Şeytanlarım, ilk kez karanlıktan korkuyordu. Bozuk zihnimde sesleri yankılanıyordu. Öldün, öldün, öldün. Birazdan yaşacanacak sahnenin, fragmanıydı kulağımı dolduran fısıltıları... Öldüm. Ya da öldürdüm.
Tetiği çektim, ateşe bastım.
Art arda defalarca bastım ama ateş etmedi.
"Siktir!"
Az önceki hoyrat kahhakalarımdan eser yoktu. Yüzümde, gülümsemeye dair hiçbir iz yoktu. Buz mavisi gözlerim korkuyla karıştı. Hayatım boyunca sergilediğim ve asla bozmadığım güçlü tavır, artık yıkılmıştı.
Bu adamın karşısında, onun yollarında, onun mekanında, onun odasında... Her şey bitmişti. Yolun sonu gelmişti.
Ben ölecektim. Ve gideceğim cehennem, karşımdaki kehribarlardan geçiyordu.
Kutay'ın yüzündeki gülümseme, buz mavisi gözlerimde beliren çaresizliği görünce genişledi. O an bütün benliğimle emindim ki...
Kutay Alavaris kesinlikle normal biri değildi.
Deli, deliyi çekermiş.
Evet, aynen öyle. Ben, normal olmayan insanları anlardım. Az önce nefretimi tetikleyen çete normal insanlardı. Bana yaptıklarına rağmen... Onlar normaldi.
İnsan hem siyahı, hem beyazı; kötülükle iyiliği içinde barındırırdı. Onlar da öyleydi. Normaldi.
Ama Alavaris öyle değildi. Gözlerinden, yüzünden ve beden hareketlerinden belliydi. Sesi, şeytanlarımın fısıltına benziyordu. Kehribar gözleri, bana yanacağım ateşi hatırlatıyordu.
Ve taşlar birleşince ortaya cehennem çıkıyordu. Bu adam hem şeytan, hem ateşti.
Psikopattın tekiydi.
Belki de bu, sahip olduğu deliliği ve anormalliği anlatmak için yetersiz bir kelimeydi. Psikopattan daha fazlasıydı. Acımasız ve tehlikeli... Hem de çok tehlikeli...
"Ben, bu odaya dolu silah koyup seni buraya getirecek kadar aptal mıyım sanıyorsun?"
Sesi, içimdeki yıkımı tetikledi. Ama o, bende yarattığı fırtınadan bihaber konuşmaya devam etti.
"Bütün hamlelerini önceden tahmin ederim. Asla, senin aksine asla yanlış bir şey yapmam. Beni kendinle karıştırma küçük aptal."
Elimdeki içi boş silahı kolumun gerisine çektim ve bütün gücümle ona doğru fırlattım.
Ama tek elini kaldırıp havada yakalamıştı.
Siktir! Gerçekten korkuyordum. Yemin ederim ki ilk kez, hayatımda ilk kez benden daha zeki biri vardı karşımda.
Bu... Bu normal değildi. En zeki bendim, sonsuza kadar da ben olmalıyım.
Şeytanların gülmeye devam ederken bozuk zihnim bunu sevmedi. Bu cehennem gibi yanan kehribarlar karşısında geçen her saniye kontrolü kaybediyordum, yanan da yakılan da ben oluyordum.
"Pes etmeli miyim?"
Sözlerim üzerine elinde, bana doğrulttuğu silahı indirmesini bekledim ama yapmadı.
"Yat yatağa ve ne diyorsam onu yap."
Gözlerim ateşle tutuştu. Bozuk zihnimden ne geçtiğini tahmin ediyormuş gibi muamma, her yere çekilebilecek kadar geniş sözlerini bana birer birer açıkladı.
"Değil seni taciz etmek, elimin ucunu bile sana sürmeyeceğim. Kötü olabilirim ama haysiyetsiz değilim!"
Rahatlamam gerekiyordu ama daha da gerilmiştim. Niyeti taciz sanıp ona ağza alınmayacak hakaretler etmiştim. Bir çoğunu hak etmişti de neyse.
Ama gerilmemin sebebi bu değildi. Madem bana taciz etmeyecek, hatta elinin ucuyla bile dokunmayacak...
Öyleyse neden yatağa yatmamı istiyordu?
