YILLAR SONRA
"Madeline! Annelisa nerede sabahtan beri onu arıyorum?"
Stephan sevgili kızını çok merak ediyor ve onu arıyordu. Gerçi Annelisa artık küçük bir kız değildi ama yine de gözünün önünden ayrılmasını istemiyordu. Evinden ayrılmasının üzerinden tam on üç yıl geçmişti. Oysa dün gibiydi her şey... Onu fakir hayatlarına getirişi, ona sonsuz bir sevgi ile bağlanmaları, sanki kendi kızları gibi kabul edip hayatlarını ona adamaları...
Annelisa ondokuz yaşına basmıştı. Stephan onu öyle bir yetiştirdi ki, kılıç kullanmayı, ok atmayı tıpkı bir savaşçı gibi dövüşmeyi öğretti.
Madeline kendi kızı olsa bu kadar severdi. Annelisa onların küçük Lisa'sı olmuştu. Her ne kadar kocası onu bir savaşçı gibi egitse de, Lisa'nın merhametli ve yüce bir yüreği vardı. Onu korumak için yüzüne sürdüğü maske ve üzerine taktığı peçe kalbinin güzelliğini kapatmaya yetmezdi. Yaşadıkları köyde onu çirkin kız diye tanısalar da insanlara olan yardım severliği, sevecenliği bu çirkinliğini kapatıyordu. Madeline kızının yüzüne maske sürdüğün de gerçek güzelliği karşısında büyüleniyordu. Zümrüt yeşili gözler, güzel ve kavisli bir burun, kırmızı ve dolgun dudaklar, narin ve bembeyaz bir ten, beline kadar inen siyah dalgalı saçlar...
İyi ki bu güzelliği saklıyoruz diye düşünürdü her zaman... Yoksa çevredeki tüm erkekler Annelisa'nın peşine düşmüş, ya onu kaçırmış ya da kötü hevesleri uğruna kullanmış olurlardı. Peçesi hem namusunu koruyor hem de onu özgür kılıyordu. Birkaç kez peçesini açmaya çalışanlar olmuş altındaki çirkin maskeli yüzü görünce buna pişman olmuşlardı. Annelisa gerçek hayat hikayesini tabii ki biliyordu. Catherine annesine asla kızmazdı.En çok babasına kızıyordu.
"Avlanmaya gideceğeni söyledi. Birazdan burada olur sanırım Stephen."dedi Madeline.
"Ona kaç kez söyledim. Yüce tanrım, bu kız da tam bir katır inadı var! Yalnız başına ormanda dolaşmaması gerektiğini biliyor."
Annelisa ne kadar korkusuz olsa da sonuçta bir kadındı. Etrafta acımasız bir sürü erkek varken onun bu sonuçlarını düşünmeyen davranışları Stephan'ı her zaman endişelendirmişti.
Bu gün hava çok güzeldi. Yazın son günleri kendini belli ediyordu. Güneş artık çok fazla yakmıyordu ancak soğuk da değildi. Annelisa ormanın içindeki bu küçük nehri her zaman sevmişti. Ve şüphesiz en çok sevdiği şey bu suyu harika nehirde yıkanmaktı. Yıllardır buraya gelirdi. Biraz evlerine uzaktı ama burada yıkanırken asla kimse ile karşılaşmamıştı. "Bugünde yıkanabilirim kim görecek ki?" dedi içinden. Hem tedarikli gelmiş kendine yedek içlik bile getirmişti.
Avladığı tavşanları kumaş bir torbaya bağlayıp yanındaki ağaćın üst dalına astı. Sabahtan beri uğraşıp avladığı akşam yemeğini hiçbir yabani hayvana kaptırmaya niyetli değildi.
"Gökgürültüsü gel buraya oğlum. Ben burada yıkanırken sen de yemeğimize sahip çık olur mu?" dedi sadık kurt kırması köpeğine. Yaramaz ama cesur köpeğinin başını okşadı, yemesi için ayırdığı tavşanlardan birini önüne koydu.
