Bervan, babasının ciğerci dükkânında işleri iyice öğrenmişti. Askerliğini tamamlamış, genç bir delikanlı olmuştu. Arkadaşlarıyla birlikte sürekli takılır, akşamları sokaklarda gezer, tozar, eğlenirlerdi.
Mahallelerine yeni bir aile taşınmıştı. Başka bir yerden gelmişlerdi. Evin babası Urfalıydı; yıllardır hep gurbette yaşamışlardı. Aslında Urfalı olmalarına rağmen Urfa’ya hiç gitmemişlerdi.
Bervanların tam karşısında, yıllardır boş duran bir ev vardı. Duvarları yıkılmış, içi oturulamayacak hâle gelmişti. Bervan çocukken hatırlıyordu; yaşlı bir amca ve teyze yaşardı orada. Onlar da vefat edince kimseler uğramaz olmuştu eve. O yaşlı çiftin tek çocuğu vardı ama o da gurbetteydi, hiç gelmezdi.
Birileri köye ve o eve taşınınca herkes merakla onları izlemeye başladı. Ailenin iki çocuğu vardı; erkek çocuk on beş yaşlarında, kız ise yirmili yaşlardaydı. Kız o kadar güzeldi ki adeta bir içim su gibiydi. Kıyafetleri köydekilere pek uygun değildi; kısa bir şort giymiş, üstüne dar ve göbeği açık bir tişört takmıştı. Köyün tüm gençleri ona kilitlenmişti. Kızın bacakları sütun gibi, beli ince, göğüsleri vücuduna göre biraz büyük ve teni bembeyazdı. Her geçen onu süzüyordu.
Aile, yıllarca yurt dışında, İsviçre’de yaşamıştı. Kız, diş hekimliği okumuştu. Köyde herkes onları gün boyunca izliyordu. Son model bir arabaları vardı; zengin oldukları her hallerinden belliydi. Urfa’nın küçük bir köyünde böyle bir ailenin ne işi vardı, herkes bunu konuşuyordu.
O gün, gün boyunca kendilerine ait eşyaları indirdiler. Çok da eşya yoktu. Köyün muhtarı yanlarına gitti:
— Hoş geldiniz. Buranın yabancısısınız galiba.
Adam muhtara döndü:
— Mehmet Abi, tanımadın mı beni?
Muhtar biraz yaşlıcaydı; adam ise ellilerinin başlarındaydı. Mehmet Amca dikkatlice baktı:
— Halil, sen misin?
— Benim ya! Sen nerelerdeydin onca sene? Annen, baban sana hasret öldüler.
Halil, gözleri dalgın:
— Ne yapayım, gitmem gerekiyordu, sen de biliyorsun.
— Biliyorum da… Yine de annen, babandı.
— Biliyorum. Cahillik işte… Son pişmanlık fayda vermiyor, biliyorsun.
Halil gençliğinde, karşı köyden bir kıza âşık olmuştu. Kız da onu seviyordu. Birbirlerine deli gibi âşıktılar. Ama kızın ailesi Halil’i, Halil’in ailesi de kızı istemiyordu. Anneler birbirlerinden hoşlanmıyor, iki anne de inat ediyordu. Halil ne yaptıysa annesini ikna edemiyordu:
— Anne, bak, kız çok iyi. Ben çok seviyorum. Efendi, terbiyeli, çalışkan bir kız. Sana yalvarıyorum, isteyelim yoksa kaçırırım.
Annesi:
— Ben de ailesine söylerim, jandarmayı ararım. Kız daha on yedisinde. Arar, bulurlar seni.
Halil ne yaptıysa ikna edemedi annesini. Birkaç ay sonra, kızın annesi, sevmediği amcasının oğluna apar topar nişan yaptırmıştı kıza. Kız, ne kadar istemese de annesi:
— Kızım, bak, seni istemeye bile gelmediler. Sen unut Halil’i. Zaten işi gücü de yok, durumları da iyi değil, demişti.
Oysa kız, her şeyi kabul etmişti. Halil’in annesiyle oturmayı bile kabul etmişti. Ama iki annenin inadı, çocukların birbirinden ayrılmasına neden oldu. Halil, kızın nişanlandığını duyunca izini kaybettirmişti. Bir mektup bırakarak gitmişti. Ara ara biraz para ve mektup gönderiyordu yaşlı annesine ve babasına. Annesi sonra çok pişman olmuştu ama iş işten geçmişti.
Halil, uzun yıllar evlenmemişti. Sonra İstanbul’da tanıştığı bir kızla evlenmişti. Oradan yurt dışına, İsviçre’ye çalışmaya gitmişti. Yıllarca gelmedi. Ara ara fotoğraf ve para gönderiyordu anne babasına.
Halil:
— Muhtar, neler yapıyorsunuz? Benim çocukları ve hanımı misafir edecek misiniz bu akşam? Ben de gideyim, bizim viraneye bir bakayım.