"Nede-"
Sorumun devamını getirmeme izin vermedi. Gözleri, onunla karşılaştığımızdan beri ilk defa bu kadar öfkeyle parlıyordu. Bu bakış, şeytanlarımı korkutuyordu.
"KES ARTIK SESİNİ APTAL!"
"SEN BENİ AŞAĞILAMAZSIN PİÇ!"
Üstüne doğru yürüyüp silahı kavrayan elini tuttum, elinin üstüne elimi koydum ve silahı alnıma dayadım.
"Vur artık be! Vur aptal herif, vur beni! YETER! Se-"
Tam o an silahı alnımdan çekti, kemerine sıkıştırdı. Ne yani... Beni vuramayacak mıydı?
Bunun yerine başka bir şey yaptı... Beni, belimden kavrayıp sert bir şekilde yatağa fırlattı.
"Senin belanı sikeyim!"
Küfrünü duyduğumda tepki vermedim, normalde şeytanlarımla birlikte bu edepsiz konuşmanın devamını getirmem lazımdı ama olmadı.
Zira o an olayın şokunu yaşıyordum. Ve evet, beni belimden tutup yatağa fırlatmıştı!
"Ne yapıyorsun lan se-"
Sülalesine kadar her zerresine küfür edecektim ama elini, ağzıma bastırdığında sustum.
Gözleri karanlık bir ton almıştı. Hatta öyle karanlıktı ki, şeytanlarım ona itaat etmek istermiş gibi bana karşı geliyordu.
"Tek kelime! O lanet ağzından tek kelime daha duyarsam seni işkence çektirerek acı içinde öldürürüm. DUYDUN MU BENİ APTAL!?"
Duydum.
Ama tehdidi beni etkilemedi. Sanki ona boyun eğip söylediklerini yaparsam, şeytanlarım ona gidecekmiş, onun olacakmış gibi bir his vardı içimde.
Şeytanlarım benimdi!
Onları kimseye, hele de karşımda duran cehennem gözlü adama asla vermezdim!
"Sen, bana her istediğini yaptıramazsın! Benden rica edersin, yapıp yapmamak bana kalmış!"
Boğazımdan tuttu. Güçlü parmakları, narin tenimin hepsini kavramıştı ve yatağın yaylarını kopartacak kadar sert sıkıyordu boğazımı.
Nefesim kesildi, öbür dünyaya gittim sandım ama ölmemiştim.
Karanlık gözleri, içindeki cehennem ateşiyle hem şeytanlarımı, hem beni tutuşturup sarsacak kadar şiddetli yanıyordu. Boğazımdan tutup sıkmaya devam ettiğinde nefes alamayacak raddeye gelmiştim.
"Biraz daha konuşmaya devam edersen ne olacağını görmek ister misin?"
Başımı olumsuz anlamda salladığımda boğazımda duran güçlü ellerini üstümden çekti. Sanki daha önce hiç nefes almamışım gibi derin bir nefes bahşettim ciğerlerime.
Piç herif, çok kötü sıkmıştı boğazımı!
Ve elleri, az önce boğazıma işlediği bıçak darbeleri yüzünden benim kanımla dolmuştu. Kıpkırmızı olmuş ellerini yanda duran havluya sildi.
Aynı yatakta, iki düşmandık. Birazdan ne olacağını bilmiyordum ama şeytanlarımın heyecanlı olduğunu kalbimde hissediyordum.
Üstte asılı uzun zincirli kelepçelerden birini tutup elime doğru yaklaştırdığında çığlık atıp saçını kavradım.
"Amacın taciz etmek değilse neden kelepçe- Âh!"
"Dur ve SUS!"
Üste bağlı zincirli kelepçeyi bileğimden geçirmesine izin vermedim. Altında çırpınıp saçını çekiştirmeye devam ederken uzun tırnaklarımı bütün gücümle yüzüne geçirdim.
Bu, onu daha da öfkelendirdi. Uzun saçlarımdan tutup yatağa yaslayacağı sırada ben de onun kısa saçlarını kavramış çekiştiriyordum.
Birkaç dakika daha böyle cebelleşmeye devam ettik. Ben çığlık atıyordum, o beni susturuyordu.
Saçımdan çekiyordu, boğazımdan tutuyordu aynı şekilde karşılık verip yüzünü tırmalıyor, tekmelerimi ona geçiriyordum.