Sonra nehrin kenarına yaklaşıp üzerindeki pelerini çıkardı. Yüzündeki maskeyi pelerinin arasına sıkıştırdı. Üzerinde ince içlikleri kalana kadar soyundu. Saçlarını topuzundan açtı ve beline inmesine izin verdi. Yavaş yavaş nehre doğru daldı. İlk anda bir ürperti hissetti ki bu suyun soğukluğuna karşı vücudunun vermiş olduğu bir tepkiydi. Suyun içine çenesinin altına gelecek kadar oturdu. Elleriyle yüzündeki o çirkin maske çıkana kadar yüzünü yıkadı. Su o kadar güzeldi ki içinden çıkmak dahi istemedi. Bir süre yüzdü.
Sonra sudan çıkıp nehrin kenarına uzandı. Güneşin titreyen vücudunu ısıtmasına izin verip, gözlerini kapadı.
O ses de neydi?
Hemen doğrulup etrafına bakmaya başladı. Elleri elbiselerinin altındaki okuna kaydı. Etrafta kimseler görünmüyordu.
"Of saçmaladım. Buraya kimse gelmez."
Oturup saçlarını taramaya koyuldu. Ama hayır içine bir ürperti düştü. Sanki birileri onu izliyordu. Evet kesinlikle izliyordu.Aynı anda okunu alıp ayağa fırladı ve hızla arkasına doğru baktı.
Onu izleyen bir çift siyah gözle karşılaştı. Kocaman güçlü, heybetli, kömür gibi simsiyah bir atın üstünde onun efendisi gibi duran bir adam, gözlerini bir an bile ayırmadan Annelisa'ya bakıyordu. Annelisa bir an ne diyeceğini bilemedi. İlk defa hiç tanımadığı bir yabancının karşısında böyle çıplak maskesiz ve çaresizdi.
Genç adam hayatında ilk defa böyle bir güzellik görmüş "acaba hayal mi görüyorum? diye düşünmeden edemiyordu. Ve gözlerini ondan bir an bile ayıramadı. Sanki bu güzelliğe bakmak onu hakkıymış gibi bu hakkını sonuna kadar kullandı. Su perisinin üzerinde beyaz ince bir içlik vardı ama sadece bedeninin üst kısmını kapatıyordu. O kadar inceydi ki kapatmaya çalıştığı o narin göğüsler tüm ihtişamı ile karşısında duruyordu. Belli ki çok ürkmüştü. Göğüs uçları bile kabarmış, üzerindeki kumaşı delip geçmek için adeta isyan çıkarıyordu.
Muhteşem bir yüz, etkileyici yeşil gözler, beline inen saçlar... Bu kadar güzel bir kadın olabilir miydi? Su perisiydi bu kız... Yolunu şaşırmış ve bu ormanda kaybolmuş bir peri.
Kalbinin hızlı atması da neydi böyle? Hayatından ne kadar çok kadın geçmişti oysa... Ama bu kadar güzeli olmamıştı. Olsaydı onu asla bırakmazdı. Her erkek böyle bir güzelliğe sahip olmak için neler vermezdi. Canını bile belki de? İçinde yanan inanılmaz ateşe ne demeli? Gidip onu kollarının arasına almak, o ürkek vücudunu sarıp, muhteşem kırmızı ve dolgun dudaklara şehvetli bir öpücük ile sahip istedi. Bu ürkek ceylanı korkutmak istemedi. Üstelik elinde şu anda kendisine doğrultulmuş ucu keskin bir ok varken!
Evet oku yeni fark etmişti. Başka zaman olsa ilk fark edeceği şey karşı karşıya kaldığı tehlikeler olurdu. Oysa şu an bunu bile göremeyecek kadar büyülenmişti.
Annelisa o an ne yapacağını bilemeden donup kaldı. Karşısında keskin siyah gözleri ile kendisini izleyen bir genç adam vardı. Ve tanrım! Ne kadar yakışıklıydı... Atının üzerinde bile, uzun boylu ve heybetli olduğunu çok net belli ediyordu. Kesin bu bir savaşçıydı. Geniş güçlü omuzları, omuzlarına kadar inen siyah dalgalı saçları, avını yakalamaya çalışan keskin bakışları... Yüz hatları sertti, çenesinde müthiş bir gamze adeta ona gülümsüyordu.