Halil eve girdi. Çocukluğu geldi aklına. Evin eşyaları duruyordu. Annesinin yemek pişirdiği ocak, tabak çanak… Odada üzerinde oturdukları divan, duvarda çerçeveler dolusu fotoğraflar… Hepsi de Halil’in gönderdiği fotoğraflardı. Onun gönderdiği mektupları dahi duvara çerçeveletip asmışlardı.
Halil, hıçkıra hıçkıra ağladı, ağladı… Yüksek sesle:
— Neden, anne, neden? Ne sen mutlu oldun, ne de beni mutlu ettin. Babamı da, kendini de, beni de yaktın. Değer miydi? Ben senin tek evladındım. Ne olurdu, zamanında bencilce inatçılık yapmasaydın? Çocuğun ve torunlarınla mutlu mesut yaşardın. Şimdi ne hâlde yiz?
Halil, uzun süre vakit geçirdikten sonra muhtarın evine, ailesinin yanına gitti. Muhtarın hanımı da tanıdı Halil’i. Sarıldı:
— Yavrum, sen neredeydin? Anan baban hasretinden perişan gittiler.
Halil:
— Ne diyeyim… Ne desem boş artık.
Halil:
— Mehmet Abi, ben bu evi tamir ettireceğim ve burada oturacağım artık. Yurt dışında yoruldum. Emekli de oldum. Bundan sonra burada yaşayacağım. Bana yardımcı olur musun, Mehmet Abi?
— Tabii, sen hele bir dinlen.
Sabah olunca kahvaltı yaptıktan sonra Halil’in kızı Fatma:
— Baba, ben köyü gezeceğim.
Babası kızına, annesinin adı olan Fatma ismini vermişti.
Halil:
— Tamam kızım, sen çık gez.
Aylardan Mayıs’tı ve bahar esintisi vardı. Urfa’nın o yakıcı yaz sıcakları bastırmamıştı daha. Fatma, memlekete dönmeyi çok istiyordu. Annesi ve kardeşi ise hiç dönmek istemiyordu Urfa’ya. Ama Fatma inanılmaz heyecanlıydı. Annesi:
— Madem gidiyoruz, İzmir’e gidelim. Ne işimiz var Urfa’nın köyünde? Bu çocuklar İsviçre’de büyüdüler, nasıl alışacaklar oraya?
Halil:
— Fatma’ya yazıhane açarım. Oğlan da orada okuluna devam eder. Paramız da var. Ne zorluk çekecekler Allah aşkına? Yine gideriz İzmir’e, gezeriz istersen. Yazları orada geçiririz.
Karısı:
— Of… Tamam, tamam. Ne Urfa’ymış!
Fatma köyü geziyordu. Köydekiler, hepsi tuhaf tuhaf ona bakıyordu. Kıyafetleri Urfa’ya hiç uygun değildi. Fatma bu durumdan rahatsız olmuştu.
“Hiç mi insan görmemiş bunlar?” diye düşündü.
Köyden çok tatlı bir kız, ismi Asiye, koşarak geldi yanına:
— Hoş geldiniz.
Fatma:
— Hoş buldum.
Asiye:
— Sana köyü gezdireyim mi?
— Olur, teşekkür ediyorum.
Fatma:
— Herkes bana neden böyle bakıyor, Asiye?
Asiye:
— Ya, burası küçük yer. Sen de böyle giyinmişsin ya… Biraz tuhaf geldi, ondandır. Yoksa sen de bizim gibi iki kolun, iki bacağın var. Kusura bakma Fatma ya…
Fatma:
— Senin niye kusuruna bakayım? Onlar da öyle görmüşler, onların suçu değil. Ben çok takılmıyorum bu bakışlara.
Asiye:
— Siz nereden geldiniz? Turist misiniz?
Fatma:
— Yok kız, biz de bu köydeniz.
Asiye:
— Ne? Ciddi misin? Şimdiye kadar neredeydiniz?
Fatma:
— Ben İstanbul’da doğdum. Çocukken babamlar İsviçre’ye taşınmış. Yıllardır oradaydık. Babam orada kendini çok yalnız hissediyordu. Emekli olunca da tası tarağı toplayıp buraya yerleşmeye karar verdik.
Asiye:
— Eviniz yok ki burada.
Fatma:
— İleride, köyün girişinde, neredeyse harabe olan ev bizim. Babamın eviymiş. En son dedem ve babaannem kalıyormuş. Onlar da ölünce yıllarca boş kalmış. Biz de şimdi o evde oturacağız.
Asiye:
— Ama o evde yaşanmaz ki!
Fatma:
— Babam tamir ettirecekmiş.
Asiye çok tatlı bir kızdı:
— Tamam o zaman, tanıştığımıza memnun oldum. Ben gideyim, annem merak eder. Bir şeye ihtiyacın olursa bana söyleyebilirsin. Bak, ileride kırmızı boyalı ev bizim.