O ise ustalıkla sıyrılıp beni yatağa bastırmaya devam ediyordu. Kusursuz yüzü, benim tırnaklarım yüzünden kan içinde kalmıştı.
"Uslu dur aptal! Sana vurmak istemiyorum!"
Bağırışı beni etkilemedi. Altında çırpınmaya devam ettim.
"Sıkıyorsa vur!"
Saçımdan kavradığı gibi yatağın başlığına yasladı ve ellerimi arkadan kilitleyip bitmek bilmez çırpınışlarımı durdurdu.
Savurduğum küfürlerin hiçbiri onu etkilemedi, ben cebelleşmeye devam ettikçe daha sıkı bastırıyordu kenetlediği ellerimi.
Eğer sevişiyor olsaydık şuan bulunduğumuz güzel bir pozisyon olurdu ama sevişmiyorduk.
Aksine... Kavga ediyorduk ve bu pozisyon ikimizin de hoşuna gitmemişti.
"Sana uslu dur dedim, değil mi?"
Fısıltısı, şeytanlarımın hoşuna gitti. Sanki onun sesi, şeytanlarımın çıkaramadığı sesti.
Kendinize gelin, onu sevemezsiniz!
Zira canım acıyordu. Bu adam, benim canımı acıtıyordu!
"Bana insan gibi davranmadığın sürece uslu falan durmayacağım."
Sözlerim onu daha da öfkelendirdi. Sesi, cehennem ateşi gibi çıkıyordu. Öfkeli ve tehlikeli...
"Sen, sana insan gibi davranmamı hak etmiyorsun!"
"Sen de uslu bir Esila'yı hak etmiyorsun!"
"Hak etmem gerekmiyor aptal! Benim istediğim, her zaman olur!"
"Nah olur!"
Edepsizce dudaklarımdan firar eden sözlerim onu kızdırdı. Bitmek bilmez bağırışlarıyla tekrar bana kızdı.
"KES ARTIK!"
"Piç." dedim bütün içtenliğimle.
Terbiye, günah, sevap umrumda değildi. Aklına her eseni söyleyen, ağzı bozuk bir kızdım.
Tabii bunun bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğimden bihaberdim o an...
Hâkimiyet ondaydı. Yatağın üstünde asılı olan ve alta doğru uzanan zincirli kelepçeyi aldığı gibi bileğime geçirdi. Diğer kelepçe için de aynısını yaptı.
Ayaklarımla hareket edip kasıklarına doğru sert bir tekme geçirecekken dizimden tutup beni durdurdu. Ve ayaklarıma da üstten zincirli kelepçeleri geçirdi.
"EĞER BANA TACİZ EDERSEN YEMİN EDERİM BÜTÜN BU DUVARLARI KAFANA YIKAR, BU KELEPÇELERİ SİKİNE SO-"
Sustum çünkü ağzımdan acı dolu bir çığlık koptu.
Elektrik! Çarpılmıştım sanki! Bana elektrik veriyordu!
Tabii ya! Kelepçelerin ucunca reseptörler vardı ve yatağın üstünden elektrik kablosu gibi bir şeye bağlıydı. Elindeki kumandadan da onları yönetiyordu.
Yani onu her sinirlendirdiğimde bana elektrik şoku mu verecekti?
"Puşt herif!"
Vücudumda hissettiğim acıyla tekrar kasıldım. "Âh! Dur lanet olası!"
Verdiği elektriği durdurdu ve tam karşımdaki koltuğa oturdu. Uzun bacaklarını beni kelepçelediği yatağa doğru uzattığında edepsiz küfürlerim ağzımdan dökülmemek için kendini zor tutuyordu.
"Bu bağlı olduğun aslında bir yalan makinesi. Sen her yalan söylediğinde kırmızı yanacak ve ben kumandaya basacağım."
Yüzünde öyle bir gülümseme oluştu ki küfür etmemek için dudağımı ısırmak zorunda kaldım. Kalbim kasıldı, onu seven şeytanlarımın bile hoşuna gitmemişti bu gülüş. Güç ondaydı, hakimiyet ondaydı ve ben öylece bu yatağa bağlıydım.
Sahip olduğum her şeyin üstüne yemin ederim ki buradan çıktığım an senin sonun olacağım Alavaris.
"İlk soru için hazır mısın?"
Yüzündeki sadist tebessüm sinirimi bozuyordu. Hareket edemiyordum, ona karşı koyamıyordum ve bunun düşüncesi bile beni çıldırtıyordu.
