş yaptı.
"Hiç bir neden yokken ya da biz bilmezken tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur…"
Sesi gerçekten güzeldi ve bu şarkıyı bana daha önce söylemişti, biliyordum. Bülent Ortaçgil’in ‘Eylül Akşamı’ adlı şarkısı gerçekten sevdiğim bir parçaydı.
"Onca yıl sen burada, onca yıl ben burada yollarımız hiç kesişmemiş şu Eylül akşamı dışında..."
Ağzından dökülen her bir kelime beni daha da çok etkileyerek ona daha da çok bağlanmama neden oluyordu.
8. BÖLÜM
"Uğur böceği, Ne yapıyorsun?"
"Kahvaltı yaptım şimdi minik kuş, sen ?" Gülümsedim. "Ben de öyle. Sana bir sürprizim var bu yüzden saat bir gibi bize geliyorsun." Telefonun diğer ucundan güldüğünü anlayabilmiştim. "Ne sürprizi?"
"Çok fazla soru sorma, gelince görürsün. Kuzenini de Ayşe'nin yanına yolla." Özge, canım arkadaşım bunu yaptığım için çok özür dilerim ama mecburum. Ona haksızlık yaptığımı düşünürken kendime bir kez daha kızdım. "Sözleşmişler zaten." Tamam, her şey daha da kötü oluyordu. Ayşe ve Furkan, evet harika! Aferin sana Eylül, harika bir iş çıkardın.
Annemler hazırlandıktan sonra her zaman olduğu gibi çıktılar, babam Uğurcan ile barıştığımızı öğrense kızabilirdi çünkü sevgilim olmasını istemiyordu. İlk başlarda annem de karşı çıkabilirdi ama bana kıyamaz yumuşardı.
Planlarım arasında ona en sevdiği yemekleri yapmak vardı. Kapı çalınca annemlerdir diye düşünerek hızlıca açtım. Saat on birdi fakat uğur böceği tam karşımda ellerinde poşetler ile bana bakıyordu. "Yemek yaparız diye düşünmüştüm?" Gülüyordu ama tüm sürprizim berbat olmuştu.
"Çok kötüsün, nasıl anladın?" Şaşkındım, keşke hiç belli etmeseydi.
"Ben anlarım, içeri almayacak mısın beni. Almıyorsan gideyim ben?" Gülümsedim. "Gel buraya." Ellerinde ki poşetleri bırakarak bana sarıldı. Kırıldığımı belli ederek ona bakıyordum.
"Ya bakma öyle duydum ki yardıma ihtiyacın varmış ben de yardıma geldim sadece." dediğinde inatçı tavrımla üsteledim.
"Ayşe söyledi değil mi?" Gülümsüyordu bu da evet demek oluyordu. "Gösteririm ben ona."
"Bir şey deme kıza hem fena mı oldu beraber yemek yapmış olacağız." Neyse ki bu fikir güzel sayılırdı.
"E iyi bakalım hadi mutfağa o zaman." Mutfağa geçerek önlüklerimizi taktık.
Gülüşerek yemeğimizi yapmaya başladık her şey çok güzel gidiyordu ki her zaman olduğu gibi sakarlığımı yaparak elimi kesmeyi becermiştim, her zaman bir şekilde bir sakarlık yapıyordum. "Çok acıyor mu?" Aslında çok fazla acımıyordu.
"Hayır, çok değil." Kanayan yerimi öperek gülümsedi. "Şimdi geçer." Hayatımın en eğlenceli dakikalarını yaşıyordum, onun yanında o kadar mutlu ve huzurluydum ki…
Güzel bir yemeğin ardından geçen yarım kalan filmimizi tamamlamaya karar verdik, bu sefer gerçekten ona değil sadece filme odaklanmıştım. Film o kadar güzel ve duyguluydu ki ben ağlıyordum ve ben ağladıkça uğur böceği de bana gülüyordu. Gözyaşlarımı silerek omzuna başımı koydum ve ona sarıldım, bu tarz aşk filmlerini izleyince sevginin kıymeti daha iyi anlaşılıyordu.
