Ben o zamanlar on yedi yaşındaydım. Çocuk değildim ama kadın da değildim. Ne çocuk gibi korunuyordum ne de bir kadın gibi saygı görüyordum. İkisinin arasında, hiçliğin ortasında bir yerdeydim. Bir bedene sıkışmış, ruhumun nereye ait olduğunu bilmediğim bir boşlukta…
Reşat, çocukluğumdan beri hayatımdaydı. Üvey annemin abisinin oğluydu. Küçükken bana abilik yapardı, düşüp dizimi kanattığımda elimden tutardı, üvey annemin bana kızdığı zamanlarda beni savunurdu. O zamanlar ona güvenirdim. Onu gerçekten abim sanırdım.
Ama ben büyüdükçe, onun bana bakışı değişti. Önce bakışları değişti. Sonra sesi. Önceden şefkatle konuşan sesi, zamanla emir verir gibi çıkmaya başladı. Birkaç yıl içinde bana eskisi gibi gülmeyi bırakmıştı. Onun gözlerinde, beni çocukluğumdan beri tanıyan bir adamın sıcaklığı değil, bana sahip olmak isteyen bir adamın açgözlülüğü vardı.
"Karım ol." dedi bir gün. "Sana sahip çıkayım, seni kimseye muhtaç etmeyeyim."
İçim kalktı. "Sen benim abimsin." dedim. "Ben seni o gözle görmüyorum."
İlk başta anlamaz gibi baktı yüzüme. Sonra dudaklarını sıktı, gözleri kısıldı. O gün bana ilk defa farklı bir şekilde baktı. Sanki küçücük bir fareyi avlayan bir kedi gibi. O an içime bir korku düştü. İnsan bazen gözlerinden anlar ya olacakları… İşte ben o gün Reşat’ ın gözlerinde bir şey gördüm. O almaya karar vermişti.
Ve ben buna engel olamayacaktım.
Bir süre her şey normal göründü. Ama içimdeki korku, sanki büyüyen bir yara gibi, her geçen gün derinleşti. Reşat her zamanki gibi evin içinde dolaşıyordu. Sofrada oturuyordu, köyde geziyordu, bizim bahçede annemle konuşuyordu. Ama ben onun her hareketinde bir tehdit hissediyordum. Sanki etrafımda sessizce dolaşıyor, beni adım adım yakalıyordu.
Ben nereye gidersem gideyim, o hep oradaydı.
Gözleri, her zaman üzerimdeydi. Babamla da konuştu sonunda. Babam beni ona verecekti. Bunu anlamıştım. Birazcık zaman vardı elimde o kadar. Azıcık zaman. Babam iş tutsun demişti. Gerçi Reşat pek çalışma heveslisi biri değildi. O daha çok kendi ailesi ve bizim ev arasında bedava geçinmeyi biliyordu.
Ve sonra o gün geldi.
O gün evde yalnızdım. Üvey annem köyde bir komşuya gitmişti. Ev sessizdi. Gökyüzü griydi, bulutlar ağırdı, hava sıcaktı ama içimde buz gibi bir his vardı.
Kapı açıldı.
Onu gördüğüm an her şeyin bittiğini anladım.
Bir adım geri gittim.
"Konuşmamız lazım." dedi.
Sesinde bir tehdit vardı. Bir adım daha geri gittim. "Sonra konuşalım." dedim.
Ama kapıyı arkasından kapattı.
İçimi tarifsiz bir korku kapladı. O an kaçmam gerektiğini biliyordum ama bacaklarım yerinden kıpırdamıyordu. Gözündeki bakışı hiç unutamıyorum. Avına yaklaşan bir yırtıcı gibiydi.
Sonrasını anlatmaya gücüm var mı bilmiyorum. Ama ne zaman gözlerimi kapatsam, o günü tekrar yaşıyorum.
Kendimi bir kabusun içinde buldum.
Bir odanın içinde, kapısı kapanmış bir dünyada, hiç kimsenin olmadığı bir yerde…
Sesi kulaklarımda çınladı.
"Beni istemedin," dedi. "Benim karım olmayı reddettin. Erkekten abi olmazmış, öğrendin mi şimdi?"
Cevap veremedim. Sadece ağladım. Yalvardım ona.
" Sus orospu sus. Artık zırlamak boşa. " diye cevapladı beni.
Ona cevap verecek halim yoktu. O da bunu biliyordu. Ama zaferinin tadını çıkarıyordu.
Sustum. Sesim çıkmadı. Çıkarmaya çalıştım ama boğazımda düğümlendi.
Ona hayır diyordum ama onun için hayır diye bir şey yoktu.
İnsan en çok, bildiği biri ihanet edince çaresiz hissedermiş. Çünkü yabancılar zarar verir ama bildiklerin, seni tamamen öldürür.