Bağlı olduğum prangalar elime, koluma değil de ruhuma bağlanmıştı sanki. Ben konuşmak için tutuştukça karşımdaki adam beni yakmakla tehdit ediyordu. Ama bilmiyordu ki beni susturduğu an ben zaten yanmıştım.
Piç herif. Oyunu adaletli oynamıyordu.
"Konuşman gereken yerde susarsan, konuşmak istediğinde susturulursun Elisa."
Aklımdan geçenleri nasıl biliyor? Şaka mı bu?
Şeytanlarımın bu adama duyduğu hayranlık arttı.
Ama benim içimdeki nefreti tetikledi. Ne oluyordu, ne yaşıyordum ben?
Bozuk zihnim durmuştu sanki. Düşünmek yasak, konuşmak tehlikeliydi. Ve bir insanın en büyük tutsaklığı, dışa vuramadığı düşünceleriydi.
"İlk soru. Neden sistemimi çökertip şifreleri almaya çalıştın?"
Çünkü seni alt etmem lazım.
"Canım istedi." dedim yalan söyleyerek.
Bu makine, doğru çalışacak değildi ya?
Tam o an kırmızı yandı.
"ÂHH!"
Elektrik vermişti puşt!
"İstersem seninle sabaha kadar oynarım Elisa. O yüzden sorulara doğru cevabı ver."
Sustum. Konuşmayacaktım. Şeytanlarım, kafamın içinde öyle bir bağırıyordu ki başımı koparmak istedim. Zaten yerinde olmayan bozuk zihnim, bu adamın renklerine boyanmıştı. Karanlığa... İyi değildim. Ve burada kalmaya devam ettiğim sürece bu böyle devam edecekti.
"Soruya doğru cevabı ver."
Tekrar sustum.
Ama bu suskunluk uzun sürmedi. Hemen ardından ağzımdan bir çığlık daha firar etti. "ÂH!"
Siktir! Verdiği elektriğin dozunu arttırmıştı.
Bedenimin her uzuvu, titreşimle sarsılıyordu. Elektrik çok güçlüydü. Ve o, vermeye devam ettikçe benim gücümü azaltıyordu. Gücümün azalması kötüye işaretti.
Ben savaştıkça var olur, savaşmazsam yok olurdum. Şaka değildi, benim çok fazla düşmanım vardı. Ve onlara karşı beni ayakta tutan içimdeki güç ve hırstı. Hayatım boyunca bir sürü kavgaya girmişken ilk mağlup oluşumun sebebinin bu adam olması içimdeki öfkeyi daha da arttırdı.
Bu adam, benim tek mağlup olduğum kavganın sahibiydi.
Ondan... Nefret ediyordum. Hatta hayır, ona duyduğum hislere nefret denemezdi. Az kalırdı. Ben... Ben onun düşmanı olmak istiyordum. Ama sinsi düşmanı. Onun yakınında gezinip en beklemediği anda onu alt edecektim.
Bozuk zihninin çarkları tekrar dönmeye başladı. Şeytanlarımla birlikte oturmuş, bir plan düşünüyorduk.
Ta ki karanlık kehribarların sahibinin sesini duyana kadar...
"Tam bir saat on altı dakikamı çaldın ve buna devam ediyorsun!"
Saydın mı piç?
Demek istedim ama sustum. Tekrar elektrik yemeye niyetim yoktu.
"Sorduğum her soru için beş saniyen olacak. Yalan söylersen veya susarsan çarparım seni."
Ve devam etti. "Bu voltajdaki 55 volta kadar elektrik zarar vermez. 55 volt üzeri elektrik tehlikelidir, 220 volt elektrik ise öldürür."
Şeytanlarım korkuyordu.
"Şimdi 220'ye ayarlayıp seni Allah'ına kavuşturmamı istemiyorsan konuş!"
"Piç."
Küfrüm üzerine tekrar elektrik yedim.
Ağzımdan acı dolu çığlıklar döküldü ama umursamadı. Bu adam çok... Acımasızdı. Kötü kalpliydi. Merhamet duygusundan o kadar yoksundu ki bu beni korkutuyor ama şeytanlarımı cezbediyordu.