Birkaç dakika birbirlerinin gözlerinin içine bakarak sadece düşündüler. Ve bu sessizliği bozan Annelisa oldu.
"Arkanızı dönüp gidin burdan bayım!" diye bağırdı genç kız öfkeyle. "Beni izlemeyi bırakın! Anneniz size kadınları gözetlemenin ne kadar ayıp olduğunu öğretmedi mi?"
Genç adam ona en muzip gülümsemesi ile karşılık verdi.
"Sizin güzelliğiniz karşısında büyülenmiş bir erkek olarak terbiye kurallarını düşünmeye pek fırsatım olmadı leydim. Düşünmeden edemiyorum acaba bu güzellik tanrıçası yolunu mu kaybetti? Şayet kaybetti ise size yardımcı olmak için can attığımı bilmenizi isterim."
"Bence size doğrultmuş olduğum okun canınızı almasını sabırsızlıkla bekliyor gibisiniz. Bu süslü laflarınızı ağzınıza geri tıkıp hemen burayı terk edin. Yoksa şaka yapmadığımı göreceksiniz!"
Annelisa öfkeli bakışlarını onun üzerine dikti ama genç adam hiç etkilenmişe benzemiyordu.
Adam atının üzerinden, usulca inip toprağa ayak bastığında Annelisa'ya doğru bir adım attı.
"Doğrusunu istersen leydim, senin gibi bir güzelliğin elinden ölmek alelade bir savaşçının elinden ölmekten daha onurludur. İnanın kalbim şu an o kadar hızlı atıyor ki elinizdeki ok vücuduma herhangi bir yara açmadan kalbimin heyecanıyla da ölebilirim...."
Annelisa yerde duran elbisesini hızla eline aldı ve üzerine geçirdi. Genç adamla arasında yaklaşık on adımlık bir mesafe bulunuyordu. Bu adam ne inatçıydı böyle? Onu öldürmekle tehdit ettiği halde hala gözlerini kendisinden kaçırmamış, inatla bakıyor bir de korkusuzca üzerine doğru geliyordu. Av hayvanları dışında kimsenin canına kıymamıştı. Babası Stephan eski bir askerdi. Ne biliyorsa öğretmiş, onu cesur yetiştirmişti. Ve biliyordu ki onun ya da ailesinin canını yakacak biri olursa karşısındakini öldürürken gözünü dahi kırpmazdı.
Genç adam birkaç adım daha ona yaklaştı. Yaklaştıkça gördüğü güzellik karşısında titrediğini hissetti. Amacı ona zarar vermek değildi. O kadar aşağılık bir adam olamazdı. Sadece güzelliğini seyretmek istiyordu.
"Sanırım daha fazla yaklaşırsan o güzel kafanda bir delik açacağımm."dedi Annelisa.
Parmaklarını ağzına götürüp bir ıslık çaldı. Köpeği gökgürültüsü hızla yanına doğru koştu. Ve ardından sadık atı göründü. Yerdeki tüm eşyalarını toplayarak hızla atına bindi. Ardınan kendisini hayranlıkla izleyen adama öfkeli bir bakış atarak, hızla oradan uzaklaştı.
Genç adam güzellik tanrıçasının arkasından, kaybetmiş bir savaşçı gibi bakarak onun duymasını umut edip, bağırmaya başladı.
"Bir gün yine karşılaşacağız su perisi ama o zaman elimden bu kadar kolay kaçamayacaksın.İnan bana!"
Kimdi bu güzel kadın? Acaba nerede yaşıyordu? İçinden bir ses bu onu son görüşü olmayacağını söylerken, gülümsedi.
Arkasından birinin seslendiğini duyup, o tarafa döndü.
"Lord Braylan nerelerdesin?"dedi genç bir asker merakla. "Epeydir seni arıyorum.Ordunuzu bırakıp kaçtınız sandım."
Lord Braylan Cromwell arkadaşına keyifle karşılık verdi.
"Korkma sadık dostum bir yere gittiğim yok sadece peri avına çıkmıştım ama maalesef bu kez peri elimden kaçmayı başardı. Şimdilik..."