Elimi kaldırıp onu itmek istedim. Ama gücüm yetmedi. O kadar küçüktüm ki, o kadar zayıftım ki… Kendi saçlarımı yoldum. Bu bir kabus olmalıydı. Uyanmaya çalıştım.
Gözlerimi sımsıkı kapattım.
Bunu yaparsam belki gerçek olmazdı.
Belki sadece bir kabus olurdu.
Belki uyandığımda her şey normale dönerdi.
Ama ne kadar gözlerimi kapatırsam kapatayım, kabus bitmedi.
Ne kadar gözlerimi kapatırsam kapatayım, sesleri susturamadım.
Ne kadar gözlerimi kapatırsam kapatayım, hissettiklerim silinmedi.
Kendimi o yatakta bırakıp kaçmak istedim ama gidecek hiçbir yerim yoktu.
Ve bittiğinde…
Bittiğinde, ben artık yoktum.
Ayağa kalktı, üzerini düzeltti, yüzüme bile bakmadan, tiksinir gibi söyledi:
"Artık seninle işim bitti." Fermuarını çekti.
" Bu kadar zevk alacağımı ben bile tahmin etmemiştim. " dedi.
" Allah belanı versin. " dedim zorla. Duydu mu yoksa duymadı mı bilmiyorum ama alaycı bir şekilde güldü.
" Neden alayım ben seni şimdi? Gidip kendime bir bakire alma imkanım varken seni almam için bir tek neden söyle? Ama çok yalvarırsan belki ilerde seni kuma olarak alırım. Seni sikmek zevkli. " derken yüzüme yaklaşıyordu. Suratına tükürdüm. Elinin tersiyle sildi.
" Sen bu kafayla anca böyle sikilip atılırsın. Sana acımıştım. Seni karım yapacaktım ama sen annen gibi orospu olmayı seçtin. "
Sonra gitti.
Ve ben orada kaldım.
Yalnız.
Sessiz.
Bitmiş
Gün geceye döndü. Eve sesler geldi. Üvey annem bir ara kapıyı araladı. Sonra geri dönüp;
" Uyuyor. Zaten anca yatsın. Ne zaman bir işin ucundan tutayım dedi ki? Bir de Reşat' ı oyaladın. Kimse almaz bu kızı. " dedi. Oysa çocukken bile tonla iş yaptırırdı ama babam hep tembel bildi beni. Annem onu terk ettiği için ona kızgındı. Galiba bana da kızgındı. Gerçek umrunda bile olmadı.
Ama asıl kabus, ertesi sabah başladı.
Sabah olduğunda, gözlerim kan çanağıydı. Yataktan kalkmak istemedim ama kalktım. Sanki bedenimle ruhum birbirinden ayrılmıştı. Bedenim hareket ediyordu ama içimde bir şeyler kırılmış, paramparça olmuştu.
Üvey annem kahvaltıda bana bakmadı. Hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Ama ben onun her şeyi bildiğini biliyordum. Evde olmaması boşuna değildi.
Bana baktığında, gözlerinde tek bir şey vardı: Suçlama.
Sanki olan her şey benim suçummuş gibi, sanki ben kirlenmişim gibi, sanki utanç benim sırtıma yüklenmiş gibi… Ona anlatmak istedim ama beni susturdu.
" Sus! Konuşursan olan sana olur. Anası neydi ki kızı ne olsun derler. Erkeğe hiçbir şey olmaz. " dedi. Bende sustum.
Ve sonra köy konuşmaya başladı.
Ben sustum ama köy konuştu.
İnsanların bana bakışları değişti. Sessizce fısıldaşan kadınlar, sokakta gözlerini kaçıran adamlar… Ama kimse bana “Ne oldu?” diye sormadı. Çünkü herkes her şeyi zaten biliyordu. Herkesin kendince bir fikri vardı. Ben ne yaşamışım bir önemi yoktu. Babam bana göz koyduğu belli adamın eve girmesine ses etmemişti, fark etmemiş gibi yapmıştı ama onunda önemi yoktu. Namussuz olan bendim. Anasının kızıydım ben. Öyle ya annem babamın zulmünden kaçmış olamazdı, kadının ne haddine zulümden kaçmak, bir kadın ancak oynak olduğu için, başka bir erkek bulmak için ayrılırdı kocasından. Eğer oynak değilsen dövse de, sövse de , aldatsa da oturacaksın dizinin dibinde. Anneme bende kırgınım ama babamı terk ettiği için değil. Beni terk ettiği için. Bizi.
Birkaç hafta sonra üvey annem beni uzak bir akrabasının yanına gönderdi. “Yeni bir başlangıç yapacaksın.” dedi.
Ama ben nasıl yeni bir başlangıç yapabilirdim?
Ben artık o eski Sarya değildim ki.
Ben artık yaşamıyordum ki.
Her gece gözlerimi kapattığımda, kulaklarımda o ses yankılanıyordu:
"Artık seninle işim bitti."
Ama ben bitmemiştim.
Ölmemiştim.
Ama keşke ölseydim.