Çünkü amacı belliydi. Açık açık beni öldürmek istediğini söylemişti. Niyetini gizlemiyordu. Şeytanlarım, bu sefer her gördüğü insana seni öldürecek diye bağırmıyordu.
Şüphelenip beni de şüpheye düşürmüyorlardı. Ve bu adamı bu yüzden seçmişlerdi.
Ben her zerremle ondan nefret ederken onlar onu seviyordu.
Lanet olasıcalar!
"Neden sistemdeki kodları çökerttin?"
Bu sefer cevap verecektim. Bir kez daha elektrik yersem... Neyse.
"Kodları çözüp yer altı dünyasını birbirine katacaktım."
Kırmızı yanmadı. O da sözünde durdu, elektrik vermedi.
"Niye?"
"Çünkü." Titrek bir nefesi odanın kasvetli havasına üfledim. "Çünkü istiyorum."
Sesi ve kehribarları ateşle parladı. "Neyi istiyorsun?"
"En iyisi olmak istiyorum. Herkesi birbirine katmak istiyorum."
Bilerek çelişkili cevaplar veriyordum. Yalan söylersem kırmızı yanardı ama çelişkili cevaplar verirsem yanmazdı.
Zekiyim biliyorum.
"Neden benim kodlarını çökerttin?"
"Çünkü sen en iyisisin. En güçlüsü sensin. Seni çökertirsem diğerleriyle piyon gibi oynayabilirdim."
Gözlerini kıstı. Aklından geçenleri öğrenmek için her şeyimi verirdim ama o, hiç açık vermiyordu. Ben insan psikolojisisinden iyi anlardım. Eğer açık verseydi onun üstüne gider, çileden çıkartırdım.
Ama o, düşüncelerini ve duygularını ustalıkla gizliyor, üstüme gidiyor ve bir şekilde beni çileden çıkarmayı başarıyordu.
Lanet olsun.
"Neden en iyisi olmak istiyorsun?"
İşte bu soru... Her şeyi tetikleyen bu soru...
Bir öfke silsilesi kanımda gezinmeye başladı. Öfke durmak bilmiyordu. Tıpkı bir zehir gibi damarlarımda akan kana ve bozuk zihnimi yöneten duygulara nüfus ediyordu. Geçmişteki anılar, yaşadıklarım... Her biri teker teker aklıma doldu. Şeytanlarımın kahkahası ve acizliğime olan gülüşleri tahammülü zor bir boyuta ulaştı, kulak zarımı parçalayacak kadar hoyrattı.
Kriz öncesi alevlenme anı...
Ağzımdan bir çığlık koptu. Ama bu öyle bir çığlıktı daha önce attığım bütün çığlıkları toplasan buna ulaşamazdı.
Kutay öfkeyle yerinden kalktı. Bana elektrik vermemesine rağmen attığım bu çığlığın sebebini merak ediyormuş gibi kısıldı kehribarları.
"Lütfen..." dedim.
İlk kez, onunla karşılaştığımızdan beri ilk kez ondan bir şeyi rica etmiştim. Bu, krizini tetikledi.
"LÜTFEN ÇÖZ ŞU KELEPÇELERİ!"
Elimde kelepçe varken kriz geçirirsem öfkemi boşaltamazdım. Zihnim zaten bozuktu ve eğer biraz daha bozulursa...
Bu benim sonum olurdu.
"İstediğin işkence yöntemini dene! Ama ellerim kelepçeliyken sinir krizi geçirirsem..."
Sesim çaresizdi. Çaresizlik, üzüntü... Bunları hissettiğim an şeytanlarımın acizliğime olan kahkahaları arttı.
Onları kontrol edemiyordum. Benim kontrolümden çıkmışlardı.
"Bir hastalığın mı var?"
Sorusu kulağımı çınlattı. "Hayır yok!" dedim öfkeyle.
Ve tam o an kırmızı yandı.
Yalan söylediğimi anlamıştı.
"ÇÖZ ŞUNLARI!"
Şüpheli gözlerini üstümden çekmedi. Yalan söyleyip kurtulmak istiyor olabileceğimi sandı. Evet, bu güzel bir plandı ama yalan söylemiyordum.
"Kriz mi geçiriyorsun?"
"EVET!"
Çığlığım duvarları titretti. Ve kırmızı yanmamıştı. Doğru söylüyordum.
Tek bir an tereddüt etmeden bir tuşa bastı. Elimdeki ve ayağımdaki kelepçeler aynı anda çözüldü.