"Hadi kalk gidiyoruz." Sessizliği bozan taraf olunca durduk yere böyle bir şey demesi afallamama neden olmuştu. "Nereye?"
"Soru sorma minik kuş, gidince görürsün hem gerçekten ben şaşırdım sana." dediğini anlamamıştım ama üstelememiştim de. Bir süre yürüdükten sonra gözlerimi kapatmam için komut verince dediğini yaparak gözlerimi kapattım ve onun yardımı ile yürümeye başladım.
"Gözlerini aç." Komut ile gözlerimi açınca karşılaştığım manzara karşısında gülümsedim. Lunapark her kızın seveceği tatlı bir yerdi. "Lunapark bana çocukluğumu hatırlatıyor."
"Evet, korku tüneli hikâyeni duydum." Gülüyordu, elbette ki bunu da yanına bırakmazdım.
"Gülme." Elinden tutarak onu içeri sürükledim.
"Tamam, ilk hangi oyuncağa binmek istermiş minik kuş?"
"Tabii ki dönme dolap." Zaten bence laf olsun diye sormuştu, dönme dolap hastalığımı bilmeyen yoktu.
"Tahmin etmiştim." Acaba neden dercesine bir bakış attım.
Ne tesadüf ki şansımıza dönme dolapta sadece bir kaç kişi vardı ve yine ne tesadüftür ki biz tam tepedeyken bozuldu. Sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim yükseklik korkum vardı ama bir yandan da uğur böceği ile böyle bir anımız olacaktı. Az da olsa korktuğumu anlayınca ellerini belime doladı ve yine ne tesadüftür ki bir çocuk balonunu elinden kaçırmış olmalı ki bizim olduğumuz yere takıldı. "Balonu alsana." Bu da planın bir parçasıydı, son bir kaç gündür kendini affettirmek için çok şey yapmıştı. İkiletmeden balonu aldım, ipin ucunda ki kutuyu görünce şaşkınlıkla Uğurcan'a bakarak anlamsız bir bakış attım, kafasını aç der gibi sallayınca dediğini yaparak kutuyu açtım. Melek işlemeli bir kolye vardı, gerçekten güzel bir kolyeydi. Elimdeki kolyeyi alarak boynuma takınca yeniden gülümsedim. "Doğum günün kutlu olsun minik kuş, nice senelere."
Buraya geldiğimden beri tarih ve saat kavramı ile pek ilgilenmiyordum, doğum günüm olduğunu bile unutmuştum. Bir insan doğum gününü unutur mu? Çok güzel, ben unutmuştum. Hiç bir şey söylemeden ona sarıldım çünkü ona sarılmam verebileceğim en güzel cevaplardan biri olurdu. "Bu kolyeyi sakın çıkarma tamam mı?" Olumlu anlamda başımı salladım, gözyaşlarım akıp giderken gülümsüyordu. "Ağlama be şapşal." dediğinde aynı şekilde gülümsedim.
"Mutluluktan ağlıyorum." Elleri ile gözlerimi sildi.
"Olsun yine de ağlama." deyince yeniden ona sarıldım.
"Seni çok seviyorum." dediğimde boynuma minik bir öpücük bıraktı.
"Ben de seni çok seviyorum minik kuş." Tam da sarılırken dönme dolap yeniden çalışmaya başladı, aşağı bakmaya korkuyordum. Tam olarak indiğimizde Uğurcan'dan yardım alarak inince gözlerim kalabalığa takılmıştı, birkaç metre ötede en yakın arkadaşlarım gülümseyerek bana bakıyordu. Özge en önde elinde bir pasta ile bana bakıyordu. Mutluluğuma diyecek yoktu, sanırım dünyanın en şanslı doğum günü kızıydım.