İşte şimdi... İşte şimdi kriz anıydı.
Ayağa kalktım. Masadaki bıçakları tek teknede devirdim. Duvarı yumruklamaya başladım. Çığlık atmaya basladım. Durmadan çığlık atıyordum.
Çünkü kriz geçiriyordum, öfkemi kontrol etmem imkansızdı.
Şeytanların kahkahasını duydukça krizim tetiklendi.
'Öldür onu. Öldür kehribarları. Öldür o adamı. Kurtul karanlıktan. Hadi Esila. Hadi.'
Onlara hak verdim.
Yere devirdiğim bıçaklardan birini aldım ve ona doğrultup üstüne yürümeye başladım.
Tam bıçağı karnına geçirecekken bıçağın ucundan tutup beni durdurdu.
Eli kan içinde kalmıştı. Koyu kırmızı taze kanı, yere damlıyordu.
Ama gözlerinde acı ifadesi yoktu. Bıçağı tutan elinden yere düşen kanlarının aksine bıçağı tutmaya ve beni engellemeye devam etti.
İnsafa gelip kelepçelerimi çözmüştü ama ben ona bıçak çekiyordum.
Belki de beni bıraktığı için pişmandı. Lanet olası gözleri açık vermiyordu.
'Öldür onu. Acıma. Bıçağı ona geçir.'
Konuşmaya devam ettiler. Susmak bilmiyorlardı. Hoyrat bir çığlık tekrar infilak etti dudaklarımdan.
"SUSUN LANET OLASICALAR!"
Onu sevmelerine rağmen benden onu öldürmemi istiyorlardı.
Ama... Neden?
Ve ben... Bıçağı ona geçiremiyordum.
Az önce bana insaf ettiği için ona bu lanet bıçağı geçiremiyordum!
Kutay'ın kehribar bakışları korkunç bir hâl aldı. Bıçağı tuttuğu gibi çekti ve kenara fırlattı.
Çaresizce dizlerimin üstüne çöktüm.
Geçirdiğim kriz daha da ateşlendi. Bedenim kaskatı kesildi. Nefesler boğazıma diziliyordu. Burnumdan kan akmaya başladı.
Kollarımdan tutup beni kaldırdı. Ve o an... Hiç beklemediğim bir şey yaptı.
Bana sarıldı.
Elimi tuttu.
Burnumdan akan kanı, az önce benim yüzümden kanayan elleriyle sildi.
Bunları beni sevdiği için yapmıyordu. Yaşamam için yapıyordu.
Bu, krizlerin en tehlikelisiydi. Sakinleşmezsem, beni sakinleştiremezse...
Ölürdüm.
Ve başardı. Krizin şiddetini azalttı. Nefesim düzene girmişti. Şeytanlarımın sesi kısılmıştı.
"Yalvarırım şarkı söyle."
Hayatımda ilk kez birine yalvarmıştım. Ama bu, beni sakinleştirecek tek şeydi.
Müzik... Müzik beni dinginleştiriyordu. Şeytanlarımın sesini bastırıyordu.
"Beni değerli hissettirecek bir şarkı söyle bana. Lütfen..." dedim çaresizce.
Yüzümü boynuna gömdüm. Evet, çaresizce düşmanıma yalvarıyorum.
Ve düşmanım bana yardım ediyordu...
Hayatım boyunca ilk kez... Biri bana yardım ediyordu. İlk kez...
Ve bunu yapan benim düşmanımdı.
Beni öldürmek isteyen düşmanım, ona bıçak çektiğim düşmanım, birbirimize edepsiz küfürler savurup birbirimizi kan içinde bıraktığımız düşmanım, kavga ettiğim düşmanım, yüzünü tırmaladığım, boynumu bıçak darbeleriyle süsleyen düşmanım...
Şimdi bana yardım ediyordu.
Şarkı söylüyordu...
Sesi çok güzeldi. Öfke krizimi sakinleştiricek kadar güzeldi.
Ve seçtiği şarkılar...
"Etkiler herkesi, nefesi keser kesin,
Benim herkesi, o da benim herkesim,
Serseri bi' çocuğum, o ise prensesim,
Bana değil ona ait artık her kesimim."
"Başaramam, sensiz yaşayamam.
Sevgili prensesim...
Hiç mi korkmuyorsun karanlıktan?"